Eserleri başta Alfred Hitchcock olmak üzere pek çok sinemacı tarafından sinemaya uyarlanan Daphne Du Maurier öyküsü 'Kuşlar', masum görünüşlü kuşları dehşetin kaynağı göstererek korku tarihinde ezberleri bozuyor.
Gökyüzünde kuşların uçmadığı bir dünya, kuşların saldırısından bile korkunçtur. İşte Daphne du Maurier’nin 'Kuşlar’ının kan donduran şeytani yaratıcılığı da bu ikilemde saklıdır.
Barışın sembolü kuşlar bir gün savaşma dürtüsüyle birlik olup insanlara karşı saldırıya geçselerdi ne olurdu? Bu sorunun peşine takılan Daphne Du Maurier öyküsü, 1963’te Alfred Hitchcock’un korku klasiği ‘Kuşlar’a dönüştü. Son derece üretken ve çok özel bir yazar olan Maurier’nin sinemaya uyarlanan tek eseri bu değildi tabii. Yine Hitchcock’un ‘Jamaica Inn’ (1939) ve ‘Rebecca’sına (1940) ayrıca ‘Frenchman’s Creek’ (1944), ‘My Cousin Rachel’ (1952, 2017) filmlerine ve korku sinemasının en çarpıcı örneklerinden ‘Don’t Look Now’a (Nicolas Roeg, 1973) kaynaklık eden metinlerin yazarıydı o. Ama bu yazının konusu İthaki Yayınları’nın ‘Karanlık Kitaplar’ serisinin 70. kitabı olan ‘Kuşlar’.
Altı öyküden oluşan kitabın açılış öyküsü olan ‘Kuşlar’ın kahramanı, Cornwall’da karısı ve iki çocuğuyla yaşayan Nat’tir. Bir gün evleri kuşların saldırısına uğrar. Kuşlar en endişe verici yere, çocuk odasına dadanır. Tek seferlik bir anomali olarak düşünülür bu vaka. Ancak kısa sürede bu uğursuz durumun tüm ülkeye yayıldığının haberi alınır.
“Sırf burada değil, her yerde görülmüşler: Londra’da, ülkenin her bölgesinde. Kuşlara bir şey olmuş.”
Dört ülke çapında olağanüstü hâl ilan edilir ve herkes evde kalmaya çağrılır. Ancak kimse böyle bir duruma karşı hazırlıklı değildir. Medeniyetin bu tehdit için hazırda beklettiği bir planı yoktur.
‘Kuşlar’ın korku tarihinde alternatif bir yerde durmasının iki nedeninden bahsedebiliriz. İlk neden korkunun kaynağıyla ilgilidir. Korku tarihine baktığımızda canavarın, yani korkulacak şeyin hemen her zaman medeniyetin dışından geldiğini görürüz. Drakula Romanya, Mumya Mısır, King Kong yerlilerin bulunduğu hayali ada olan Skull Island, Zombiler Haiti ile ilişkilendirilir, özdeşleştirilir. Beyaz ırk, korkunun dışında tutularak kahramanlaştırılır. ‘Kuşlar’ ise bu geleneğin dışında kalan bir anlatıdır. Hitchcock yine ‘Karanlık Kitaplık’ serisinden bir başka kitap olan ‘Sapık’tan uyarladığı ‘Psycho’da (1960) temiz yüzlü beyaz bir adamı, ‘Kuşlar’da da masum görünüşlü kuşları dehşetin kaynağı kılarak korku türünün bu muhafazakâr ezberini bozar.
Öykünün korku tarihinde özel bir yerde durmasının ikinci nedeni de finaliyle bağlantılıdır. Sonunda canavar(lar) ölmez ve herhangi bir çözüm önerilmez. Mutlak kaosla biten karamsar sonlar, korku anlatıları için çok ender rastlanan bir durumdur. ‘Kuşlar’ bu anlamda efsanevi zombi filmi ‘Night of the Living Dead’in (1968) de öncülüdür.
ABD’li sanat felsefecisi Noel Carroll’ın tartışmalı ama zihin açıcı korku tanımına göre, korku bizi gerçek dünyayla ilgili algıda revizyona gitmek zorunda bırakmalıdır. Noel Carroll’a göre gazete haberlerinde rastlanacak konulara sahip filmler, gerçek anlamda korku türüne dahil değildir. Seri katillere, psikopat işkencecilere, ergenleri kıyımdan geçirenlere yer veren birçok korku anlatısı onun kişisel tanımına uymaz. Ancak ‘Kuşlar’ tam olarak Carroll’ın tarifine denk düşen bir öyküdür. Çünkü bildiğimiz dünyada kuşlar insanlara saldırmaz.
Temel kuralların değişmesine doğaüstü korku türünde sıkça rastlanır. Zaten özünde korku anlatılarının yaptığı şey dünyayla kurduğumuz mantık ilişkisini parçalamak, güvenimizi kırmaktır.
‘Kuşlar’ öyküsü ve dolayısıyla filmi de kuşlara olan güvenimizi kırar. Özgürlüğü çağrıştıran kanat sesleri dehşet uyandırır. Gaga tıkırtıları, kanat hışırtıları nefesimizi keser. Tekinsiz türün aşinalık örtüsünü kaldırmasının en çarpıcı örneklerinden biri vardır karşımızda.
Hitchcock’un ‘Kuşlar’ının en çok altı çizilen noktası ve ilginç yanı bu olağandışı durumla ilgili hiçbir gerekçe verilmemesi, hiçbir neden sunulmamasıdır. Filmdeki bu radikal karar öyküde de mevcuttur. Önce bu tip durumların olağan şüphelisi olan yabancılar paranoyası devreye girer: “Belki de Kuzey Kutbu’ndan gelen yabancı kuşlardır.” Ardından komplo teorileri yayılır: “Ruslar kuşları zehirlemişler.” Ama bu nedenlerin hepsi söylentiden ve asılsız iddialardan ibaret kalır. Yani hem dehşetin nedeni hem de çözümü hakkında kimsenin bir fikri yoktur.
Öykünün bir noktasında kontrolden çıkan kuşların kökünü kurutma planları konuşulur.
Ancak bu plan son derece rahatsız edici ve ürperticidir. Çünkü gökyüzünde kuşların uçmadığı bir dünya, kuşların saldırısından bile korkunçtur. İşte Daphne du Maurier’nin ‘Kuşlar’ının kan donduran şeytani yaratıcılığı da bu ikilemde saklıdır.