Cehalet Tutkusu: Bilmemek ve görmezden gelmek

8 Mayıs 2024

Slovenyalı düşünür Renata Salecl 'Cehalet Tutkusu' kitabında 'bilmemenin bilme hali'ni araştırıyor. Salecl'e göre görmezden gelmek, bir şeyin varlığını ve önemini inkâr etmektir. Belki cehaletten de kötü bir şey bu.

Renata Salecl: “Bilgi arayışını yüceltiriz ama bilmeme arzusu hayatta kalmamız için eşit derecede önemlidir. Gözlerini kapamak, bir şeyleri görmemek, acı vereni hatırlamamak, insanların kendi belirledikleri stratejilerdir.”

BÜLENT KORMAN

Cehalet, bilgiyle uğraşanların müdahil olduğu bir mesele. Ortaçağ ilahiyatçısı Nicalous de Cusa, bilmekle bilmemeyi incelediği ‘De Docta Ignorantia’ adlı bir eser yazmış.
‘Cehalet Tutkusu’nu okurken, hem onu hem de onun ‘öğrenilmiş bir cesaret‘ gibi bir kavram kullandığını öğrendim. Bilmemenin bilme hali.
Kitapta, Cusa’ya göre, nihai hakikat, şeylerin özünün ya da varlıklara ait hakikatin hiçbir zaman tam olarak anlaşılmayacak olmasıyla ilgilidir: “Sadece şunu biliriz: Hakikat tüm yönleriyle kavranamayan şeydir.”

‘Cehalet Tutkusu’, birbiriyle yakından ilgili iki konuyu deşiyor: Bilmemek (cehalet) ve tanımamak (görmezden gelmek). Kitabın birinci bölümü, çağdaş Batı toplumunda cehalet algısının nasıl değiştiğini ve sözde ‘bilgi ekonomisinin’ neden bir cehalet ekonomisi olduğunu sorguluyor.

“Travmatik bilginin birey refahını sorguladığı durumlarda, cehalet genellikle inkârla kol koladır” diyor.

Buna örnek olarak, uzun zamandır çok önemseyenlerden olduğum için zaman zaman yakın çevremde taarruza uğradığım
‘iklim’ meselesine girmiş.
“İnsanlar çoğunlukla kendi davranışlarını ve toplumun sürekli büyüme ve gelişme yaklaşımını değiştirme gerektiğini
‘inkâr’ ederler.”
Bugün, bu zihniyet sarsıntısında oraya buraya savrulan çok kişi var.
Alman Yeşilleri gibi gayet taze, vahim ve karanlık örnekler önümüzde.
Ama artık gün gibi ortada ki, geçmişte inanılmış (ya da inandırılmış) ‘gelişim’ fosil yakıtların sağladığı enerjiye dayandığı için, meğer, sürdürülebilir değilmiş.

Gelişmiş ülkelerdeki insanların (Batı medeniyeti ve yaşam tarzı diye bellediğimiz) sahip oldukları refah, daha uzun ve keyifli bir hayat sürmeleri fosil yakıtlara dayalı bir ekonominin sonucuymuş ve feci olan şu ki, yaratılan refah, bu ekonominin evrene, yeryüzüne ve insanlığa etkileri üzerinde kayıtsız kalma üzerine kuruluymuş!

Bugün kimilerin elebaşı, kimilerinin yardakçı olarak, hepimizi yaşamak ve yüzleşmek zorunda bıraktığı gerçek işte budur.

Peki ‘koruyucu aptallık’ nedir?
Bu terimi ilk kez distopik ‘1984’ romanında George Orwell kullanmış: Bir ‘suçdurum’ stratejisi olarak!
Orwell bunu, “Tehlikeli bulduğu bir düşünceyi doğmasına izin vermeden, içgüdüsel olarak sonlandırma yetisi” olarak tanımlamış. “Üstelik bu yeti, otoriteye karşı olmak koşuluyla ‘mukayeseleri kavramama, mantıksal hataları algılamama,
en basit algılamaları yanlış anlama’ gibi durumları kapsar ve ‘sapmalara yol açacak tüm düşüncelerden sıkılmayı’ ya da ‘nefret etmeyi’ de beraber getirir” olarak açıklamış.

Kitabın yazarı, Slovenyalı düşünür Renata Salecl, Freud’a da değinerek, onun meslektaşlarına, hastalarının “ben değilim”, “ben yapmadım” ya da “öyle değil” gibi itiraz cümleleri kurduklarında, devamında anlatacaklarına özellikle dikkat etmelerini önerirmiş. “Çünkü olumsuzlamalar olumlamaya dönüşebilir ve hasta bastırılmış bir şeyi ortaya çıkarmak üzere olabilir.”

Bu hepimiz için kıymetli bir ipucu.

Günlük yaşamda bazı durumlarda, bizim illa Freud, rahatlaması iyi olacak karşımızdaki kişinin de illa teşhis konmuş bir hasta olması gerekmez. Zeki ve akıllı olmak başka özellikler olduğu gibi, kanımca, zeki olmak da aptallığa her zaman engel değil.
Bunun tersi elbette çok değerli ama ana-akım gidişatın çok sevmediği bir şey.

ABD’de şimdiye kadar ölçülmüş en yüksek IQ’lardan birine sahip bir kadın, başarılı bir kariyerin keyfini süremediğini çünkü alâkasız bilgileri görmezden gelmeyi bir türlü başaramadığını dile getirmiş.

Bir de çok fiyakalı olduğu içi çokça sözü edilen, “bilgiye dayalı ekonomi” ritüeli var.

Düşünür Salecl bu konuda pek olumlu düşünmüyor. ‘Bilgi ekonomisinde cehalet’ diye bir başlık ortaya atmış.
“Bu terimi duyduğumuzda aklımıza ilk gelen bu tür ekonomilerin dayanağı olan yeni teknolojilerin bilginin artışına katkıda bulunduğudur. Ancak ‘bilgi ekonomisi’ büyük ölçüde bilgideki boşlukların yaratılmasından ve stratejik olarak sömürülmesinden beslendiği için yönetim çalışmaları alanındaki akademisyenler bunun bir ‘cehalet ekonomisi’ olduğunu iddia eder.”

Gerekçe şu:
“Cehalet, bilgideki temel boşluklarla ilgili olmaktan çıkıp bilgiye erişimin kâr adına sınırlandığı ekonomik mekanizmalara bağlanır.”

Zamane salgın, ‘görmezden gelme’ burada da kendini apaçık gösteriyor.

Yazar da, kitabın son bölümü ‘Büyük Veri Yanılgısı’nda şunu tespit etmiş:
“Bilgi arayışını yüceltiriz ama bilmeme arzusu hayatta kalmamız için eşit derecede önemlidir. Gözlerini kapamak, bir şeyleri görmemek, acı veren ya da başa çıkılması zor olanı hatırlamamak, insanların bilgi arayışındaki tutkularına benzer derecede belirledikleri stratejilerdir.”

Kitabın andığım o bölümünde, bugün sadece başkaları tarafından izlenmekle kalmadığımızı, her geçen gün kendimizi daha da izlenir hale getirişimizi irdelemiş.

Şöyle bitirmiş:
“İnsanların verilerine uzun vadede ne olduğu, onlara kimlerin edilebildiği ve kriz bittiğinde izlenmeye devam edilip edilmeyeceği konusundaki çaresizlikleri, daha sıkı denetim ve daha çok insan hakları ihlalini de beraberinde getirecektir.”

Kitabın sonundan, en başına dönerek, yapacağım son alıntı da şöyle:
‘Cehaletin Veçheleri’
“Cehalet iki türlü ele alınabilir. Terimin ilk anlamı bilgi eksikliği ya da bilme arzusunun yokluğuna ilişkindir. İkincisiyse ilişkileri temel alır. Belirli bir davranışı ya da kişiyi görmezden gelmeyi ya da kişiyi görmezden gelmeyi seçmek gibi. Bununla birlikte ne kadar özdeş görünürse görünsün, Bir şeyi görmezden gelmekle o şeyden bihaber olmak arasındaki fark açıktır. Görmezden gelmek bir şeyin varlığını ve önemini inkâr etmektir.”
Belki cehaletten de kötü bir şey bu.

*Yazıdaki italik ve bold gibi vurgular Bülent Korman aittir.

Cehalet Tutkusu
Renata Salecl
Çeviren: Şafak Tahmaz
Timaş Yayınları, 2024 (2. baskı)
192 sayfa.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.