Erkeksiz Kadınlar: İran’lı kadınların masalsı başkaldırısı

30 Haziran 2024
Bu haber 3 ay önce yayınlandı

Shahrnush Parsipur’un kadın özgürlüğünü tasvir ettiği gerekçesiyle İran’da yasaklanan 'Erkeksiz Kadınlar'ı, farklı hayatlara sahip beş kadının hikayesini anlatan, cesur ve etkileyici bir roman. Yazar, İran mitolojisiyle masalsı bir anlatı kuruyor.

Shahrnush Parsipur’un kadın özgürlüğünü tasvir ettiği düşüncesiyle İran’da 1973’te yayımlandıktan kısa bir süre sonra yasaklanan ‘Erkeksiz Kadınlar’ romanı, farklı hayatlara sahip olsalar da İran’da kadın olmanın ortak kaderini yaşayan beş kadının hikayesini anlatıyor.

Arka planında 1952 yılında yaşanan darbe süreci, İran ordusuyla halk arasında yaşanan kanlı olayların aktığı romanın merkezinde kadınların yaşadığı şiddet var. Elbette arka plandaki bu gerilimli süreç kadının toplumdaki yerinin önemli oranda belirleyicisi oluyor zira İran; kadını yok sayan, hiçleştiren şeriat yönetimine doğru adım adım ilerliyor. Hal böyle olunca açık seçik bekaret kavramını sorgulayan, toplumun fahişeliğe ittiği bir kadını kutsayan, anne sütünü yaşamın özüne yerleştiren; doğuran, üreten, çoğalan ve çoğaltan, erkeğin yaptığı işleri yaparak onun iktidarını sarsan velhasıl özgürleşen kadınların gücünü anlatan bir romanın İran’da yasaklanması da oldukça normal geliyor.

Masalsı bir anlatı

Roman, ailesinin ve toplumun ona/kadınlara dayattığı şeylerden kurtulamayan, zihnini de bir türlü bunlardan arındıramayan ve aslında bir bakıma bu zihniyetin bir parçası haline gelen Mehdoht’un hikayesiyle başlıyor. Mehdoht, sevişen bir kadına duyduğu öfkeyle ve anne olma arzusuyla ön plana çıkıyor. Bekaretine sahip çıkmak, onu korumak için de çareyi bir dönüşümde buluyor: ağaç olmak!
Bir yanıyla kök salmak toprağa, doğayla bütünleşmek, çoğalmak, bereketin kendisi olmak; diğer yanıyla onu kuşatan, sınırlayan, korkutan ve kafasını duvarlara vurdurtacak kadar şiddet yaratan bu toplumdan kurtulmak, ona yüz çevirmek; özgürleşmek!..

Mehdoht’un don değiştirme (değişim- dönüşüm) hikayesi hem kurtuluşu hem de yeni bir kimlik kazanmayı temsil ediyor. Masalsı bir anlatı olsa da İran’da kadınların kimlik kazanabilmesi, kendisini bir ağaç olarak toprağa dikmesinde karşılık buluyor romanda. Yani bir kadının özgürleşebilmesi için, kadın olmaktan çıkması gerekiyor!

Evlilik uğruna…

Faize, 28 yaşında olduğu için ‘kız kurusu’ olarak nitelendirilen gelenekçi ve bekaretini korumuş bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Tek isteği evlilik olan bu kadın, kendisini yalnızca yaptığı yemeklerle ve evlilik arzusuyla tanımlayabiliyor. Evlilik uğruna bir kadın cinayetini örtbas edebilecek kadar gözü kararabiliyor örneğin. Dinine ve geleneklerine bağlı olan bu kadının falcılara, büyücülere dahi başvurması evlilik arzusunun ne kadar baskın çıktığının açık göstergesi oluyor.
Zira, kadınlar kendi aralarında dahi birbirlerini sınıflandırıyor; evliliği, çocuk doğurmayı, doğurdukları çocuğun erkek olmasını statü olarak görüyorlar. Öyle ki bir kadın evlilik uğruna her şeyi yapabilecek seviyeye gelebiliyor.

Munis ise ömrü boyunca bekaretini korumaya uğraşmış hatta kızlık zarı patlar korkusuyla ağaca bile çıkamamış bir kadın. Munis, kızlık zarının ‘altı üstü bir delik’ olduğunu öğrenmesiyle yıllardır korkuyla kuşatıldığı bu çemberi kırıyor. Kendisini, yaşamını sorgulamak üzere bir yolculuğa çıkıyor ve eve geri döndüğünde abisi tarafından namussuzlukla suçlanarak öldürülüyor. Bu bölümde de aydınlanan bir kadının yeniden doğum, ölüm ve diriliş serüveni anlatılıyor.

Nihayetinde bu iki kadın da kurtulmak, sıyrılmak ve arınmak üzere yolculuğa Kerec’e doğru çıkıyorlar. Bu yolculuğun en önemli noktası da bu iki kadının yolda tecavüze uğraması oluyor. Yıllardır bekaretlerini korumak için ruhsal ve fiziksel mücadeleler veren, kendilerini birçok yaşamsal deneyimden uzak tutan bu kadınlar, başka birilerinin iradesiyle, şiddetiyle en kutsal şeylerini kaybetmiş oluyorlar. Bu durum bir yanıyla evlenememe korkusu yaratırken diğer yanıyla da bekaret kavramının değersizleştirilmesine olanak yaratıyor.

Namus kavramını yerle bir ediyor

Erkeksiz Kadınlar, bekaretin toplumsal bir tabu olduğunun defalarca altını çiziyor. Romanın en etkileyici karakteri olan Zerrinkülah ise bekaret üzerinden tartışılan namus kavramını yerle bir ediyor adeta. Hayat kadını olan Zerrinkülah’ın yolculuğu, bir gün tüm erkekleri kafasız bir şekilde görmesiyle başlıyor. Bu durumdan kurtulmak için namaz kılıp adak adamayı seçiyor ancak bunun için öncelikli olarak temizlenmesi gerekiyor. Vücudunda yaralar açana kadar yıkanan kadın, onca erkeğin üzerinde bıraktıklarından kurtulmak, temizlenmek istiyor. Kendisini bir pislikten farkız gören bu hayat kadını göz yaşları içinde tüm karakterlerin gittiği yere Kerec’e gidiyor.

Masalsı, fantastik ve mitolojik ögelerle çevrili roman, bir hayat kadınını kutsamasıyla İran’daki tüm kadın algısını derinden sarsmayı başarıyor.

Nilüfer doğuran kadın

Zerrinkülah, Kerec’e giderken yolda ‘iyi kalpli- nazik bahçıvan’la karşılaşıyor. Nazik bahçıvan elini değirdiği yeri güzelleştirmesi ve çiçekleri, tohumları çoğaltmasıyla karşımıza çıkıyor. Erk özelliklerinden arınmış bir figür olan bahçıvan böylece Zerrinkülah’ın kafasını görebildiği tek erkek olma özelliğini kazanıyor ve birlikte Ferruhlika’nın bağına kabul ediliyorlar.
Ferruhlika’nın bağında yaşayan Mehdoht ağacının anne sütüyle beslenmesi gerektiğinden bahçıvanla evlenip ve hamile kalan Zerrinkülah’ın bedeni, doğuma yaklaştıkça kristalleşerek saydamlaşıyor. Doğumu ise sessizlik içinde, ibadet eder gibi, kendi kendine ve tüm bağı kaplayan bir ışık içerisinde gerçekleşiyor. “Nur içinde bir nur” olan Zerrinkülah bir insan evladı değil; bir nilüfer doğuruyor!

Zerdüşt’ün ışığının korunduğu yer

İran mitolojisinde, ‘nahid gülü’ olarak adlandırılan nilüfer, suyun içinde saklanan Zerdüşt’ün ışığının korunduğu yer olarak anlam kazanıyor. Bunun yanı sıra İran’da ‘Nahid/Anahita’, suyu bol ve duru ırmakların, yeryüzünün bütün suları ve bütün üretkenliklerin kaynağı, annelerin memelerindeki sütlerin temizleyicisi, güç, parlaklık, duruluk ve arılık simgesi, uzun boylu, alabildiğine güzel, özgür, başında yıldızlarla donanmış altın taç, teninde altın elbiseler ve altından çok değerli gerdanlıklarla süslenmiş bir tanrıça olarak nitelendiriliyor.
Dolayısıyla ışıklar içinde adeta ışığın, nurun kendisi olarak doğurduğu nergisle kutsallaştırılan kadın, fahişe kimliğinin tamamen dışına çıkmış oluyor. Bu tarz durumlarda genellikle namussuz bir kadını evlenerek kurtaran erkek kahraman ilan edilirken ve hatta cenneti garantilediği düşünülürken; romanda kadınlığın, anneliğin kutsanması toplumsal cinsiyet algısını yıkan bir tavır olarak karşımıza çıkıyor.

Bahsi geçen dört kadın, kocasının ölümün ardından üstüne kuma getirilmekten, uğradığı psikolojik şiddetten kurtularak özgürleşen Ferruhlika’nın bağına yerleşiyor. Bu yaşam alanı, kadınların kendileri olabildikleri bir İran’ı temsil ediyor diyebiliriz: insanlık onuruyla ve insanca yaşayan kadınların olduğu bir İran!

Kadının özgürleşmesi

‘Erkeksiz Kadınlar’, kadınların toplumla olan mücadelesini oldukça cesur bir şekilde; edebiyatın sınırsız olanaklarından yararlanarak ve İran mitolojisiyle güçlendirerek masalsı bir söylemle ortaya koyuyor.
Kadınların da bir parçası olduğu toplumsal cinsiyet algısına başkaldıran roman, kadınların kendini fark ederek bilinçlenmesine ve özgürleşmesine olanak yaratırken; erkekleri de sevgiye ve eşitlik anlayışına davet ediyor.
Bu yönüyle, hakim toplum düzenini tehdit eden ‘Erkeksiz Kadınlar’ yıllar boyunca okunacak, tartışılacak bir roman olma özelliğini yakalayacak gibi görünüyor.

Erkeksiz Kadınlar
Shahrnush Parsipur
Çeviren: Yıldız Uysal
Can Yayınları, 2024
roman, 104 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.