Mehmet Yaşın’dan oyunbaz roman: Selam Metin, Ben Berceste

10 Nisan 2024
Bu haber 4 hafta önce yayınlandı

Usta şair Mehmet Yaşın'ın 'Selam Metin Ben Berceste'si okuru müziğin, şiirin, felsefenin, mitolojinin sınırlarında gezdiren parçalı bir roman. Bir solukta okuyup bitirmekten çok, üzerinde düşüneceğiz bir kitap.

Mehmet Yaşın

İLAYDA DEMİROK

‘Selam Metin, Ben Berceste’… Yılların süzgecinden geçip günümüze damgasını vuran, derinliği ile okurunu felsefenin, edebiyatın, müziğin, mitolojinin, psikolojinin bazen de sinemanın sınırlarında gezdiren, toplumun yara aldığı ya da yaraladığı, bir bakıma ötekileştirdiği meseleleri romanına sokar Mehmet Yaşın. Yazar, okurunu tamamen roman serüvenine çekmeden önce heyecanını, deneyimini, beslendiği kaynakları da ‘Bilgilendirme, İtiraflar, Teşekkür’ bölümünde okuyucusuna sunar.

Yaşın’ın Ekim 2013-Mart 2023 arasında Berlin, Londra, Cambridge, Üsküp, Atina ve Rodos şehirlerinde kaleme aldığı romanındaki asli mekân ise İstanbul’dur. Yazar, bu bölümde okuruna itiraflarda bulunurken bir bakıma da yol gösterici misyonu da yükleniyor kanımca. Toplumsal cinsiyet, feminizm, yaşlanma, tek tipleşme, kadın, anne-kız ilişkisi gibi pek çok konuyu bilim insanı tavrıyla romanının içinde ustalıkla eritiyor. Sıra dışı bir yöntemi belki günümüzün sıradan ve çözümsüz gibi görünen konularını, roman kahramanı üzerinden tekrar okuyucusuna sunuyor ve okurunu yeniden bir sorgulamanın içine çekiyor.
Otobiyografik unsurlarla benzerlik kurabileceğimiz yazar kahramanı ile yazar Mehmet Yaşın arasında bir köprü kurar okur. Belli bir yaş grubu içinde yer alan ve kendilerini ‘İhtiyarlar’ olarak adlandıran arkadaşlarını esas alarak yaşlanmaya başlayan görece daha üst bir kültüre, ekonomiye, eğitime sahip olan erkeklerin de magandalığını, herhangi bir kenar semtteki bir erkeğin kullandığı eril dili hiç çekinmeden, yadırgamadan kullandığını gözler önüne serer bir daha. Eşlerinden ayrılmış bu adamların genç sevgilileri (!) vardır ve geç ergenlik dönemindeki bu erkeklerin seksist düşüncelerini de okur ile paylaşır.

‘Karga Kadın’ bölümü ile romanına giriş yapan Mehmet Yaşın, mitolojinin kapılarını da aralar. Picasso’nun ‘Kadın ile Karga’ ya da ‘Kargalı Kadın’ eserinden yola çıkarak replika, eskiz, yağlıboya arasındaki nüansları derinlemesine inceleyip eriterek sunan yazar, Nedime ve Nedim’in öyküsünü ustaca bir sanat eserine dönüştürür. Bir tablodan yola çıkıp İstanbul’un nadide semti Kuzguncuk’a kondurur hikâyesini. Feminizme ve kadın haklarına, kadın cinayetlerine mitolojideki tanrılar aracılığıyla usulca değinir yazar. Apollon’un kehanet ve bilgelik tanrısı olmasına rağmen işlediği cinayetin ceremesini kargadan çıkarmasını ‘üstün’ nitelikleri olan tanrıların sorgulanamayışını yadırgatır okura.

Burada ‘iyilik ve doğruluk timsali’ olarak görülen üstün güçlerin belki de hayatımıza hükmeden ‘güç unsurları’ olduğu gösterilmek istenmiş. İnsani özellikler atfedilen tanrılardan biri de Athena’dır. “Muhtemelen dişil görünüm altında eril şiddeti uygulayan en çarpıcı örneklerden biridir,” Athena. Karga dedikoducu: “Oradan oraya laf taşımaları da hırsızlık. Zaten bencilliğin kendisi de hırsızlık.” Karganın geçmişten günümüze bitip tükenmeyen bahtsızlığını, her dönemde uğursuz, hırsız, kötülüklerin habercisi sayılmasını mitolojinin eleğinden geçirip okuruyla buluşturuyor. Yaşın, psikolojinin ve mitolojinin dolambaçlı sokaklarına dalarken okuyucu da her şeyi yöneten Athena-anne ile karga-kız arasında bir ilişki var mı diye düşünedursun!

Aile-içi tutsaklık

‘Evadamı’ bölümünde Sevgi’nin, 70 yaşındaki annesini yaşadığı her şeyin sorumlusu varsaymasını, mutsuzluğundan onu sorumlu tutmasını eleştiriyor içten içe kahramanı. Tüm hayatını belki de elekten geçiren yazar, bir evde ilk kez suçlanmayan biri olmanın derin hazzını yaşar. Anneler ve kızlar arasındaki ezeli sürtüşmeyi kendi annesi ve anneannesi üzerinden değerlendiren roman kahramanının bakış açısını, bu çatışmayı okuyucuya derinlemesine hissettirir Yaşın. Çok boyutlu bir katmanın merdivenlerinden usulca çıkarken edebiyatın o sessiz ve çok renkli duvarlarına da çarpıyor okurlarını. Okuru beklenmedik sonlarla karşılaştırıp romanın her bölümünde farklı bir deneyimin kollarına atar böylece.

“Evin erkekleri hizmetçilik rolü verir ya kadına, şunu getir bunu götür, günboyu eviçinde dön dur. Evin kızı da öyle davranır. … annelik rolüne tutsak eder. Bir çeşit hizmetkârlığa.” Yazar, Sevgi’nin annesi üzerinden toplumsal bir yaraya, kadının sadece erkek tarafından sömürüsüne değinmiyor, aynı zamanda kadının kadın üzerinden yerle bir edilmesine de değinir. Aile, toplumun en yaralı birimi belki de. Kadın da bu birimdeki en açık hedef her anlamda. Babası, erkek kardeşleri, amcası, dayısı; annesi, kız kardeşleri, kızı üzerinden saldırıya uğrar. Kadınların kullandığı eril dil, benimsediği tutumlar çok daha yaralayıcı olabiliyor. Kadının, kadın tarafından anlaşılamamasını cam kırıkları üzerinde yürümeye benzetebiliriz.

Kitaba adını veren ‘Selam Metin Ben Berceste’ bölümünde kahraman yazarımız Metin ve onun sevgilisi Kafiye ve Kafiye’nin annesi Berceste, tabii ki biri bizi gözetliyor kıvamındaki kargamız başrolde. Kahramanın anne-kız karşısındaki çığlığını satırlara gömen Yaşın, Metin’in iç dünyasını, sorularını, sorgulamalarını okura sunar. Metin, anne ile kızı arasındaki ilişkisini sorgular. Ses diye nitelendirdiği sevgilisinin annesi Berceste ile aralarında bir iktidar savaşı var âdeta. Ama Berceste bu savaşın galibi! Metin, onun telefondaki konuşmalarını, hükümran tavrını erkeksi buluyor, öte yandan Kafiye’nin annesiyle çekişmesi sonucunda kendisini seçtiğini söylüyor. Cinsiyet rolleri değişmiş, Metin kendini bu ‘erkek memlekette’ kenar mahalle kızı olarak görmeye başlar bir anlığına.

Yaşın; anne-kız arasındaki kopmayan(!) bağı, çatışmalar üzerinden aktarırken kahramanın iç dünyasındaki fırtınayla tanıştırır bizi. Kendi gerçekliğimize, ilişkilerimizdeki simbiyotik bağlara, bilinçaltı isteklerimize, öfkemizin kaynağına da bizi sürükler. Kafiye ve annesi arasındaki bitmeyen telefonlaşmalar ile hayatımızın her anına sızan ‘iletişimin(!)’ rahatsızlığından da dem vurur usulca yazar.

Magandalığın kitabını ben yazmalıydım

‘Akdeniz Maganda Haritası’… Başlı başına bir roman konusu olacak bir bölüm. Sanki akademik bir inceleme. Mehmet Yaşın’ın roman karakterine -Tayfun gibi konunun özgünlüğü karşısında kıskançlığımı kendime saklayıp- yine bir anne ve kız ikilemi yaşatarak eleştirisini yaparken araya bir de erkek kardeş sokar.

Hikâye görünümünde yazdığı parçalı romanında ‘magandalığı’ ele aldığı bölümde Ozan üzerinden Akdeniz coğrafyasının bu yönde benzeşen kültürel benzerliğini de ele alır. Magandalık… Tayfun’un eski sevgilisi Esin’in kardeşi Ozan, kadının değişimini magandalaşan kadınlığa atıfta bulunarak dönemsel bir farklılığa dile getirir. Peki, kadın neden hep nahif olması gereken bir varlık olarak toplumda konumlandırılır? Kaba saba, küfürlü konuşmak ya da argoya başvurmak sadece erkekliğin hizmetine mi sunulmuştu? Kadın, hep narin ve zarif mi olmalıydı? Böyle davranarak erkekliğin sınırlarına mı girmiş oluyordu? Erkekler, kadınların bu davranışını bir saldırı mı olarak algılıyorlardı?

Görüldüğü gibi Mehmet Yaşın, ‘Selam Metin, Ben Berceste’ adlı romanı ile kocaman bir bombayı okurunun avucuna bırakıyor. Öyle sıradan bir roman okuyacağını düşünen okuru, ‘parçalı’ romanı gibi parçalara ayırıyor. Müziği, şiiri, dini, mitolojiyi, felsefeyi, resmi, sinemayı kitabının bileşenleri yapıyor.

Bir solukta okuyup bitireceğiniz bir eser olmaktan çok, üzerinde durup düşüneceğiz bir roman ile okuyucusunun karşısına çıkıyor.

Selam Metin, Ben Berceste
Mehmet Yaşın
İthaki Yayınları, 2024
roman, 272 sayfa.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.