Müfredattan önce eğitim sistemini konuşalım?

Gündem 19 Mayıs 2024
Bu haber 7 ay önce yayınlandı

21. yüzyılda kendimize en uygun eğitim sistemini araştırdığımız bu süreçte dünyanın yeni girdiği ölçeklenebilir girişimcilik temelli ekonomik ve sosyal dünyayı dikkate almalıyız. 

Bunun için bir iki adım geri atıp daha etraflıca bakabiliriz. Dünya son yüzyılda üç farklı ekonomik modeli yaşadı ve her biri kendi sosyal dünyasını şekillendirdi. Çelik teknolojisi ve buhar makinelerinin icadı seri üretimi başlattı ve tarım toplumu kendini sanayi toplumuna bıraktı. 

Sanayi ekonomisi disiplinli ve sorgusuz bir toplum hayatını dayattı. Ülkelerin en yeteneklileri tarım toplumunda bürokrat ve asker iken bu sefer sanayici olmayı yeğlediler. Tarım toplumunun eğitim sistemi ile sanayi toplumunun eğitimin aynı olması beklenemezdi. Bu yüzden 18. yüzyıl sonlarında tüm dünyada eğitim sistemi değişti. Eğitim sisteminin ana arteri disiplin ve sadakat üzerine kuruldu ve bilgi depolayabilen zeki öğrenciler elemelerden geçerek yükseldi. Bu süreçte zekâ testi (IQ) ile tanıştık. 

IQ’nun yanına EQ eklendi

Sanayi ekonomisinin hızla büyüttüğü ülkelerin pazar paylaşımı, iki dünya savaşına neden oldu. Akabinde transistörün icadı ile hesaplamanın ve bilginin gücü ortaya çıktı, sanayi toplumunda biriken ekonomik büyüklük finansal güç olarak akışkan hale gelmeye başladı. Bu iki devinim bilgi ekonomisini başlattı ve 1980’lerle beraber ülke sınırları eriyerek dünya devi şirketleri ortaya çıkardı. Yetenekler bu sefer küresel şirketlere akın etti. Bilginin ve ilişkilerin değer yarattığı bir ekosistemi gördük. Eğitim sistemi bu hıza tam anlamıyla yetişti diyemeyiz ama sosyal zekanın önemi (EQ) bir şekilde eğitim sistemimize zorunlu yabancı dil, ders dışı aktivitelerin önemi, takım oyunu ve üniversitelerde kısmen yaratılan MBA bölümleri ile girdi. Sanayi ekonomisinde istihdam için IQ önemliydiyse bilgi ekonomisinde IQ yanına sosyal zekâ ölçüsü olan EQ da eklendi. Bilgi ekonomisinde sosyal zekâsı yüksek olanlar daha başarılı olarak bu uluslararası şirketlerin parçası oldu. Bu tespiti çeşitli şekillerde örnekleyebiliriz. 

Okullar fabrika, öğrenciler hammadde

Sanayi ve bilgi ekonomisinin etkin olduğu son yüzyılımızın eğitim sistemi K-12 olarak adlandırıldı. Anaokulundan üniversite öncesine kadar olan on iki sınıf sanayi devriminin bir ürünüdür. Hâlâ gündemde olan sistem bir anlamda fabrika modeli diye de tanımlanıyor. Fabrikada bir ürün nasıl bir bölümden çıkıp diğer aşama için başka bölüme geçiyorsa K-12 sistemi de yıllar bazında anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise olarak farklı bölümlere ayrılıyor. Sistem yılların geçmesine dayalı bir mezuniyet derecesi içeriyor. 

K-12 sistemi özellikle söz dinleyen fabrika çalışanı yetiştirmek için icat edilmiştir, sivriliklere yer yoktur. Büyük Friedrich zamanında Prusya’yı sanayi devrimine hazırlamak üzere yapılmış bir reform olarak gündeme girdi ve bütün dünyaya yayıldı. Bir anlamda bütün dünya güneşin doğusu ve batısına göre kendini ayarlarken fabrikaların başlangıcında ve bitişinde çalan zile göre yeni bir yaşam tarzı ortaya çıktı. 

Öğrenciler hammadde, öğretmenler fabrika işçisi, okul da fabrika olarak tasarlandı. Amerikalı yazar Alvin Toffler’a göre öğrenciler fabrikadaki gibi hiyerarşiler içinde ve marşlarla okula giriyor ve kendilerine söylenen yerlere oturuyor. Not sistemiyle mezun oluyorlar, okul zili zamanın bitişini belirtiyor. Mükemmellik, kusursuzluk bu sistemin anahtar kelimeleri..

Sanayi ekonomisi için başka sistemler de denendi. Örneğin monitör sistemi de on dokuzuncu yüzyıl başlarında kullanılan sistemlerden bir diğeri. Bu sistemde hızlı öğrenen öğrenci bir nevi öğretmen gibi öğrenemeyen diğer öğrencilere öğretiyor. Daha çok fakir ve kalabalık halkı eğitmek için Hindistan’da Madras adıyla kurulmuş̧ bu yönteme Lancaster-Bell sistemi de denir. Türkiye Osmanlı zamanında ve sonrasında bu iki sistemi uyguladı. 

Girişimci ekonomiye geçerken

Neredeyse yüz yıl süren sanayi ekonomisi kendini 1980’lerle bilgi ekonomisine bırakırken bugün ise bilgi ekonomisi yaklaşık otuz yıl sonra kendini girişimci ekonomiye bırakmaktadır. Birbirine haberleşme ile bağlanmış dünya ve ürün üretmenin ve finansmanın demokratikleşmesi girişimci ekonominin önünü açmıştır. 

Sanayi ekonomisinde bir ürün üretmek için güçlü bir sermaye gerekirken bilgi ekonomisinde sermaye ne kadar azalmışsa da uğraş aynı kalmıştır. Örneğin Microsoft bir işletim sistemi çıkardığında aynı sanayi ekonomisinde olduğu gibi müşteriye distribütör, bayi ve teknik servis sistemi ile ulaşıyordu. İnternet’in 1993 yılında ticarileşmesiyle örneğin ilk web tarayıcısını çıkartan Mozilla herhangi bir bayi ağı veya bir ürün paketine ihtiyaç olmadan müşteriye ulaşabilmiş ve kısa süre içinde milyar dolar değerlemeye ulaşmıştır. 

Bu yapı bize zaman içinde yeteneklerin artık kendi küçük çevreleriyle büyük şirketler kurabileceği bir yapı ortaya çıkarmış ve zaman içinde monopol ekonomisinin önünü açmıştır. 

Bu ekonomi daha akışkan, çeşitliliğe önem veren, hata yaparak iteratif ilerleyen, mükemmellik baskısından uzak bir toplum yapısını dikte etmektedir. Farklı renklerin ve yeteneklerin yeşermesi ancak hatalara ve denemelere açıklıkla olur. 

Girişimci ekonomiyle hızla dijitalleştiğimiz bir ortamda öğrenme araçları da okul dışında hazır halde. Otomasyon ve yapay zekâyla öğrenme öğrencinin inisiyatifine ve hızına bırakabildiği bir ortama ilerliyoruz. Bu hıza günümüzün okul anlayışı nasıl yetişebilir? Bu soruya odaklanmalıyız. 

Ya öğrenciler okula zaten bilgili gelirse?

Belki kısa zamanda öğrenciler okula okumayı ve yazmayı kendileri öğrenmiş olarak bile gelebilirler. Günlük yaşantıları sürekli bilgiye ve dijital deneyime maruz kalarak ilerlemeleri okula öğretmenlerinden fazla bilgiyle gelmelerinin de sağlayacaktır. Bu süreç bize farklı dinamikleri dayatmaktadır. Okul isminden geldiği gibi okuma ve bilgi edinme yeri mi olarak kalacak, yoksa deneyim merkezine mi evrilecek? Öğretmen bilgi öğretici olarak mı kalacak, yoksa dijitalleşen dünyanın getirdiği sayısız deneyimleri öğrencilerin şahsi müfredatına göre aktaran onlara yön veren bir yetenek seti ile mi istihdam edilecek? Örneğin bugün Amerika’da Google’ın çıkardığı yapay zekâ programı olan Tensor Flow’u kendi kendine öğrenen bir lise öğrencisi yılların portföy şirketlerinin önüne algoritma koyabilmektedir. Bu sürece o öğrenci Amerika’da geliyorsa bu süreci ülkemizde öğrencinin önüne koyacak bir “deneyim-men” gerekmektedir. Ona yapay zekayı tanıtacak ve nasıl öğreneceğini gösterecek, bunun kullanım alanları konusunda ilgisini çekecek ve bu motivasyonla öğrenciyi dijital okyanusa bırakarak hedefini gerçekleşmesini gözlemleyecek kişiye belki yeni öğretmen demeliyiz. Aksi halde öğrencilerimizin dijital okyanusta kaybolması gündemdedir. 

Şimdi de DQ ve FQ var

Günümüzde geçen yüzyılın IQ ve EQ ölçme araçları yeterli değil. Artık IQ ve EQ’nun öneminin ötesinde farklı kriterler tanımlanmaya başlamalıyız. Bunlardan bir tanesi DQ (Delivery Quotient) olarak adlandırıldı. DQ birisinin bir işi bitirme kapasitesini ölçmek için kullanılıyor. Bir iş veya görevi tamamlama yeteneği var mı? sorusu girişimci ekonominin olmazsa olmazı olarak öne çıkmaktadır. Bir insan IQ’su yüksek olabilir EQ’su da yüksek olabilir ama bir işi bitirme yeteneği düşükse girişimci ekonomi için değeri düşük olacaktır. DQ’nunda yeterli olmayacağını düşünerek adlı bir metriğe de ihtiyaç olacağını düşünüyorum. FQ (Focus Quotient) bir nevi bir kişinin odaklanma yeteneğinin mertebesini bize verecek. Günümüz dünyasında odaklanma nadir bulunan bir meziyet olarak ortaya çıkmaktadır. 

Dikkatimizi dağıtan dijital bir dünya çocuklardan başlayarak her yaşı içine almış durumda. Bu noktada FQ’su düşük biri girişimci olup şirket kuramaz, DQ’su düşük biri o şirketi başarıya ulaştırmak için her türlü zorluğa katlanamaz ama FQ ve DQ’su yüksek diğerleri düşükse takımına EQ ve IQ’su yüksek insanları alarak yoluna devam edebilir. 

Şimdi biz eğitim sisteminde eskisi gibi IQ bazlı bir sınav sistemi ile mi devam etmeliyiz, yoksa FQ’dan IQ’ya doğru bir eleme yaparak mı ilerlemeliyiz bizim sormamız gereken sorudur. Eğitim sisteminde FQ özelliğini öne çıkartırsak bölgesel arası eğitim farkı da ters yüz olacaktır. 

Bugün mevcut eğitim sisteminin dışında kalanların eğitim sisteminin içinde kalanlara göre ekonomik zenginliklerinin daha fazla neredeyse olması bir nevi bunun göstergesidir. Aynı şekilde bugün şehirlerde odaklanması dağılmış öğrenciler karşısında kırsaldaki odak yeteneği imkansızlıklardan bozulmamış öğrenciler öne çıkacaktır. Bugün FQ’su yüksek bir öğrenci internet üstünden İngilizce öğrenebilir, akabinde yazılım çalışabilir, sonra bulunduğu yerden açık kaynak kodlarına katkı verebilir ve kendini yazılım şirketlerinin bulmasını sağlayabilir. Böyle bir deneyimin olduğunu, geleceğin öğretmeni şahsi müfredatı uygun öğrencilere gösterebilmelidir. Ya da resim yeteneği iyi bir öğrenciyi başka bir deneyime, edebiyatı seven bir öğrenciyi belki Netflix’e senaryo yazmaya ya da başka bir deneyime yönlendirerek yeni dünyanın parçası yapabilmelidir. İşte yeni nesil okullar bu deneyimleri bulan ve biriktiren merkezler olması gerektiğini düşünüyorum. 

Öğrenci niye okula gider diye sorarsak, hayatını idame ettirme yeteneği kazanmak için ve topluma yararlı birey olmak için diyebiliriz. İlkinin eskiye göre değiştiğini ve mezun olan öğrencilerin “iş kurma” önceliğinin “işe girmenin” önüne geçtiğini görüyoruz. 

Eskiden sermayesi olanın girişimcilik yapabildiği sanayi toplumunda iş kurma sistemi bulma üzerineydi. Kar elde edecek bir yapıyı bulan girişimci gücüyle beraber işini kuruyor ve bu işi yaşatmak için hayatını adıyordu. Daha sonra iş, varislerine geçerek aile şirketi olarak adlandırılan bir sistemde ilerlemeye çalışıyordu. Bu sistemin geçmiş yıllara baktığımızda üçüncü nesle ulaşamadığını görüyoruz. Bilgi ekonomisi ile bu kişiye bağlı sistem bir nebze esnetilerek sahipsiz dünya devleri ortaya çıkartılmış ve iş sahibinin veya varislerinin etkisinden uzaklaştırılmıştır. Her ne kadar böylece şirketin yaşam ömrü uzatılmış olsa da yenilikçiliği, risk alması da törpülenerek etkisi azaltılmıştır. 

Girişimci ekonomide ise girişimciyi tekrar tekrar kullanma vardır. Girişimci olmak için sermayedar olmaya gerek yoktur, yalnızca tutku, bilgi, deneyim ve tecrübe gibi özgüven sermayesi gerekmektedir. Sermayedarın sermayesini değerlendirmesi koşulunda ise girişimci olma gerekliliği kalkmış yerine doğru girişimciyi seçme gelmiştir. Bu aradaki ilişkinin sinerjik çalışması için ülkenin genelinin oluşturduğu güven sermayesinin artması gerekmektedir. Sermayedarlar doğru seçimler yaptıkça ayakta kalacak ve varisleri için de maddi sermaye yanında başarılı olmalarının getirdiği “girişimciler için çekim merkezi” olma sermayesini de aktaracaktır. İyi girişimciler her zaman iyi sermayedarlara ulaşmak isteyeceklerdir. 

Bu noktada güven ve özgüven sermayesini nasıl tesis edebiliriz ki kişi bir araya güven temelli gelebiliyorsa bir şirket kurabilir. Girişimciliğin temel taşıdır. Günümüzde devlet yapımız güvensizlik üzerine kuruludur. Bürokrasi vatandaşa potansiyel suçlu olarak karşılıyor, daha sonra belli kuralları sağlamışsa güveniyor. Bunu tersine çevirebilmek için ne yapmalıyız? Sınavlarda örneğin hocaların öğrencilerin başından ayrılmasını isteyebilir miyiz? Bu süreçte güveni sağlayan öğrencilerin seçileceği bilgiyi sağdan soldan alarak ilerleyenlerin seçilmeyeceği bir sistemi beraberinde getirebilir miyiz? Sürekli güvene dayalı bir ilişki ile büyümüş bir öğrenci geleceğin bürokrasisinin bakışını tersine döndürecek ve güvensizlikten gelen atalet ve yavaşlık yerini çeviklik ve hızla büyümeye bırakacaktır. Bugün bu güvensiz ortamdan ARGE teşviklerimiz boşa gitmektedir, devlet işleyişimiz yavaştır, iki kişi bir araya gelip büyük projenin parçası olamamaktadır. İki şirket bir araya gelip daha büyük şirket olamamaktadır. Yeni neslin katalizörü güvendir. 

Bu yeni dünyanın eğitim sisteminin herkes gibi arıyorsak bulduğumuzda bütün dünyanın bu eğitim sistemini kullanacağından emin olabiliriz sanki. 

Ana okuldan başlayan kodlama dersleri, Finlandiya’daki gibi ödevsiz ilköğretim, Elon Musk’ın çocukları için kendi okulunu kurarak okulun çocuklara problemi öğretmesi gerektiği ve araçları öğretmemesi gerektiğini düşünmesi, üniversitelerin önüne girişimci üniversite ibaresinin bütün dünyada gelmeye başlaması bu yeni dünyanın eğitim sistemini aramak için yapılan deneme yanılmalar olarak görmeliyiz. 

Peki nasıl bir müfredata ihtiyacımız var. Yeni nesil müfredatımız bilgi ötesinde dünyada yeşeren dijital veya dijital olmayan deneyimleri öğrencinin kendi müfredatına göre yansıtan bir yapı olmalıdır. Bu müfredat öğrencilerin odaklanabilme, iş bitirme gibi yeteneklerini ortaya çıkarmalıdır. Takım olarak çalışabilme, değer yaratma temel felsefesi olmalıdır. 

Öğrencilerin mutlu, ahlaklı ve beceri sahibi bireyler olarak yetiştirilmesi için çalışmalıyız. Öğrenciler artık eskisi gibi yaşamlarını sürdürebilmek için belli iş kalıplarına girmek zorunda değiller. Yeni dünya herkese kendi motivasyonları ile kullanmak konusunda zenginleşmektedir. Öğrenciler bulundukları ortamlarda kendi kişisel gelişmeleri çerçevesinde hayatlarını sürdürürlerse mutlu olacaklar ve kendilerini o alanda becerilerini geliştirmek için geliştireceklerdir. Bunun yanında yeni dünyanın dikte ettirdiği güven ve özgüven mekanizması, kimlik yerine kişilik seçiciliğini getirmektedir. Ahlaklı bireylerin ilerleyeceği toksik bireylerin toplumdan ayıklanacağı bir yapıyı tesis etmeliyiz. Bir toksik kişiliğin ne olduğu tanımlanmalıdır. Ahlak öğretilir mi öğretilmez mi sorusundan öte yeni sistem toksik kişilikleri ayıklama mekanizmasını beraberinde getirmelidir. 

İlköğretim özgüven sahibi bireylerin yetiştiği, problemin öğretilip çözümün öğrenciye bırakıldığı, bilgiye ulaşma yöntemlerinin öğretildiği, arkadaşlarıyla uzun vadeli ilişki kurabildiği, okuduğu okulun isminin kendi özgeçmişinin bir parçası olduğunu düşündüğü, arkadaşlarını daha sonra koruyup kolladığı, yeni insanlarla tanışma konusunda yetenek sahibi olduğu, verilen işi bitirebilme ve bırakmama özelliğini kazandığı bir ortam olmalı. 

Yeni dünyanın ham maddesi gençlerdir. İstediğimiz gibi düşünen, istediğimiz gibi davranan insan yetiştirmek belki tarım ve sanayi toplumunda sistemi yormuyordu. Bugün teknoloji ve inovasyon toplumunda farklı düşünmeyi, farklı düşünen insanların bir araya gelerek değer yaratabilmesini hedeflemeliyiz; aksi halde yeni ekonominin çarklarını kuramayız. Gençlerimizi dünyanın yetenek setleriyle donatarak serbest bırakabilmeliyiz. Bizlerin asıl görevi bu yetenek setini verebilecek istihdam ve finans yapısını beraberinde ilerleyeceği MEB organizasyonunu kurmak olmalıdır. Aksi halde bu gençler de yaşlanacaklar ve toplum olarak yaşlanacağız. Bu konuya bir ülke vizyonu ve mutabakatı olarak bakılması gerekiyor. Genç nüfusu yüksek bir ülkeyiz, bu ham maddeyi heba etmememiz gerekir.

Öğretmen ise bilgi öğreten değil dış dünyada yeşeren sayısız deneyimi bulan, biriktiren, özümseyen ve öğrencilerinin kendi müfredatlarına göre onların ufkunu açmaya çalışan “deneyim-men” olmalıdır. Bu deneyimleri yakalamış öğrenciler de Madras sistemindeki gibi öğretmen olarak hızla değerlendirilmeli ve bildiklerini aktarabilmelidir. Bugün örneğin ChatGPT omni versiyonunu yayınladı. Bir öğretmen gibi yapay zekanın davranabileceğini gösterdi. Bu bir anlamda öğretmenin yükünü alacak diğer taraftan iş tanımını değiştirerek daha farklı bir tanım getirecektir. 

Kaliteli bir eğitim için yeni nesil bir okul ortamı oluşturmalıyız. Okul herkesin uğrak yeri olmalıdır. Sürekli dışardan konuşmacıların geldiği, öğrencilerin farklı deneyimleri özümsediği bir yer olmalıdır. Bu süreç anaokulundan liseye doğru gittikçe artan şekilde tasarlanmalıdır. Öğrencilere okul dışında dijital olarak haberleşme sağlanarak motivasyon içinde tutulduğu bir yer olmalıdır. Bunun yanında öğrencilerin kırıp bozabilecekleri “maker space” diye adlandırılan yerler olmalıdır, beraber toplantı yapacakları küçük odalar olmalıdır. Okul öğrencilerin her zaman girip çıkabildiği bir “garaj” olmalıdır. Gerekirse sıralarının üzerinde sabahlayabildikleri yerler olmalıdır. Öğrenciler yaz tatillerinde veya hafta sonları projeleri için her okul binasını rezerve ederek kullanabileceği bir büyük “kulübün” parçası olmalıdır. 

Ve okuldan mezun olmak kalkmalıdır. Zaten hali hazırda örneğin Google işe girişlerde diploma şartını kaldırmıştır. Gittikçe azalan bir süreç emekliliğe kadar ilerlemelidir. Anaokulundan liseye ve üniversiteye tam gün eğitim iş yaşamına geçişten sonra, yılda bir iki haftaya ve zaman içinde iki yılda bir haftaya inmelidir ve yıllar geçse de deneyim merkezlerine uğranılmalı ve yeni arkadaşlıklar için fırsat, eski arkadaşlıkları tazeleme için imkân yaratılmalıdır. Üniversite sonrası bu süreç paralı olarak ilerlemeli ve bir nevi üniversite sonrası eğitim üniversite öncesi eğitimi finanse eder hale gelmelidir. Bu gelir ile yapılan yatırımlar özgeçmişlerde taşınacak okulların da marka değerlerini artıracak ve orada çalışan öğretmenlerin gelir şartlarını iyileştirecektir. Her öğrenci akarsu gibi gelip geçmeyecek, biriktirilecektir. Yani okulları akarsulardan barajlara çevirmeliyiz. Ayrıca şimdi bu eski öğrenciler hem deneyim alan hem de deneyim getiren olacaktır. 

Bununda ötesinde okulun akademik servisi ile idari alt yapı servisi ayrılmalıdır. İdari alt yapı servisi özelleştirilerek ölçeklenebilir ekonominin avantajlarıyla maliyeti azaltılmalı ve kalitesi artırılmalıdır. Aksi halde her okul bugün verimsiz dikey bir yapılanmanın çerçevesinde ilerliyor. 

Bu geleneksel kodları ihmal etmeden çağdaş dünyada bir öğretmen tanımıyla desteklenmelidir. Geleneksel kodlardan yeni nesil çağdaş dünyayı çıkarmalıyız. Sevgi, hoşgörü, başarısızlıkları hoş görme, karşılıksız yardımı etkin kılmalıyız. Silikon Vadisi “pay it forward” kültürü üzerine kurulmuştur. Önce karşılıksız yardım et kültürü her şeyi hızlandırmıştır. Bu kültür normalde bizim DNA’mızda vardır. 

Sonuç olarak, eğitim sistemimizi hızla değişen dijital ve girişimci dünyaya uygun şekilde yeniden yapılandırmalıyız. Önce eğitim anayasasında mutabık kalmalıyız. Bu anayasanın vizyonu olmalıdır. Vizyon 21. yüzyılın gereksinimlerine yanıt verecek bir model sunmalıdır. Sadece bilgi aktarmaktan öteye geçerek yaratıcı düşünme, problem çözme ve odaklanma yeteneklerini de geliştirmelidir. Sonra müfredat, öğrencilerin bireysel ilgi ve yeteneklerine göre esnek ve kişiselleştirilebilir olmalı; okullar, gerçek dünya deneyimlerine erişim sağlayan dinamik öğrenme ortamlarına dönüşmelidir. Ve öğretmenler, bilgi aktarıcısı rolünden çıkarak mentor olmalı, öğrencilerin potansiyellerini ortaya çıkarmalıdır. Başarı kriterleri, IQ ve EQ’nun yanı sıra odaklanma ve iş bitirme yeteneklerini de kapsamalıdır. Eğitimde bu dönüşüm, gençlerimizi mutlu, ahlaklı ve yetkin bireyler olarak yetiştirecek, ülkemizin uzun vadeli başarısına katkıda bulunacaktır. 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.