76 yaşında hayata veda eden Selim İleri, Türk edebiyatının en kendine has, zarif yazarlarından biriydi. Onun kalemi, melankoliye, zarafete ve sakin bir derinliğe sahipti. İnsanın içindeki karmaşanın, kırılganlığın, yalnızlığın derinlerine inerdi.
RUHAN BİLKAY –
[email protected]
Türk edebiyatının en zarif kalemlerinden biri olan Selim İleri, 76 yıllık yaşam yolculuğunu tamamladı. Sanat dünyası onunla sadece bir yazar, senarist ve eleştirmeni değil, aynı zamanda çağdaş bir entelektüel ve zarafet dolu bir insanı kaybetti. Onun geride bıraktığı eserler, filmler ve unutulmaz sözler, hem okurlarının hem de sanatseverlerin belleğinde yaşamaya devam edecek. Zarafeti, inceliği ve derin sohbetleri anılarda sonsuza dek yaşayacak.
Selim İleri’nin kalemi, ilk bakışta bir melankoliye, zarafete ve sakin bir derinliğe sahipti. Ancak yazdığı kadar yaşadığı da onu özel kılan unsurlardan biriydi. Onun eserlerinin en önemli yanı, insanın içindeki karmaşayı, kırgınlıkları ve yalnızlıkla yoğrulmuş dünyayı derinlemesine incelemesiydi. Ancak Selim İleri’yi yalnızca yazarlığına indirgemek büyük haksızlık olurdu. Çünkü o yazdıkları kadar yaşadığı hayatla, hayal kırıklıkları ve içsel yolculuklarıyla da anılmayı hak ediyor.
Bu dünyadan edebiyatın ve yalnızlığın yoldaşı bir Selim İleri geçti.
Edebiyat yolculuğunun en başında, ‘Cumartesi Yalnızlığı’ ile edebiyat dünyasında kendine sağlam bir yer edinmişti. Fakat ona yalnızca bu eserle değil, yaşamına kattığı farklı tatlarla da ilgi duyuldu. Her şeyin ötesinde, Selim İleri’nin bir insan olarak ne kadar derin olduğu, sade bir akşam yemeğinden ya da bir kahve sohbetinden fark edilebilirdi. En küçük ayrıntılar bile onun dünyasında büyük bir anlam taşıyordu.
Selim İleri’nin yazarlık yolculuğu, erken yaşlarda bir tutku olarak başlar. İlk kitabı ‘Cumartesi Yalnızlığı’, 1976’da yayımlandığında, Türk edebiyatında melankoli, yalnızlık ve bireyin iç dünyasına dair yeni bir kapı açmıştı. Yazdıklarında toplumsal eleştiri ve bireyin içsel çatışmalarını ustalıkla birleştirir. Bir röportajında, “Yitirişin sarsıntısındaydım. Bütün hayatımı boşunalık sarıp sarmalamıştı, bir de korkular” diyerek hem kendi yaşamını hem de eserlerinin ruhunu çok güzel yansıtır.
Selim İleri, edebiyatı bir yaşam biçimi olarak görüyordu. Ona göre, yazmak bir varoluş biçimiydi ve gündelik yaşamın akışında hep bir sığınaktı. “Bak, eşya, ne bileyim, anlamsız bir örnek, bıraktığımız gibidir eşya, her gece bizi bekler. Karanlıkta ışığı yakarsın, gündüz okuduğun kitap masanın üstündedir. Ben de böyleyim; bulduğun ve bırakacağın gibi” diyerek kendini tanımlıyordu (Bir Akşam Alacası).
İleri’nin eserlerinde yalnızlık teması merkezi bir yer tutardı. “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; gittikçe artıyor yalnızlığımız,” derken, bu yalnızlık duygusunun hem kişisel hem de kuşaklararası bir melankoliyi taşıdığına işaret ediyordu (Mel’un).
Yazılarında derin bir hassasiyetle aşkın karmaşasını ve insan ilişkilerini ele alırdı. Bunun yanında, “Ah, yeniden başlamak hayata, çocukluğa, aşka ve sanata,” diyerek, geçmişiyle ve edebiyatıyla yeniden yüzleşmekten asla çekinmezdi.
Selim İleri’nin edebiyat dışında en çok bilinen yönlerinden biri de senaristliğiydi. Türk sinemasında derin izler bırakmış filmlerden ‘Kartallar Yüksek Uçar’ (1983), ‘Bir Irmak Geçiyor’ (1986) ve ‘Göl’ (1982) gibi yapımların senaryolarında onun imzası bulunuyordu. Sinemanın edebiyatla iç içe olduğunu savunan İleri, yazdığı her senaryoda bu bağlantıyı hissettirmişti.
Aynı zamanda ‘Ankara Ekspresi’ (1970) ve ‘Küçük Ağa’ (1983) gibi kült eserlerin sinemaya aktarılmasında emeği geçmiş, Türk sinemasında edebiyat tadını hissettiren bir köprü olmuştu.
İleri’nin kitaplara olan düşkünlüğü, eserlerinde sıkça yer bulurdu. “Bir kitap, bir eser, neşriyat nasıl, kimlerin emek verişleriyle, sabır verişleriyle vücuda getiriliyor, memleketimizde bilinmiyor, düşünülmüyor. Kitap nedir, galiba onu da bilen yok” derken, kitapların derin anlamını ve üretim sürecini ne kadar önemsediğini ortaya koymuştu (Cumhuriyet Kitap, 1998).
Özel hayatını her zaman gözlerden uzak tutmayı tercih eden Selim İleri, yalnızlığı bir yaşam biçimi olarak benimsemişti. Sade, küçük dost masalarında ise sohbetleri doyumsuzdu. Moda’daki Koço balıkçısını çok severdi, Bir dönem Cihangir’ede yaşadı. Masasından sigara eksik olmayan İleri, tiryakiliğiyle edebiyatın tutku dolu gecelerine eşlik etmişti.
Uçak fobisi nedeniyle seyahatlerinde çoğu zaman kara yolunu tercih ederdi. Onun bu korkusu, bir anlamda içinde yaşadığı melankolinin bir yansımasıydı belki de. Ancak bu fobi bile, edebiyatına engel teşkil etmemişti; aksine, daha içe dönük bir yaratıcılığı körüklemişti.
Selim İleri’nin ardından, Türk edebiyatı bir yalnız kâtibini kaybetti. O, sadece yazdıklarıyla değil, bir döneme tanıklık eden ruhuyla da hatırlanacak. “Zamanımızın maddiyatçı, hissiz, vicdanı tutuk, şefkati güdük dünyasında her acı buz kesiyor,” diyerek, içinde yaşadığı döneme bir eleştiri getirmişti (Hayal ve Hakikat).
Onun hayatı ve yazılarına bakarken, zamanın ne kadar geçici olduğunu fark etmek zor olmuyor. “Ne iyi ettim de öldüm! Ne rahat!” dediği gibi, yaşadığı dünyadan göçerken arkasında bıraktığı eserler, sadece onu değil, onun dünyasına adım atan herkesi sonsuza kadar yaşatacak. İleri, kelimeleriyle ve düşüncelerinin derinliğiyle; kaybolmuş hayallerin, kırık aşkların, yalnızlıkların ve özgürlük arayışlarının izlerini sürerken, bir dönemin en önemli tanıkları arasında kalacak. Gelecekteki okurları da onun her satırında, bir başka dünyayı, başka bir zaman dilimini hissetmeye devam edecek
Edebiyat dünyası, büyük bir değerini kaybetti. Selim İleri’nin her satırı, hayatın en karanlık anlarında bile bir ışık yakmayı başaran, içsel yolculukları okura sunan eşsiz bir hazineydi. O artık aramızda olmasa da, yazdıkları, zamanın sınırlarını aşarak, her zaman okurlarının içinde yaşamaya devam edecek.
Güle güle Selim İleri… Edebiyat dünyasında bıraktığın boşluğu doldurmak mümkün olmayacak.
Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun
Selim İleri
Everest Yayınları, 2020 (4. baskı)
roman, 224 sayfa.