Fırat Devecioğlu’dan Lazarus: İnsanı yüzleşemediği boşlukları yönetir

13 Mart 2024
Bu haber 9 ay önce yayınlandı

2020'de THINK House’da sahnelenmeye başlanan ve hayli beğeni toplayan 'Lazarus' oyunu, Fırat Devecioğlu tarafından yeniden kaleme alınarak novellaya dönüştü. Devecioğlu’yla oyunun kitaba evrilişini, metnin felsefe ve psikolojiyle ilişkisini konuştuk.

Fırat Devecioğlu

CANER ALMAZ

‘Lazarus’, kurucusu olduğunuz Think House’tan doğan bir tiyatro oyunuydu. Şimdi de farklı bir yolculuğa çıkıyor, edebi bir kurmaca metin olarak karşımızda: ‘Lazarus – Tanrı Oyuncağı’. Sahneden kitap sayfalarına olan yolculuğuna geçmeden önce, hikâyenin özüne dönelim: Lazarus nasıl doğdu, size bu metni yazdıran duygular nelerdi?
Lazarus, hastane koridorlarında doğdu. Bir hastalık nedeniyle üç farklı hastanenin nöroloji kliniklerinde yaşamak zorunda kalmıştım. Hikâyede karşılaştığınız, Lazarus hariç, tüm karakterler gerçek. Orada, başka bir hayatın varlığına şahit oldum. Kendine özgü yaşantısı, rutinleri, iletişim biçimleriyle, dünya içinde başka bir dünya hastane.
En çok terk edilen hastalar, nöroloji bölümlerinde oluyor… Bilinçleri olmaması, bu durumda etkili. İnsanlar, onu hatırlamayan kişiler karşısında, daha az sorumluluk hissediyor. Başında refakatçisi olmayan, bilinçsiz kişiler beni derinden etkiledi. Özellikle de yemek saatlerinde, bu hastaların yanı başına bırakılan tabldottaki yemekleri yiyemiyor olmaları en sarsıcı şeydi.
Bir gün, sabaha karşı, tomografi için sıraya girmiştik. Cihazından tek başına dışarı çıkan bir çocuk gördüm. Altı yaşlarındaydı. Kimsesi yoktu. Saçları, kaşları dökülmüştü. Öleceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Ağır bir hastalıkla mücadele ediyormuş. Lazarus’ un ilk notunu o sırada yazdım, kitabın başlangıcı olduğunu bilmeden.
Hastane koridorlarına baktıkça, oralarda dolaşan bir karakter belirdi zihnimde; refakatçi kartı sayesinde, terk edilmiş hastaların yanında duran, yeni bir varoluş yaşayan biri. Sonuçta burası bir dünyaydı ve burada dünyaya fırlatılan biri olabilirdi. Aile, âşık olma arzusu, Tanrı, mutlu bir çocukluk hayali gibi eksikliğini hissettikleriyle kucaklaşan Lazarus’u, böylece yazmaya başladım.

Bir tiyatro metninin novellaya evrilme süreci nasıldı? Bir tiyatro oyununu yeniden farklı bir kurmaca olarak yazarken karşılaştığınız zorluklar ya da imkânlar nelerdi?
Her yazarın, tiyatro metni yazma konusunda kendini denemesini tavsiye ederim. Çünkü tiyatronun, yazarı disipline sokan bir yanı var. Sonuçta süreyi, oyuncuların hareketlerini düşünerek yazmalısınız. Siz konsolide etmezseniz, oyunun yönetmeni elinde makasla içeri girer. Yazdığınız şeyi tanımakta güçlük çekebilirsiniz. Tiyatro metin yazarlığı, en güçlü ifadeyi, en sade biçimde bulma kaygısına neden oldu bende. Kaygı da yaratıcılığa dönüştü.

‘Lazarus’u tiyatro severler güçlü bir şekilde sahiplendi. Bunu hiç unutmayacağım. Her oyun sonrası, söyleşiler gerçekleştirdik. İzleyicilerin yorumları, eleştirileri, oyunu, ekibi, ‘Lazarus’un etkisini güçlendirdi. Bazen benim göremediğim yerleri, seyirciler işaret etti.

Novella için beyaz kâğıdın başına geçtiğimde cephanem doluydu. Önümde üzerinde yönetmen notları bulunan bir text, izleyicilerin yorumları, defalarca sahnelenmiş olaylar vardı. Yine de tiyatro metni kadar iyi olacak mı diye kaygılandığımı hatırlıyorum. Hikâyenin tiyatrosu metaforlarla dolu. Kitapta ise örtük anlamların neyi işaret ettiğini ifade edebildim. Kitabı okuduktan sonra, tekrar oyunu izlemeye gelenlerin olduğunu biliyorum. Tersi de güzel bir deneyim, şu an okuduğunuz oyunu, aynı ay için sahnede izleyebilir, söyleşisine katılabilirsiniz.

‘Lazarus’ çok kısa, kısa olduğu kadar da etkileyici bir metin. Sizin felsefe ve psikoloji eğitimi aldığınızı biliyoruz ki bunu direkt hikâyede de kullanıyorsunuz. Lacan’dan bir epigraf bulunuyor. Hikâye içinde Schopenhauer, Ericc Fromm ve hatta Freud izleklerini yakalamak mümkün. Metni kurgularken ve yazarken, karakter özelinde okura/izleyiciye geçirmek istediğiniz felsefi alt yapıyı nasıl açıklarsınız? Karakterimiz bize özde neyi göstermeye çalışıyor?
Tamamlanmamış yas süreci, karakterin var oluş probleminin odağındaki bir unsur. Annesinin ölümü sonrası, bu süreci yaşıyor. Hissettiği suçluluktan dolayı, onun ölümünü kabul edemiyor. Bu nedenle, annesiyle benzer hastalıklarla sahip insanların arasında yaşamaktan haz duyuyor. Böylece onu zihninde yaşatabiliyor.
Ancak insanları öldürme, ölüm anı sonrası onları izleme gibi arzulara sürükleniyor. Bu tamamlanmamış yasın etkisi… Çünkü ölmek üzere olan hastalar, annesinden beklediği ama şahit olamadığı son hareketleri yapıyorlar. Böylece iç güdülerine teslim oluyor. Öldürme arzusunu, kendine Tanrısal anlamlar yükleyerek (üst benlik oluşturarak) gerekçelendiriyor. Bu yaşantı, Lacan’ın “Usulüne göre gömülmeyen her şey hortlar” düşüncesini hatırlatır. Kültürümüzde yer alan ve ölmek üzere insanların sevdiklerine söylenen “onu son kez gör” yönlendirmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Yasın tamamlanması bir gereklilik. Duygusal dayanaklılık için önemli bir dengelenme süreci.

Lacan’ın gölgesini, yas sürecinin dışında da görmek mümkün. Lazarus karakterinin baba özlemine, sevgi yoksunluğu yaşadığı çocukluğuna, mesleki varoluşunda hissettiği değersizliğe yakından baktığımızda, her birini, eline ayağına dolanan, hortlayan unsurlar olarak değerlendirebiliriz.
Lazarus’un yaşadığı baba eksikliği (Tanrı, ağabey, yol gösterici vs. kural koyucunun olmaması) davranışlarını kontrol eden bir diğer boşluk. Bu durum, süper egosunun (denetleyici-yargılayıcı benlik) gelişmemesine neden oluyor. Bu açığı kapatamadığı için (birey olma sorumluluğunu almama), kahramanımızın ‘utanma, çekinme, rezil olma korkusu’ gibi duyguları gelişemiyor. Lazarus, zayıf süper egonun ve tamamlanmamış yas sürecinin bir yansımasıdır. Böylece karşımıza, bir seri katilin oluşma evresi çıkıyor.

Bir diğer önemli nokta, Lazarus’un, ölüme neden olduktan sonra, yılbaşı partisi düzenliyor olması. Çünkü bilinci olmayan bir hastaya âşık oluyor. Böylece sevgi yoksunluğunun açtığı problemleri daha net görüyoruz. Lazarus’un sevgiyi bulmasıyla, insanları öldüren birinden, partiler organize eden birine dönüşümüne şahit oluyoruz. Dans ediyor, eğleniyor. Kendine yüklediği kahramanlık rollerinden (üst benlikten) sıyrılıyor. Ancak sevgiden uzaklaştığında, karanlık düşüncelerine geri dönüyor. Kendine olmadık anlamlar yükleyerek, sevgi yoksunu kalmış halinin üstünü kapamaya çalışıyor. Bu durumu Erich Fromm’un ‘‘yaratmayan insan yok etmek ister’’ ya da sevgi insanın varoluş sorununun yanıtıdır düşünceleriyle de açıklayabiliriz. Lazarus, yok ederek hayattan intikam alıyor.

Lazarus, refakatçi olmadan önce bir üniversitede fotokopici olarak çalıştığı için, bazı konularda bilgi sahibi. Mesela öldürme amacı doğrultusunda, Schopenhauer’un düşüncelerini kullanabiliyor. Burada İslam’daki “Şeytan, emelini haklı gösterir.” ayetine atıf söz konusu. (En’âm Suresi – 43. Ayet)

Lazarus, Freud’un, “ilkel benlik” olarak belirttiği görüşünü temsil eder. Freud’a göre, kişi, keşfetme heyecanından yoksun kalırsa, beynin orta katmanında bulunan ilkel benlik büyümeye başlar. Böyle biri – tıpkı Lazarus gibi – talepkâr, bencil, takıntılı, yeniliğe kapalıdır, tekrarı sever ve çabuk inanır. İlkel benliğin, çalışma prensibi reklamlarda bolca kullanılır.
Satın alma davranışımızı etkiler. (Hemen inanma) Psikolojik rahatsızlıkların temel sebebi ilkel benliğin hakimiyeti ele almasıdır. Kimi düşünere göre, dünyayı ilkel benlik yönetmektedir. Günümüz pazarlama anlayışı, ilkel benlik üzerinden kurulur. Bir diğer Freud etkisi ise, Lazarus’un babası yerine koyduğu kişinin (ihtiyar komşu) ölümüne neden olduktan sonra, kendini bir katil gibi hissetmemesidir. Hatta ince bir haz duygusunun varlığından söz edebiliriz. Bu konu Netflix’de yer alan Freud adlı dizide de geçmektedir. (Dizide Freud, rüyasında babasını öldürür.)

Fırat Devecioğlu: Tamamlanmamış yas süreci, karakterin var oluş probleminin odağındaki bir unsur.

Aileleri tarafından topluma fırlatılıp atılmış çocukların bir hikâyesi diyebiliriz aslında Lazarus için. Aile yapısı içinde oturmamış kimlik kavramı, toplum tarafından karaktere atanıyor. Hastaneye getirdiği komşusuna refakat etmek için kendisine verilen refakatçi kartıyla yeni bir kimlik kazanıyor Lazarus. Çünkü anne onu kendince biçimlendirmiş ve babası onu anne karnında terk etmiştir… Gerçek dünyada kimlik yaratmada ailenin önemi hakkında neler söylersiniz?
Aslında hepimiz dünyaya fırlatılıyoruz. Çünkü seçim yapmadan kendimizi dünyada bulduk. Schopenhauer’un deyimiyle mutlu sessizliğimiz bozuldu.
Bahsettiğiniz durum, ikinci defa fırlatılmak oluyor. Bir insanın kişiliği, mizaç ile karakterden oluşur. Mizaç + Karakter = Kişilik diyebiliriz. Mizaç, kişiliğin küçük bir bölümü ve dünyaya gelmemizle bizde var olan yanımız. (Mesela açken sinirlenmek bir mizaç meselesi ya da havalar kapalıyken melankolik olmak.) Bu ömür boyu sürecek bir şey. Akıllı insan bu huylarını törpüleyebilir. Kişiliği oluşturan büyük bölüm ise seçtiğimiz karakter. İnsan, karakterini dış dünyadan seçer. Böylece etrafımızdakiler, aile önem kazanır. İnsan dünyaya mutlu olarak gelmez, mutlu bir karakteri tercih edebilir ya da insan dünyaya dürüst olarak gelmez, dürüst biri olmayı tercih edebilir. Dünyaya gelmemiz ile bizimle olan mizaç ile sonrasında seçtiğimiz karakter, bizim kişiliğimiz olur. Karakter seçmemizde, etrafımız elbette belirleyici olabilir. Ancak yine kişinin, birey olabilmesi onun elindedir. Engin Geçtan buna “rağmen var olmak” der. Ben de rağmen var olabilmeye inanıyorum. Sonuçta epigenetik, bize genlerimizi bile değiştirebileceğimizden bahsediyor.
Kişi, yaşamanın bir sorumluluk olduğu bilincine vardığında, bireysel özgürlüğünü de ilan edebilir. Bu benim yolum, benim yolculuğum diyebilir. Ancak bir türlü birey olmayan insanlar, Erich Fromm’un deyimiyle temel bağlarına geri dönmek isterler. Çocukluk yaşantısıyla göbek bağını bir türlü kesemez. Yetişkin kişi, halen anne-babasıyla uğraşıyor, mevcut olumsuz durumunun nedeni olarak ailesini görüyorsa, henüz yaşamanın sorumluğunu tam alamamış demektir diyebiliriz. Lacan, birey olamayanlar için şöyle söyler: ‘‘Anneyle yaşadığımız cenneti, sonsuza dek kaybederiz. İnsanın trajedisi bu eksikliği tamamlamaya yönelik nafile çabadır.’’
Buradaki cenneti, cehennem olarak da düşünebiliriz. Yani kötü bir çocukluk geçirmiş birinin cehennemi. Lacan’ın bu sözü, “Lazarus” karakterinin var oluşuna da ışık tutar. O, sorumluluk almaktan hep uzak durmuş biri. Bu nedenle özgür değil. Özgür bir birey olamadığı için, kayıp cennetinin peşine düşüyor. Özlemini çektiği cennetine (hastane-second life) doğuyor. Burada eksikliğini hissettiği, aile, âşık olma arzusu, Tanrı, mutlu bir çocukluk hayali ile kucaklaştığını görüyoruz. Kendi yolunu bulamıyor olmasının nedeni, sorumluluğunu almış özgür bir birey olmayı tercih etmemesi. Ancak sorumluluktan kaçması, annesinin ölümüyle pahalıya patlıyor.

Kitapta pek çok yazara da atıfta bulunuyorsunuz. Örneğin Zweig. Refakatçiliği sırasında ‘Amok Koşucusu’nu okur karakterimiz hastasına. Edebi karakterinizi etkileyen ve metne sızdığını düşündüğünüz yazarlar hangileri? Okuduğunuz ve keşke böyle bir şey yazabilseydim dediğiniz bir yazar var mı?
Stefan Zweig ilham aldığım bir yazar. Onun karakterleri için de önemli olan intihar düşüncesini, Lazarus’ta aktarırken ona selam vermek istedim. Lazarus, suçluluk duygusunun getirdiği ceza ihtiyacıyla, intihar düşüncesine tutunuyor. Sonuçta insan dünyaya ölüm içgüdüsüyle gelir. Aynen cinsellik içgüdüsünde olduğu gibi, yetişkin olduğunda, ölmeden ölümü tatmak ister. Bu da ancak acı çekmekle mümkün olur. Karakterin ölüm iç güdüsünü (ölmek-öldürmek) güçlendiren yaşadığı bu yoğun suçluluk duygusu. Böylece ceza çekme ihtiyacına, yani acıya sürükleniyor. Suç varsa, ceza da olmalıdır. İnsan kendi ceza yöntemini belirler. Kimi için bu rastlantısal cinsel ilişkiye girmek olur, kimi için madde bağımlılığı olur. Özünde bu durum acıya yönelen kişiyi karşımıza getirir. Bazen bize çok uzak gelen bu düşünce, hiç olmadık bir zamanda, olmadık bir şekilde yakalarımızdan yapışabilir. Eski, tozlu bir yaşantı, her an ensemizden tutabilir. Sonuçta insanı, yüzleşemediği boşlukları yönetir.
Kitapta, Lazarus’un bir hastaya kitap okuduğu anlara şahit oluyoruz. Zweig’ın Amok Koşucusu adlı eserini okuyor. Zweig, Lazarus’un okuduğu paragrafta, ölmek üzere olan bir insanın vücut hareketlerini tasvir eder. Tam da karakterimizin, görmekten keyif aldığı hareketler bunlar. Sonuçta benzer davranışlarda (Lazarus refleksi) bulunan insanlar, ona, annesini zihninden yaşatma imkanı vermektedir. Kısacası, hastanede yaşama fikrini ona dolaylı da olsa ilk Zweig söylüyor.
Metine Paul Auster’ın sızdığını düşünüyorum. Herman Melville’ın Kâtip Bartleby karakteri her zaman aklımdadır. Beyaz perdeden ise Robert De Niro’nun hayat verdiği Travis de her zaman baş ucu karakterlerimden. Müzik dünyasından ilham kaynağım ise David Bowie oldu. Sanatçının son albümünde yer alan Lazarus adlı parçası kitabın isminde etkili oldu.

Kitabın yayınlanmasından sonra, tiyatroda oyunu izleyenlerden aldığınız olumlu ya da varsa olumsuz dönüşler oldu mu? İnanıyorum ki metni okuduktan sonra tiyatro sahnesinde de oyunu izlemek isteyenler çoğalacaktır. Tiyatronun ülkemizdeki durumu hakkında neler söylemek istersiniz?
Öncesinde oyunu izleyenler, elinde kitaplarla THINK House’a geliyorlar şu sıralar. Mini imza günleri yapıyoruz. Yüzlerimiz gülüyor çünkü tiyatro seyircisi, Lazarus’un kitap olmasını çok istemişti. Lazarus’un oyunu bölümlere ayrılmış durumda. Özellikle herkes ilgisini çeken bölümü, kitap üzerinden tekrar takip ediyor. Kimi acil servisteki yaşlı kadını merak ediyor, kimi sallanan kadının akıbetini…
Ben her zaman insanımıza güveniyorum. Bugün tiyatroda müthiş bir üretim süreci var. Alternatif sahneler sürekli yeni oyun üretiyorlar. Büyük prodüksiyonlu işler artıyor. Biz THINK House ile 2020’de tiyatroya yatırım yaptık. Karşımızda bir hazine gördük. Yetenekli oyuncular, yönetmenler, reji ekibi. Harika konservatuvar okullarımız var. Bu alana, bizim gibi, kültür girişimciliği olarak bakan, iş modeli geliştiren yeni girişimcilerin katılmasıyla daha iyi olacak.

Yazdığınız yeni bir oyun ya da roman/öykü/novella türünde bir çalışma var mı? Kısacası masanızda ya da aklınızda duran hikâye neyle alakalı?
Masamda oyun, roman, novella ve kurgu dışına yönelik pek çok taslak içerik var. Ancak uzun süredir uğraştığım bir roman var. Bitti aslında. Ancak teknik yeterlilik, bağlantılar için mesai harcamam gerekecek. Hikâye bir insanlık krizini ele alıyor. Yine felsefi bir kurgu ancak bu defa polisiye unsurlar ön planda olacak. Yeni bir sistem önerisi içerdiği için sosyo-ekonomik bir açılım da söz konusu. Lazarus kadar ilginç başka birkaç karakterle daha okuru tanıştırmak istiyorum.

Lazarus – Tanrı Oyuncağı
Fırat Devecioğlu
Destek Yayınları, 2024
novella, 64 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.