Beşinci filmi ufukta beliren 'Matrix’e ilham veren William Gibson'ın 'Neuromancer’ı bilimkurgunun netameli alt türü 'siberpunk’ın da kurucu metni kabul edilir. Romanın kendi vücuduna hapsolmuş kahramanı Case, 'Matrix’in Neo’sunun atası...

‘Matrix’in yeni (beşinci) filminin ufukta belirmesi, bu klasikleşmiş serinin kaynak metinlerinden ‘Neuromancer’ı anmak için güzel bir fırsat. Kült mertebesine ulaşmış bazı fantastik film/dizi serilerinin doğrudan uyarlandığı bir kitap vardır. ‘Yüzüklerin Efendisi’ veya ‘Taht Oyunları’ gibi. Bazılarınınsa daha dolaylı, başka bir deyişle gayrı-resmi (kimine göre tartışmalı, kimine göre tartışmasız) kaynak metinleri mevcuttur. Mesela ‘Star Wars’ filmleri için ‘Dune’, ‘Matrix’ filmleri için de ‘Neuronancer’ bu kitaplar arasında kabul edilebilir.
‘Neuromancer’ aynı zamanda bilimkurgunun netameli alt türü siberpunk’ın kurucu metnidir.
Siberpunk’ın içinde hard-boiled dedektiflik edebiyatından da, gotik edebiyat ve fantastik edebiyattan da, ‘No future’ sloganıyla ünlü punk-rock’tan da esintiler vardır. Kara film atmosferiyle distopya ortamı iç içedir. Bu dünyada yüksek teknoloji hayırlı bir şey değildir, makine ile insan arasındaki sınır bulanıklaşmıştır ve geleneksel değer sistemi çökmüştür. Kontrolden çıkmış şirketler ile şeytani yeraltı suç örgütleri yönetimi ele geçirmiştir. Gerçekliğe, hafızaya, adalete duyulan güven kaybolmuştur. Kesintisiz yağmurun altındaki ucuz otellerde, sefil barlarda, titrek neonlar arasında geçen birbirinden kasvetli maceralar bizi bekler.
‘Siberpunk’ kelimesi ilk kez 1983’te Isaac Asimov’un bilimkurgu dergisi Amazing’de yayımlanan bilgisayar korsanı bir grup gencin anlatıldığı Bruce Bethke’nin hikayesinin adıdır. Ancak siberpunk’ın kurucu metni William Gibson’ın 1984 yılında yayımlanan ‘Neuromancer’ıdır. Romanın sadece ilk cümlesi bile türü tanımlayan karakteristik örnek kabul edilir:
“Limanın tepesindeki gökyüzü, ölü bir kanala çevrilmiş televizyon rengindeydi.”
Pek iç açıcı olmayan bu tasvirle başlayan romanın merkezindeki kavram olan ‘siberuzay’ sözcüğünü Willam Gibson ilk olarak ‘Burning Chrome’ (1982) öyküsünde kullanır. İki yıl sonra da bu terimi ilk romanı ‘Neuromancer’da popülerleştirir. ‘Burning Chrome’ öyküsü Kathryn Bigelow tarafından perdeye uyarlanmak istense de olamamıştır.
Daha sonra aynı öykü ‘Johnny Mnemonic’ (1995) adıyla filmleşir ve sinemadaki bu ilk William Gibson uyarlamasının başrolünde Keanu Reeves yer alır. ‘Matrix’ serisinin başrol seçiminin ilhamı da belki bu eski usul siberpunk klasiğinde gizlidir.
‘Neuromancer’ın kahramanı Case ise artık bir siberpunk ikonuna dönüşmüş olan ‘Matrix’in kahramanı Neo’nun atası ve meslektaşıdır.
24 yaşındaki Case data çalma konusunda uzmanlaşmış bir hacker’dır. Bir siberuzay kovboyudur. Ancak bir gün asla yapmayacağına yemin ettiği o klasik hatayı yaparak işvereninden çalar. Ve saldırıya uğrayarak bir tür beyin hasarı nedeniyle siber aleme erişimi kesilir. Savaş zamanında Ruslarca kullanılan bir mikotoksinle sinir sistemine hasar verilmiştir. Bu onun için hücreye kapatılmaktan farksızdır. Case, kendi vücuduna hapis düşmüştür. Neyse ki bir umut ışığı vardır: kendisine teklif edilen yeni işi kabul ederse ete hapsolmaktan kurtularak yeniden müptelası olduğu siberuzay’a erişebilecektir.
Case’i bu yeni iş için görüşmeye götüren aracıysa ‘Matrix’te olduğu gibi ölümcül cazibeye sahip bir kadındır. Tırnaklarından neşter çıkan bir sokak samurayı olan Molly. Case bu hem seksi hem de tehlikeli siber-anarşist kadının peşine düşerek kendini yeniden siberuzay’da bulur. Nihayet etin yükünden kurtulmuştur. Bir jakla siberuzay paneline bağlanıp gövdesinden ayrılmış olan bilincini ortak bir halüsinasyon olan matrise göndermiştir.
Tüm benzerliklerine rağmen ‘Matrix’ filmi ‘gerçek nedir’in peşindeyken, ‘Neuromancer’da varoluş sorgulamasından çok iş bitirme telaşı vardır. Yani daha az felsefe, daha çok aksiyon. Ve tabii ki işler fena halde karışır. Case kendini karmaşık bir komplonun içinde bulur.
‘Matrix’ 80’li yılların başında daktiloyla yazılmış bu romanda doğrudan kullanılan bir sözcüktür. Case’in “Önünde uzanan o tekdüze boşluk boyunca açıldıkça açılan parlak ızgaralar” olarak tanımlanır. “Bedenden azat bilincin yansıtıldığı ortaklaşa halüsinasyon”dur.
Peki ‘Matrix’ gibi bir fenomeni derinden etkileyen bu romanın etkilendiği bir eser yok mudur? William Gibson, ‘Escape From New York’ (Carpenter, 1881) filminin ‘Neuromancer’ üzerinde etkisi olduğunu söyler. Bir başka filminse yazar üzerinde olumsuz etkisi olacaktır. Gişede ilgi görmeyip on yıl sonra video piyasasına ‘düştüğünde’ efsaneleşecek olan ‘Blade Runner’ (1982) adlı bu yapımı izlerken henüz yayımlanmamış romanını fazlasıyla andıran sahneleri perdede görmenin sarsıntısını yaşamıştır çünkü. ‘Blade Runner’ın uyarlandığı öykünün (Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?) yazarı Philip K. Dick ise William Gibson’ı kelimenin tam anlamıyla sarsan bu filmin gösteriminden üç ay önce hayatını kaybetmiştir.
Neuromancer
William Gibson
Çeviren: N. Can Kantarcı
İthaki Yayınları, 2023 (2. baskı)
roman, 336 sayfa.
