Fuat Sevimay’dan Aziz ile Nikola: Hayatınızda bir Emel varsa arayın, Aziz’lik etmeyin

12 Temmuz 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı

Kimlik meselesini dert edinen ‘Aziz ile Nikola’ romanında ‘Noel Baba’nın izinde okuru çağlar öncesine götüren ödüllü yazar ve çevirmen Fuat Sevimay, "Yaratılmış kimlik meselesini işlemek için Aziz Nikola çok uygun bir figür" diyor.

Fuat Sevimay

MERVE KÜÇÜKSARP

Aralarında ‘Ulysses’in de olduğu pek çok James Joyce kitabı dahil yetkin çevirilere imza atan Fuat Sevimay, 2011’de yayımlanan ‘Aynalı’ isimli romanla yazarlığa giriş yapmış, öykülerini topladığı ‘Ara Nağme’ ile 2014 Orhan Kemal Öykü Ödülü’ne, ‘Kapalıçarşı’ adlı romanıyla da 2015 Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü’ne değer görülmüştü. Sevimay, beşinci romanı ‘Aziz ile Nikola’da bu kez kimlik meselesini merkeze alıyor ve bugün ‘Noel Baba’ olarak anılan Aziz Nikola’nın izinde okuru çağlar öncesine uzanan tarihi bir yolculuğa çıkarırken bir yandan Aziz Nikola’yı ‘Noel Baba’ halinde dönüştüren ve metalaştıran sistemi de taşlıyor.

Üstkurmacanın ve metinlerarası ilişkilerin yer aldığı anlatıda, tarihte iz bırakmış kimi maruf şahsiyetler de yer alıyor. Dante, James Joyce, Umberto Eco ve Orhan Pamuk gibi gerçek kişilerin yanı sıra Penelope, Odysseus gibi mitolojinin içinden gelen kurmaca karakterlere de rastlıyoruz. Sevimay, kimi tarihi karaktere ise yaratıcısının tahayyülünün ötesinde yeniden hayat ve ses veriyor. Nitekim kadınları ya kurbanlaştıran ya da büyülü bir seyir nesnesi olarak addeden edebi gelenek üzerine okuru düşünmeye davet ediyor. Fuat Sevimay ile ‘Aziz ile Nikola’yı, yazım sürecini ve edebiyattaki dil meselesini konuştuk.

Aziz Nikola yaratılmış kimlik meselesini işlemek için çok uygun bir figür

‘Aziz ile Nikola’ çağlar öncesine uzanan, zamanda sıçramalar yapan, postmodern anlatı tekniklerinin ustalıkla kullanıldığı zengin bir eser. Bu eserin hikayesi nasıl ortaya çıktı?
Romanın temel derdi elbette kimlik. Ve kimlik dediğimiz şey de çağlar boyunca, insanlık tarihinden süzülüp gelenlerle şekilleniyor. O nedenle, öncelikle yaratılmış kimlik meselesini işlemek için çok uygun bir figür olan Aziz Nikola ile bugünün silik kimliğini temsil edecek arkeolog Aziz’in buluşması, çatışması, birbirlerini anlamaya çalışırken kafalarının daha da karışması gerekiyordu. Yine bu nedenle tarihin içine dalıp çıkmak kaçınılmazdı benim için. Ve tarihin içinde gezerken, zihnimizi, kimliğimizi, duygumuzu etkilemiş bir dolu sanatçıya veya kurgu karaktere denk gelmemek olmazdı. O nedenle bu isimler romana konuk oluyor. Ama fevkalade insan halleriyle. Çünkü beni meselenin o tarafı ilgilendiriyor.

Bizi ezen erk karşısında ironi müthiş bir direnç sağlıyor

Romanda artık Sevimay okurlarının iyi bildiği ironik bir dili tercih ediyorsun. Siyasetin dilinin otoriter ve sert oluşu ironi ve edebiyat arasındaki ilişkiyi nasıl etkiliyor?
Otoriter dili siyasetle sınırlandırmamak gerek. Her türlü erk, dilini sertliğe yaslıyor. Bizi ezen, daraltan erk karşısında ironi, müthiş bir direnç sağlıyor. İşte ironinin sağladığı bu direnci seviyorum. Erke, baskıya, kendini halt sananlara karşı, en az senin kadar güçlüyüm ama gücümü senden farklı olarak zekamdan, duygumdan, insanlığımdan ve eşitliğimden alıyorum diyen bir dil, karşı tarafı da ifrit ediyor. Bu bence çok eğlenceli. O nedenle buradan devam.

Evlatlarımızı öldüren düzene karşı

Roman okuru çağlar öncesine götürse de kimlik meselesi üzerinden günümüze dair eleştiriden de geri durmuyorsunuz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
‘Aziz ile Nikola’ da dahil olmak üzere benim kimi roman ve öykülerim tarihte geçer ama bunlar için hiçbir zaman tarihi roman ifadesini kullanmak istemem. Tarih benim için bir oyun alanı ve malzemedir. Benzer şeyi felsefe, sosyoloji, din, psikoloji ve elbette siyaset için de söyleyebilirim. Tüm bunlar romanın akışına katkı sağlayabilir ancak sadece serpiştirmek kaydıyla. Günümüz siyasetini de eser miktar romana serpiştirmeyi seviyorum. Hem okura, asıl meselenin bugün olduğunu hatırlatıyor hem de yazar için bir soluk alanı. Çünkü, zulüm karşısında susan dilsiz şeytan. Susmam, susmayalım. Evlatlarımızı öldüren düzene karşı elimizden gelen romanın satır aralarında ses vermek ise bunu yapmaktan asla geri durmam.

Üçüncü beşinci dünya diye bize rol biçmesinler

Frederic Jameson’ın çok tartışmalı bir tezi vardır. Kendisi üçüncü dünya ülkelerinde ortaya çıkan metinlerin ulusal alegori olduğunu, orada yaşayan bireyin deneyiminin cemiyetin deneyimini özetlediğini iddia eder ve ekler: “Bu yüzden burada yaşayan aydınlar siyasi aydın olacaklar ve onları başka ülkelerden okuyanlar da o toplumu veya farklı bir kültürü anlamak için okuyacaklardır.” Bu tez hakkında ne düşünüyorsunuz?
Katılmıyorum. Her şeyden önce sözüm ona birinci dünyanın, üçüncü beşinci onuncu dünyalar yaratmasına, akılcı gibi görünse de o yüce tahttan ahkamlar kesmesine katılmıyorum. Bize rol biçmesinler. Biz İngiliz’i Fransız’ı neden okuyorsak, Frederic Bey de bizi o duyguyla okusun. Hemhal olmak için. Yazdığımız metin yerel veya evrensel unsurlar içerebilir, ki ‘Aziz ile Nikola’ özelinde ben mevzunun bizim toplumumuzla sınırlı olduğunu hiç düşünmüyorum. ‘Benden’iz James Joyce’, ‘Kapalıçarşı’, ‘AnarŞık’ ve ‘Gör Bağır’daki öyküler için de aynısını söyleyebilirim.

Liberalizmin ‘özgürlüğünden’ sadece erk yararlanıyor

Roman aynı zamanda bir liberalizm eleştirisi…
Liberalizm, siyasal İslam ile birlikte en haz etmediğim siyasi düşünce. Nikola’nın roman boyu kafasında didiştiği Noel Baba fikriyle, 20. yüzyıla geldiğinde barışmasının arkasında yatan da kapitalizm ve liberalizm. Kaldı ki zaten ikisi birbirinin popo yalayıcısı. Liberalizmin, çok sempatik ‘özgürlük’ kelimesinin arkasına sığınıp sunduğu özgürlükten ne yazık ki sadece erk yararlanıyor. Toplumun geri kalan büyük kısmına da oyuncak ve eğlenti gerek. İşte Noel Baba da o oyuncaklardan biri haline dönüşmüş durumda. Bu söylediklerim dinden tamamen bağımsız. Dayanamadım, slogan atacağım; Kahrolsun liberalizm!

Argo azalırsa dilin tınısı da azalır

Dikkatimi çeken bir değer şey de romanda argoyu kullanışınız oldu. Daha önce rastlamadığım ifadeler var metinde. Hulki Aktunç 1989 yılında yazdığı bir yazıda dilde argonun bir hayli azaldığını, bunun da dili ve kültürü fakirleştirdiğini ileri sürer. Sen ne düşünüyorsun? Dünden bugüne argonun edebiyattaki ahvali nasıl değişti? 
En önemli ayrım ile başlayayım. Argo küfür değildir. Daha ziyade sokaktır, halktır, dilin özgürlüğüdür, sözcüklerin imkanlarıdır. Hulki Aktunç’un tespitine katılmamak mümkün değil. Argo azalırsa dilin tınısı ve kültürü de azalır. Çünkü argo aynı zamanda güçlü bir itirazdır. Ben elimden geldiğince hem bilindik sözlerle hem de bazen kendi uydurduklarımla argoyu kullanmayı seviyorum. Geçenlerde bir söyleşide sevgili Başar Başarır ile birlikteydik. Onunla da bu minvalde şeyler konuştuk ki onun romanlarında da çok yerinde kullanılır argo. Ama bu azalmada sanırım kuşaklar arası kopukluğun da etkisi var. Dönem dili değiştikçe argo da değişiyor. Üstüne detaylı düşünülmesi gereken bir mesele.

Aziz kenarından kıyısından biziz

Romandaki karakterlere ve hikayeye dönersek, romanı kaleme alan Arif, neden bir roman kişisi olarak Aziz’i seçiyor?
Çünkü Aziz kenarından kıyısından biziz. Romanın baş kişisi, tüm o tumturaklı tarihi konumuyla Nikola gibi görünse de, Aziz’in de sürekli dile getirdiği şekliyle ‘Önce Aziz’. Çünkü bizler Nikola değiliz, olamayız. Aziz gibi kredi kartı düşünen, iyi kötü bir şeyler okumuş, sevdiği kıza doğru dürüst açılamamakla birlikte erkeklik taslamaktan geri kalmayan, kazı başkanının sözünden çıkmamakla birlikte arkasından ama sadece arkasından dırdır söylenen, çipli kimliği ve klima tamirini dert edinen insanlarız. Arif çakal bir yazar, ayağına gelen böyle bir fırsatı kaçırır mı!

Başlamadan taslağı tamam ederim, öyle gelişine yazma fikri tutarlı gelmiyor

Romanda hikaye ilerledikçe karakterler arası ihtilaflar ortaya çıkıyor, bu anlatıyı zenginleştirdiği gibi derinleştiriyor, kimlik üzerine okuru düşündürüyor. Biraz buradan devam edelim, gerçek yazar Sevimay, her durakta neler olacağını belirleyen bir yazar mı, yoksa hikaye seyir aldıkça karakterler kendi rotalarını çiziyorlar mı?
Aziz – Arif ve sonra Aziz – Nikola ve hatta Alya ve diğerleri, romanın ana çatışma unsuru. Çünkü cinsiyetten inanca, sosyo-kültürel alandan hayata bakışa varana dek farklılıkları var. Hepimizin olduğu gibi. Ben romanın yazım sürecine başlamadan önce taslağını tamam edenlerdenim. Dolayısıyla okurun okuduğu birçok şeyi en başta planlamış oluyorum. Çünkü nereye gideceklerinin, kimlerle karşılaşacaklarının, ne yaşayacaklarının bir sebebi olmalı. Gelişine göre roman yazma fikri bana pek tutarlı gelmiyor. Ama akış içinde elbette ufak tefek değişiklikler olabiliyor. Olay şöyle değil de böyle gelişse daha iyi olabilir dediğim bir dolu nokta vardır. Yine de bunu söyleyebilmek için bile rotanın belli olması gerek. Benim yoğurt yiyiş tarzım bu şekilde.

Romanda eril bakışa tatlı bir saldırı var

Alya karakteri var, bir de. Benim bir kadın olarak en sevdiğim karakter oldu. Ne romandaki erkeklerin kararlarından, hayatlarından etkilenen bir kurban, ne de yüce, olağanüstü yeteneklerle donatılmış sentetik bir kadın kahraman. Gerçek ve güçlü. Keza Peneleope’nin hikayesi de olağandan daha farklı. Romanda, edebiyat ve tarihte var olan eril bakışa çeşitli eleştirilerin bulunduğunu söyleyebilir miyiz?
Bunu senden duymak beni çok mutlu etti. Çünkü benim de en sevdiğim, yazabildiğim için mutlu olduğum karakter Alya. Erkeklerin kendi arasındaki saçma sapan tartışmalara anlam verememesi, Likya temsili, doğası ve doğallığı ile bir tanrıça değil, sen gibi, birçok kadın gibi bir kadın. Romanda eril bakış açısına elbette tatlı bir saldırı var çünkü biz hep Aziz Nikola’nın bir kıza kese atıp yardım etmesini okumuşuz ama o kızın kim olduğunu hiç merak etmemişiz. İşte o kadın Alya. Kendi sözüyle, itirazıyla, sevgisiyle, hikayesiyle. Penelope’nin de ona ayak uydurmasından memnunum çünkü Penelope’ler artık Homeros’ların kaleminden kurtulsun. İllaki birinin iffetle evde beklemesi gerekiyorsa Odisseas kırsın dizini oturup beklesin. Peneleope – Nikola aşkının güzel bir tasavvur olduğunu düşünüyorum. Bunu yaşadıkları için ikisi de mutlu olmalı. Hayat belki de bundan ibaret. Erkeklerin savaşından değil.

Bugünü tarihin akışı içinden hissettirmeye çalışan bir roman

Tarihi bir düzlemde roman yazmanın ne gibi zorlukları var?
Az önce de belirttiğim gibi tarih benim için bir malzeme. Bu, tarihi anlatan bir roman değil, bugünü tarihin akışı içinden hissettirmeye çalışan bir roman. O nedenle tarihle de bolca oynayan, özellikle resmi tarihi eğip büken, daha doğrusu, resmi tarihin kendi kafasına göre eğip büktüğünü insana yaklaştıran, büyük büyük isimleri değil de sıradan insanı önceleyen bir roman. Ama her ne kadar tarihle oynasam da o oyunun yerli yerine oturabilmesi için de tarihi iyi bilmem gerekiyor. Neyse ki çok sevdiğim ve yıllardır ilgi gösterdiğim bir alan.

Bu roman için nasıl bir çalışma yaptın?
Bu roman özelinde de birçok kaynağı tekrar karıştırmam, Demre’yi ziyaret edip yerinde bilgi almam gerekti. Nikola’nın dolandığı yerler fevkalade gerçek. Özellikle Homer Yayınları’nın ‘Aziz Nikola Kazıları’ kitabı ve YKY’nin ‘Lukka’dan Likya’ya’ adlı eseri çok yardımcı oldu.

Çevirmenlik ve yazarlık birbirini besliyor

Çevirmen kimliğin de yazarlığınla yan yana yürüyor. Bu durum üslupsal bir yarılmaya sebep oluyor mu?
Evet, edebiyat özelinde bir Dr. Jekyll – Mr. Hyde durumum var. Ama üsluba yansıdığını sanmıyorum. Çünkü sıraya koydum ve hangisiyle uğraşırsam onun şapkasını takıyorum. Sırasıyla birbirlerini besliyorlar.

Şimdi masada ne var?
Devlet meselesini merkeze koyduğum, bir gemide geçen roman üzerine yeni yeni uğraşmaya başladım. Çünkü günümüzde devlet vatandaş ilişkisinin yeniden tartılması gerekiyor. Devlet iyi mi kötü mü, atacak mıyız satacak mıyız, modern insanın tarihin yarattığı devlet kavramı karşısında konumu ne? Buralarda gezineceğim. Ondan önce de Moby Dick çevirisiyle uğraşıyordum ki çok şükür 900 sayfa bitti ve teslim ettim.

Hayatınızda bir Emel varsa arayın, Aziz’lik etmeyin

Ve son olarak ne söylemek istersin?
Aziz ile Nikola’yı okuyanların Alya’yı düşünmesini isterim. Neden var ve neden yok? Likya ve deniz ve kadın, coğrafyanın ve doğanın ve cinsiyetin ötesinde neyi temsil ediyor? Belki bir gün beraberce tartışırız. Bir de hayatınızda bir Emel var ise arayın. Aziz’lik etmeyin. Belki de en önemli kimliğimiz bu.

Aziz ile Nikola
Fuat Sevimay
İthaki Yayınları, 2023
roman, 544 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.