Erlend Loe’dan Mal Sayımı: İroniyi anlamayan nesle aşina değiliz

7 Mart 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı

'Mal Sayımı'nda Erlend Loe'nun bizi sinir ede ede güldüren, büyümemiş karakterlerinden birisi var. Loe, komikle trajik arasında öyle ustalıkla salınıyor ki, küllerinden doğmaya kararlı kadın şaire saygı duymaktan başka çare bırakmıyor bize.

Erlend Loe

Erlend Loe’nun Türkçeye çevrilen tüm romanlarını okudum. Hatta daha Yapı Kredi Yayınları ‘Doppler’ serisini yayımlanmadan önce Siren Kitap’tan ‘Naif. Süper’ romanını okumuş, çok sevmiş, hakkında yazmıştım. Sonra tanınmaya başlayınca, benim o bayıldığım çocuk ruhlu erkek karakterlerden bir o kadar da nefret eden olduğunu gördüm. Önceleri çok şaşırdım ama daha sonra bunun böyle olduğunun yazarın ağzından da teyit edildiğini, bizim memlekete has bir şey olmadığını öğrendim. Bu hayata bakışınızla, ironiyi anlamanız ve sevmenizle, politik doğruculuğun sınırlarını nereye çizdiğinizle çok ilgili. O nedenle her Erlend Loe kitabına dair yazdığımda şöyle başlıyorum: “Erlend Loe’yu ya seversiniz ya sevmezsiniz, ortası yok.”

‘Mal Sayımı’, Doppler öncesi romanlardan, 2013’te yayımlanmış. Türkçede ise yine Yapı Kredi Yayınları’ndan, Dilek Başak’ın her zamanki ustalıklı çevirisiyle geçtiğimiz aylarda yayımlandı. İlk kez bir Erlend Loe romanının kahramanı kadın, Nina Faber. Kadın olması onun diğer Loe karakterlerinden farklı olmasını sağlamıyor. Erlend Loe’nun bizi sinir eden, sinir ede ede güldüren ve illa bir şekilde anlayıp üzüldüğümüz, büyümemiş karakterlerinden birisi Nina Faber de. Orta yaşlı bu kadın şair gençliğinde bir nebze de olsa tanınmış, sonrasında değişen şiir akımlarına ayak uyduramamış, çalışma bursu alıp gittiği İstanbul’dan geri döndüğünde ise edebiyat dünyasına tekrar muhteşem bir dönüş yapacağını düşündüğü şiir kitabı ‘Boğaziçi’ni yayımlatmış.

Her şeyi, özellikle de emekli maaşıyla ferah ferah yaşamayı hak eden Nina Faber tabii ki başına gelenlerin, gençliğinde doğru düzgün çalışmadığı halde 65 yaşında hâlâ emekli olamamasının, zamanında kendisini mahveden alkolikliğinin hep başkalarının suçu olduğunu düşünüyor. Oysa arkadaşları sayesinde İstanbul’da yaşamış, dedikodulara göre sevgili yapmış, hayatta yine de şanslı olmuş Nina. Üstelik döndüğünde içkiyi, sigarayı bırakmış, yıllardır sıra beklediği lüks semt bostanında kulübe edinmiş, hatta oğlu Ludwig’le yeniden görüşmeye başlamış, daha ne yapsın(!)

Roman Nina’nın kitabının yayımlanmasının hemen ertesinde bir sabah başlıyor. O gün editörü Cato’dan çıkan eleştirilerin haberlerini alacak, daha sonra kitabevinde yeni kitabından okuma yapacak ve akşama da Edebiyat Evi’nde söyleşiye katılacak. Erlend Loe, Nina’yı tanıtarak başladığı romanda bizi bir süre sonra sabah uyanır uyanmaz elektrikçilerin ne denli az çalışıp çok kazandıklarına, hele öğretmenlerin nasıl da mis gibi emekli maaşı aldıklarına hasetlenen Nina’nın zihnine yerleştiriyor. (Sosyal medyada sıkça gördüğümüz başkalarının emeği ve maaşıyla kafayı bozma, demek dünyanın en zengin ülkesi Norveç’te de varmış.)

Nina editöründen daha ilk kötü eleştirileri duymasıyla güzel geçeceğini umduğu gününün tam tersi olacağını seziyor. Erlend Loe, çevirmeni Dilek Başak’tan öğrendiğim kadarıyla kötü eleştiriler alan bir önceki romanından sonra edebiyat dünyasına ve eleştirmenlere sivri oklar atmak için yazmış bu romanı. Nina Faber’in eleştirmenler hakkında düşündükleri bize çok da yabancı değil aslında: “Nina, bazılarının eleştirmen olmayı seçmelerinin yalnızca problemli olmakla kalmayıp doğrudan sefil bir iş olduğunu düşünüyordu. Başkalarının eserlerini, bazen üretmesi yıllar alan eserleri yorumlayarak yaşamak oldukça özel ve bilhassa karmaşık bir görevdi. Özellikle de yorumcunun kendisi neredeyse hiçbir şey yaratmadıysa…”

İlk kötü haber sonrası her zaman devamı gelir. Editörden sonra okuma yapacağı kitapçıda çalışan Bjørn Hansen arar ve o gün mal sayımı yapılacağı için okumasının iptal olduğunu bildirir Nina’ya. Önceden söylenmesi gerekirken unutulmuş, evet. Pek çok romandan, filmden bildiğimiz üzere ‘Mal Sayımı’ da bozuk düzende adım adım çıldıran insanı anlatıyor bize. Nina Faber kitapçıya gidip hadlerini bildirmeye karar vererek o adımlardan ilkini atıyor işte. “Bir şeyler yanlış gibiydi. Ona böyle davranılmasını kabul mü edecekti? İnsanların kendi keyiflerine göre ona verdikleri sözleri tutmayacakları biri mi olmuştu şimdi de? Bunu biraz düşündükten sonra öyle olmadığına karar verdi. Hiç de değildi. Böyle biri olmamıştı hiç.”

Romanın bundan sonrası tahmin edebileceğimiz gibi üst üste gelen talihsizliklerle dolu. Kitapçıya gidip de mal sayımı olmadığını gören Nina’nın fırtına gibi odasına daldığı Bjørn Hansen’in başına gelenler ise maalesef Nina’nın başına gelenlerden de fena. (Bu arada buradaki Bjørn Hansen, Dag Solstad’a bir selam mı yoksa çok rastlanan bir isim olduğu için tesadüf mü, bilmiyorum.) Yaşadığı şoktan ötürü mecburen hem sigaraya hem içkiye yeniden başlayan Nina bu kez de editörünün sakladığı ama Hansen’in başına gelenlerden hemen önce çıtlattığı Universitas gazetesindeki feci eleştiriye takıyor kafayı.

Gazeteyi bulup korkunç eleştiriyi okuyan Nina Hansen, yazarın kötü niyetinden, can yakma amacından öylesine emin oluyor ki yazar Roger Kulpe’yi ne yapıyor ne ediyor buluyor. Buraya kadar Nina’nın yaptıklarını abartılı buluyoruz, gerek yoktu diyoruz ama Kulpe’nin eleştirisi hakikaten amacını aşan korkunç bir eleştiri, bizde pek rastlanmayan türden diyebilirim. Nina’nın söyleyecek söz dahi bulamamasından sonra yazarın evine gitmesine, büyükannesiymiş gibi yapıp evde onu beklemesine destek çıkıyoruz biz de. “Elinden geleni ardına koyma Nina” diyoruz ki Erlend Loe’nun en büyük başarısı biz okurların her şekilde kahramanlarının yanında olmamızı sağlamak.

Tabii biz böyle diyoruz ama hiçbirimiz şiir hakkında hiçbir şey bilmediği ortaya çıkan ama böylesine yıkıcı bir eleştiri kaleme almaktan da geri durmayan Roger Kulpe’nin başına gelebilecekleri öngöremiyoruz. Sorduğu şiirleri, şairleri bilmeyen Kulpe’yi ‘Komünizmin Kara Kitabı’yla dinlene dinlene döven Nina, hep yaptığı gibi sonlara doğru yine abartıyor. Erlend Loe’yu sevip sevmeyeceğinizi belirleyen bir yer burası açıkçası. Sadece rahatsız olabilirsiniz ya da rahatsız olmakla gülmek arasında gidip gelebilirsiniz.

Nina aldığı bu darbelerin ardından ne yapacak? Bunu söyleşisine doğru yola çıktığı Edebiyat Evi’nde yaşananlarda ve sonrasında göreceğiz. Erlend Loe komikle trajik olanın arasında öylesine ustalıkla salınıyor ki bize küllerinden yeniden, yeniden, yeniden doğmaya kararlı bu kadın şaire saygı duymaktan başka bir şey kalmıyor. Oysa romanın başında duygularımız bambaşkaydı… Bu da sanatın alametifarikası.

‘Mal Sayımı’nı okuyan herkese yazarın çevirmeni Dilek Başak’la yapılmış ve pek çok şey öğreneceğiniz YKY podcast’ini de öneririm.

Mal Sayımı
Erlend Loe
Çevirmen: Dilek Başak
YKY, 2024
roman, 112 sayfa.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.