Eğer Beni Ararsan: Trajedilerin gölgesinde kesişen hayatlar

6 Haziran 2024
Bu haber 4 ay önce yayınlandı

Paris'ten 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi mültecileri kabul eden Filistin'e, İsrail'in kuruluşuna ve Londra'ya uzanan ‘Eğer Beni Ararsan’, Alba Arikha’yla tanışmak ve akıp giden sağlam bir roman okumak için iyi bir fırsat.

Çok sade, iddiasız ama yapmak istediğini mükemmel biçimde yapan klasik romanlardan. Sadeliğine rağmen anlatımıyla çok ustalıklı bir roman.

Alba Arikha

Notos Kitap geçtiğimiz ay bir roman yayımladı: ‘Eğer Beni Ararsan’. Yazarı Alba Arikha’nın kim olduğuna baktığımda Fransız-İsrailli ressam babayla Amerikalı şair anneden doğduğunu, Samuel Beckett’in vaftiz kızı olduğunu gördüm. Önyargılarım boldur. O nedenle sanatçı ana-babaların, sanat çevresinde büyüyen çocukların biraz yeteneksiz olduğunu düşünürüm. Alba Arikha’nın biyografisinde ise piyanistlik, şarkıcılık, bestecilik, yazarlık, çevirmenlik, yok yoktu açıkçası. Merakıma yenik düştüm ve romanı hemen okudum. Bir önyargımı daha yıkmış olmanın gururunu taşıyorum!

‘Eğer Beni Ararsan’ çok sade, iddiasız, oyunlar, teknikler peşine düşmeyen, yapmak istediğini de mükemmel bir biçimde yapan klasik romanlardan. Üstelik bu sadeliğine rağmen dili ve anlatımıyla burada da anlatmaya çalışacağım üzere çok ustalıklı bir roman.

Hiçbir biçimde trajikleştirmeden

Romanda iki anlatıcı var, ilki Flore, ikincisi Hannah. İkisi de başından geçenleri ben anlatıcıyla anlatıyor. Flore bir iki istisna hariç -ki bu istisnalar roman için önemli- düz bir zaman çizgisinde ilerlerken, Hannnah’nın zamanı geriye dönüşlerle ilerliyor.
Flore 1939 yazında, 19 yaşında, ilk erkek arkadaşı Jean’la yaşadıklarını anlatmaya başlıyor. İkisi de Sorbonne’da öğrenci, Jean zengin bir fabrikatörün oğluyken, Flore Yahudi bir oyuncakçının kızı. Beklenen oluyor ve daha savaş başlamadan ayrılmak zorunda kalıyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananları, Paris’in işgalini, anne, babasını kaybetmesini ve savaşın sonuna kadar köylerde geçirdiği yaşamını çok kısa, hiçbir biçimde trajikleştirmeden anlatıyor Flore. Zaman ilerliyor, savaş bittikten sonra bohem hayata adım atıp, akademide çıplak poz vermeye başlarken Flore’nin her şeyi geride bırakacağını hissettiği anlar da oluyor ama bunun mümkün olmadığını anlıyoruz. Flore hayatına devam edebilmesi için Paris’ten çok uzağa gitmesi gerektiğini düşünüp Yahudi mültecileri kabul eden Filistin’e doğru yelken açıyor.

“Burada beni tutan hiçbir şey kalmadı, oysa Filistin’de bir amacım olacak. Benimle aynı kâbusu yaşamış başkalarıyla yolumun kesişmesi kaçınılmaz. Paris’teyse kimse yok.”

Günlüğe yazar gibi yazılmış

Bu satırları okurken Flore’nin niçin bu kadar basit, hatta tekrarlı, çocuk kitabı yazar gibi cümleler kurduğunu merak etmedim değil doğrusu. Oysa sonra anlayacağız ki Flore’nin bölümleri yaşamı boyunca tuttuğu günlüğün tamamı. Bu nedenle cümleler günlüğe yazar gibi yazılmış. Şimdiki zamanın içtenliği, kendisini ikna etmeye çalışır gibi tekrarlanan cümleler, zaten bildiği için kısa kesilen anılar… Hepsi Alba Arikha’nın günlükten oluşan bu anlatımda kurduğu ustalık.

Flore Filistin’de İngilizce öğretmeni olarak yeni bir yaşama başlarken adını da daha evrensel olması amacıyla Flora’ya çevirir. Fransa’ya göre bambaşka bu coğrafya, kültür, dünyanın pek çok yerinden gelmiş mağdurlarla dolu bu şehir onu şaşırtsa da yeni bir aşk, hatta yaşamının en büyük aşkı olacak Ezra ona bu coğrafyayı sevdirecek.

“Birçoğumuz acı çektik ama artık iyileşme zamanı. ‘Savaşın altı yılını altı dakikaya düşürmemiz lazım,’ diyor Mordechai sigarasını tüttürerek. ‘Matematikte buna beta indirgemesi denir: Bir fonksiyonun yerine bir başkasını koyarsın. Ben her gün yapıyorum bunu. Kayıplar yerine hayatı koyuyorum. Bastırdığın anlamına gelmiyor bu, sadece sıkıştırıyorsun. İlerlemenin yolu bu.’”

Flora’ya yine göç yolları

Romanın en politik bölümleri Filistin’de geçen kısımlar. Flora’nın günlüğünden yeni kurulmaya çalışılan bu ülkeye alınacak mültecilere karar veren İngilizlerin saçma kararlarını öğrenirken, ülkemizde gerçekleşen Struma faciasına, siyonist Yahudilerin kurduğu Irgun örgütüne ve 21 Temmuz 1946 günü gerçekleşen ve 90 kişinin hayatını kaybettiği King David Oteli katliamına şahit oluyoruz. Patlamanın tam ortasında hamile bir İngiliz kadının ölmek üzere olan asker kocasına koşuşu Flora’nın bu topraklara dair bir daha unutamayacağı bir an oluyor. Ve çok sevdiği Ezra’nın kendisinden gizli ikili hayat yaşadığını, terör örgütünün iki numaralı adamı, üstelik o korkunç patlamanın faili olduğunu öğrendiğinde Flora’ya bir kere daha göç etmek düşüyor. Çünkü günlüğünden tanıyacağımız üzere Flora dimdik, yaşamında yalan olmayan, olmayacak, hiçbir köktenci fikre saplanmayacak kadar insan yaşamını önemseyen, barışçıl biri.

Hannah’nın anlatıcı olduğu bölüme başladığımızda Flora’yla komşu olduklarını öğreniyoruz. Kitapta bu iki kişiyi bağlayan şeylerden biri bu, diğeri ise yine tesadüflerin tesadüf olmadığını belirtircesine, yukarıda bahsettiğim hamile İngiliz kadın. Hannah anlatmaya lise çağındayken başlıyor ve ailelerini karabasan gibi örten mutsuzluğun kaynağına yavaş yavaş iniyor. Erkek kardeşi Ben’in depresyonu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı tüm aileyi derinden etkiliyor ve yavaş yavaş her şey değişiyor. Tüm bunlara uzaktan ve oldukça resmi bir biçimde tanıklık eden Flora’nın neden bir kez evine davet edip de çok sevdiği Hannah’yla bir anda bağlarını kopardığını, ansızın taşındığını ise yine daha sonra günlüklerden öğreneceğiz.

Gençliğin basitliğini, o masum tonunu taşıyan cümleler

Hannah bir yandan ergenlik sancıları, aşk acısı yaşarken, bir yandan Ben’in kendisine kötü bir şey yapma olasılığının korkusunu içinde taşıyor ve herkesi anlamaya çalışıyor. Yunan kökenli tiyatro yönetmeni babası, güzeller güzeli sessiz annesi ve geldiği zamanlar evde güneş gibi parlayan aile dostları Walter’la mutluluk tablosu çizen bu küçük ailede yaşananlar aslında çocukların bencil sevgi arzularından tutun da aile denen yapıdaki değişkenlerin hiçbir zaman öngörülemeyeceğine kadar çok derinlikli meseleler. Alba Arikha dili ustaca kullanıyor derken Hannah’nın Flora’nın günlüklerinden çok başka olan anlatımını ve günlük gibi olmasa da yine de gençliğin basitliğini ve o masum tonunu taşıyan cümlelerini kastediyorum.

“Bunlar ilk hayat derslerim oldu:
Trajedi ardında şeylerin düzenini değiştiren bir iz bırakıyordu.
Kırılganlık güçle aynı ivmeye sahipti.
Suçluluk duygusu üzüntü kadar kuvvetliydi.
Hiçbir şey hafife alınamazdı.
İyi olan her şey yitip gidebilirdi.”

Roman Hannah’nın ilk anlatıcı oluşundan sonra Flora’nın günlükleriyle devam ediyor, Flora’nın İngiltere’de devam eden yaşamına, yalnızlığına, yanlış erkeklerle ilişkilerine ve yaptığı hataya, ömrü boyunca pişmanlık duyacağı bu büyük hataya tanıklık ediyoruz. 40’larındayken kayıplarla dolu yaşamının son sığınağı olacak konser piyanisti kocasıyla tanışmasına ve en sonunda huzura ve bir nebze de olsa mutluluğa kavuştuğunu görüyoruz.

Hannah ile Flora’yı birbirine bağlayan sürprizler

Flora günlüğünün sonuna geldiğinde tekrar Hannah’a geçiyoruz. Bir önceki anlatımının üzerinden 19 yıl geçmiş. Hannah ünlü bir mutfak şefi olmuş, hayatının aşkıyla tanışmak üzere, ebeveyni boşanmış, Ben intihar etmeyip oyuncu olmayı seçmiş. Bundan sonra biraz daha hızlanan olaylar sayesinde yağmurlu bir günün tesadüfünde tanışan Hannah ve Flora’yı bağlayan bambaşka şeyler çıkacak ortaya. Hannah, Flora’nın günlüğünü okuduğunda onun korumacı tavrını, dik duruşunu, daha fazla kayıptan kaçınmasını anlayıp onunla geçmişte kuramadığı bağı kuracak ve son isteğini gerçekleştirmek için var gücüyle uğraşacak.

Bu sade romanda yaslardan, kayıplardan, trajik olaylardan başka aslında umuda, değişime yolculuk ediyoruz. Roman Yahudilerin soykırımının yalandan başka bir şey olmadığını savunan Derek’in kim olduğunu yeni öğrendiği Flora’nın günlüğünü okumaya başlamasıyla bitiyor. Ve eminim ki tüm düşünceleri değişecek, olmaktan korktuğu kişiyle karşılaşacak çünkü bizi biz yapan şeyler çarpıtılan tarihi gerçekler, üstümüze yağdırılan bilgiler değil, dinlediğimiz, okuduğumuz insan hikâyeleri. Bu nedenle hikâyelere her zaman muhtacız.

‘Eğer Beni Ararsan’ bu hikâyeleri çok güzel, sade ve iddiasız anlatan bir roman. Şunu itiraf etmem gerekir ki ekimden beri gözümüzün önünde başka bir soykırım yaşanırken İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudileri ve İsrail’i konu alan bir romanı okurken eskisi kadar empati kuramadığımı fark ettim.

Hiç bilmediğim 1946 bombalamasını okuyunca İsrail devletinin nasıl yanlış temellerle kurulduğunu bir kez daha anladım. Mağdur bir halkın böylesine acımasızlaştığını bilmek, evet istisnalar ve barış yanlıları da olsa insanlığa dair umudumuzu köreltiyor. Yine de elbette İsrail’in yaptıklarıyla umudumuzu, barışa inancımızı ve vicdanımızı gasp etmesine izin vermeyeceğiz.
Aylin Ülçer’in kusursuz çevirisiyle ‘Eğer Beni Ararsan’, Alba Arikha’yla tanışmak ve akıp giden sağlam bir roman okumak için iyi bir fırsat.

 

Eğer Beni Ararsan
Alba Arikha
Çeviren: Aylin Ülçer
Notos Kitap, 2024
328 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.