Elfriede Jelinek’ten Dışarıda Kalanlar: Şiddete meyyalim…

29 Temmuz 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı

Nobel ödüllü Avusturyalı yazar Elfriede Jelinek, toplumdan ayrıksı duruş sergileyen dört gencin hikayesini anlattığı 'Dışarıda Kalanlar'da insanın ruhundaki kötülüğün en derinine iniyor. Enfes finaliyle uzun süre akıldan çıkmayan benzersiz bir roman.

Elfriede Jelinek

Elfriede Jelinek ismini ilk kez Haneke’nin ‘Piyanist’ (2001) filmiyle duyup kitabını okumuştum. Çok etkilendiğimi anımsıyorum, fakat bu daha başlangıçtı. Haziran 2021’de bu kez de ‘Âşık Kadınlar’ (Çeviren: Anıl Alacaoğlu, İthakiYayınları) ile beni benden almıştı Avusturyalı yazar. Müthiş feminist bir metindi, oradaki iki kadın karakter Brigitte ve Paula’den epey etkilenmiştim. Çevirileri epey iyi olduğu için İngilizceden okuma gereği duymadan bekliyordum yeni kitabını. Nitekim Haziran 2024’ye, yine Anıl Alacaoğlu çevirisiyle ‘Dışarıda Kalanlar’ (İthaki Modern) kitabı yayımlandı. Beklentim yüksekti esasında ama bu kitap bende bir bomba etkisi yarattı! Çok iyi bir okuma deneyimiydi, detaylarına gelmeden evvel tanımayanlar için biraz yazardan bahsedelim.

Eleştiriden sakınmıyor

Jelinek 1946 yılında Stryiasa’da, Çek Yahudisi eczacı bir babayla Viyanalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Viyana’da tiyatro ve sanat tarihi eğitimi; ayrıca konservatuarda (Viyana Üniversitesi) piyano ve org eğitimi alıyor. Edebi kariyerine ise 60’larda başlıyor, ilk eserleri daha ziyade toplumsal eleştiri içeriyor, gerçi bu tercihinden hiç vazgeçmiyor sonrasında. 72’de Berlin’e taşınıyor, 74’te Alman yönetmen Fassbinder’in arkadaş çevresinden Gottfried Huengsberg ile evleniyor. Böylece Viyana ve Berlin arasında gidip geliyor. Aynı sene Avusturya Komünist Partisi’ne katılıyor, 91’de ayrılıyor. Öykü, roman ve oyun yazarı olan Jelinek’in en önemli eserleri ilk kez 1983’te yayımlanan ‘Piyanist’, 75 tarihli ‘Aşık Kadınlar’ ve 89 tarihli ‘Lust’ romanları. Bu eserlerinde acımasız hayatı, kadın cinselliğini, cinsel saldırıları, baskıyı ve şiddeti anlatıyor, sözünü söylemekten de asla geri durmuyor. 2004’te de Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi oluyor.

İnsanın ruhundaki kötülüğün en derinlerinde

‘Dışarıda Kalanlar’ (Die Ausgesperrten) Jelinek’in beşinci kitabı, 1980’de yayımlanıyor. Roman kabaca toplumdan ayrıksı bir duruş sergileyen dört genci konu alıyor: ikizler Rainer – Anna Witkowski, zengin Sophie Pachhofen ile yirmili yaşlarındaki tamirci Hans Sepp. ‘Kutsal Dörtlü’ olarak bilinen bu dört genç, tamamen başına buyruk davranışlarıyla şiddete dayanan, toplumun tüm normlarını altüst eden eylemler gerçekleştiriyorlar, öyle ki roman müthiş bir şiddet sahnesiyle açılıyor. Daha o noktada Jelinek, daha evvelki romanlarında olduğu gibi, okurlarına sözünü sakınmayacağını, insanın ruhundaki kötü tohumun en derinine ineceğini işaret ediyor.

Roman boyunca bu eylemler devam ediyor fakat biz aynı zamanda bu dört gencin iç dünyalarına, düşüncelerine de tanık oluyoruz, derinlemesine masaya yatırıyoruz deyim yerindeyse. Bu denli sakınımsız, bir yandan da kırılgan karakterler yaratmanın ustası diyebiliriz yazarı için çünkü bıçak sırtı karakterler. Dünya Savaşı sonrası jenerasyonunu temsil eden ailelerinin içine de girdiğimiz için çok farklı duygular uyandırıyor diyebiliriz bu roman için.

Okuru irkilten eski Nazi subayı

İkizlerin babası, tek bacaklı Otto Witkowski eski bir Nazi subayı ve romanda şiddetin kaynağı. Bilhassa karısı Margarethe üzerinde uyguladığı fiziksel, cinsel ve ruhsal şiddet okuru irkiltiyor, yer yer öfkeye sevk ediyor. Sakatlığını, eksik ve yoksunluğunu bastırmak için içindeki öfkeyi, nefreti ve kötülüğü karısı ve çocukları üzerinde oransız bir biçimde uygularken esasında toplumun, ataerkil sistemin diğerleri üzerindeki tahakkümünü temsil ediyor. Bir yandan da, şiddet uyguladığı ailesine ihtiyaç duyan Otto, okurun onu bir zavallı, kötülüğünü başka şekillere sokan bir şiddet simgesi olarak görmesine sebep oluyor. Empati kurabileceğimiz, onu anlayabileceğimiz hiçbir yönü yok babanın, düpedüz kötücül biri.

Romanın enteresan karakterlerinden biri aslında ikizlerin annesi, zira kadın kocasının her türlü şiddetine katlanırken bahsi geçen evin içinde ‘çürüyor’ – üstelik kocasından gördükleri yetmez gibi, çocuklarının da küçümseme ve aşağılamalarından nasibini alıyor. Romanın sonuna kadar kapan kısılmış, yalnız kalmış bir karakter olarak yer alıyor.

İşin doğrusu, benim üzerinde en fazla düşündüğüm, empati kurduğum karakter oldu, çünkü Jelinek’in alametifarikası olduğu üzere kadının toplumdaki konumu, şiddetin ve travmanın kadınların ev yaşamındaki yansıması, kadın cinselliğinin, bilhassa erkekler tarafından travmatize edilmesini doğrudan Margarethe üzerinden okuyabiliyoruz.

Terazinin diğer kefesinde ise Hans’în annesi Ms. Sepp var, ateşli bir komünist olarak gücünü elinde tutmaya çalışan kadın, Witkowski’nin tam zıddı. Kadınların öfkesini nereye aktarabildiği yahut nasıl ayakta kalabildiğine dair de iyi bir örnek teşkil ediyor.

‘Anarşist’ olmaya çabalayan ikizler

Böylesi bir ailede büyüyen Rainer ile Anna’nın elbette sağlıklı bir ruh haline sahip olmaları beklenemez. Nitekim evdeki haksızlıklar karşısında çareyi toplumun dışına çıkıp ‘anarşist’ olmaya çalışmakta buluyorlar. Rainer kendini entellektüel addeden, bir parça kibirli, her şeyi kendinden menkul bir karakter olmakla birlikte Sophie’ye sahip olmak için büyük çaba sarf ediyor, çünkü gerek sosyal statü, gerekse entellektüel konum olarak akranlarıyla durumu eşitleme hakkını böyle elde edeceğini düşünüyor. Romanın en manipülatif karakteri olduğunu söylemek yanlış olmaz, aynı zamanda babasına safi bir nefret duyuyor, ondan öğrendiği çarpık erkekliğiyle ne yapacağını bilemiyor. Anna ise tam tersi bir konumda izleyicinin radarına giriyor: Hem şiddet eylemleriyle hem de cinsel özgürlüğünü sergilemesi bakımından Rainer’den daha girişken olduğunu söyleyebilirim. Fakat romanın başarılı bir yönü de bu; romanın sonunda işler tersine dönüyor, Anna, Hans’a duyduğu arzu ve şehvet sebebiyle onu elde etmek için kendinden verdiği için gitgide içine kapanıp sessizleşirken Rainer’de bütün öfkesini dışarı doğru aktarmaya başlıyor.

Buradaki ‘ikiz’ teması bu nedenle epey önemli; zira birbirinden bağımsız düşünülemeyecek bir tamamlayıcılığa sahipler, bir yandan da ayna görevi görerek birbirlerine, ‘yoksunluklarını’ yansıtıyorlar. Onları ne bir bütün olarak görmeyi, ne de ayrı birer birey olarak değerlendirmeyi becerebiliyoruz. Ne ki, okurun kendi nezdinde, her ikisi için de bir karara varmasına fırsat tanıyor Jelinek, doğruluğu kesin olmaksızın.

Romana dair en çarpıcı nokta ise şiddeti ve öfkeyi katıksız, sansürsüz bir şekilde aktarması, herhangi bir yönlendirme kullanmaması. Bu kadar cevval bir yazara az rastlanıyor dünya edebiyatında, nefis bir yaklaşımı var Jelinek’in konulara; bu kadar yoğun bir şiddet okurken irkiliyoruz fakat yine de okumaktan vazgeçmiyoruz. Hatta okuma deneyimini daha keyifli hale getirdiğini, metni okuma hızını artırdığını düşünüyorum. Bu bakımdan Jelinek, pek çok öfkeli yazarın başaramadığını başarıyor diyebiliriz.

Baştan sona dört karakterin de peşini bırakmıyor okur, ama az, ama çok hepsiyle bir biçimde ilişkileniyor, bu dörtlü arasında kurulan tuhaf ağın bir parçası olmaya davet ediliyor. Hans ve Sophie, toplumsal konumlarında zıt yerlerde duruyorlar, Rainer gibi, Hans da genç kızı elde etmek için elinden geleni yapıyor, hayallerini süslüyor Sophie fakat onda, Anna’daki şehvetli hayal dünyasını bulamıyor.

Avusturya toplumunun mesnetsiz huzursuzluğu

Bir diğer vatandaşı Bernhard gibi, Jelinek de, savaş sonrası Avusturya toplumunun mesnetsiz huzursuzluğunu, toplumsal çöküşünü en iyi biçimde -epeyce de karanlık bir şekilde- anlatmayı çok iyi beceriyor. ‘Dışarıda Kalanlar’, bu bakımdan eşi benzeri olmayan romanlardan biri, okurunu sonuna değin teyakkuzda tutmayı başarıyor, enfes bir finalle de şok içinde terk ediyor.

Hakikaten okuduğum en iyi finallerden biriydi. Jelinek, romanın temposunu o kadar güzel ayarlamış, okurunu nerede ve nasıl manipüle edeceğini öyle iyi dengelemiş ki, baş dönmesiyle bitirebiliyoruz okumayı, belki de karmaşık duygularla. Öyle bir vuruculuk vardı finalinde.

Ayrıca, Anıl Alacaoğlu’nun çevirisi de okuma keyfini ikiye katlıyor, söylemeden geçemeyeceğim. Böylesi bir metinde sırıtacak hiçbir şey yok çeviride, ki dil ve biçim olarak da farklılığını okurken hissediyoruz. Yazarın ayrıksılığı ve özgünlüğü orada da devreye giriyor.

‘The Excluded’ ismiyle sinemaya da uyarlandı

Ezcümle, kaçırılmayacak bir okuma deneyimi sunuyor metin bize. Bu arada, 1982’de ‘The Excluded’ ismiyle beyazperdeye aktarılıyor roman. Filmin yönetmeni Franz Novotny, izlemek isteyenler için belirtmek isterim.

Avusturya edebiyatının bana göre en önemli temsilcilerinden biri Elfriede Jelinek, gerek okurun ilgisini, gerek kazandığı bir düzine ödülü sonuna dek hak eden bir yazar. Türkçede okuduğum üç romanı da birbirinden güzel, çarpıcı ve özgün. Aslında öykülerini ve tiyatro oyunlarını da okumayı dört gözle bekliyorum fakat çevirilerini bekleyeceğim, böylesi metinlerin tesirinin geçmesi belli bir süre aldığı için arada geçen süreyi keyifli olarak addedebilirim. Sözgelimi, bitireli birkaç gün olmasına rağmen, hala karakterlerle ve romanın sonuyla (romanın hayaletiyle diyeyim) boğuşuyorum. Sindirmesi, içselleştirilmesi güç metinler bunlar, bunu da Jelinek’in dehasına borçluyuz.

Dışarıda Kalanlar
Elfriede Jelinek
Çevirmen: Anıl Alacaoğlu
İthaki Yayınları, 2024
roman, 240 sayfa.

Piyanist
Elfriede Jelinek
Çevirmen: Süheyla Kaya
İthaki Yayınları, 2021 (3. baskı)
roman, 288 sayfa.

Âşık Kadınlar
Elfriede Jelinek
Çevirmen: Anıl Alacaoğlu
İthaki Yayınları, 2021 (3. baskı)
roman, 192 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.