Covid pandemisinin en harlı günlerinde geçen 'Holly' şaşırtıcı derecede duygusal, nefis bir Stephen King polisiyesi. King'in "Kalbimi çaldı" dediği detaycı, cesur ve zeki bir kadın özel dedektif Holly Gibney, kayıp kız Bonnie'i arıyor.
Dünyanın en çok film ve diziye uyarlanan kitaplarının yazarı Stephen King, her zaman çok üretkendi zaten. Geniş hayal gücü, iyi koku alan burnu, yazmaya olan tutkusu ve tabi ki ticari zekası bu dev gibi kariyere eşlik etti. 75 yaşında ve 75’ten fazla kitaba imza attı. Son 10 yılda da üretkenliğini sürdürmeyi başardı.
2014 yılında yazdığı ‘Bay Mercedes’, King’in bazen girip çıktığı bir tür olan polisiye-suç romanlarından biriydi. Romanın esas kahramanı olan emekli dedektif Bill Hodges’ı hem King hem de okurları çok sevdi ve sonraki iki sene Hodges’ın iki macerasını daha sundu okurlarına: ‘Kim Bulduysa Onundur’ (Finders Keepers) ve ‘Son Nöbet’ (End of Watch) . Böylelikle Bill Hodges üçlemesi tamamlandı. Üç kitapta da yan karakterlerden biri olan Holly Gibney karakterini de ilginç bulan yazar, ona da bir üçleme yapmak için kolları sıvamıştı bile.
Hodges’ın öğrencisi olan Holly, biraz obsesif kompülsif özellikler gösterse de gözlem yeteneği çok gelişmiş, detaycı ve cesur, zeki bir kadın. Aslında King onu yazdıkça geliştirdi ve daha sosyal bir kişilik haline getirdi. Bir röportajında Holly karakteri için şunu söylemiş King:
“Holly’yi çok seviyorum, keşke gerçek bir insan ve benim arkadaşım olsaydı. ‘Bay Mercedes’te öyle yürüdü gitti ki neredeyse bütün kitabı ve benim kalbimi çaldı.”
Daha sonra ‘Holly üçlemesi’ olarak anılan üç kitabın ilki olan ‘Yabancı’da (The Outsider) Holly Gibney, önemli bir yan karakter olarak dahil olur kitabın doğaüstü hikayesine. King’in daha önce yayımlanmamış dört hikayesini bir araya getiren ‘Kan Varsa’da da (If It Bleeds) kitapla aynı adı taşıyan öykünün ana kahramanıdır.
King, Goodreads ödüllü başyapıtı ‘Holly’de bu çok sevdiği kahramanını hem çok iyi bir hikayenin içine enjekte etmiş hem de onun çevresiyle olan ilişkisine, özellikle de annesiyle yaşadığı sorunlu ilişkiye dalmış.
‘Holly’ birçok açıdan farklı ve ilginç, nefis bir polisiye gerilim. King’in gerilim yaratmadaki ve kurguyla oynama konusundaki ustalığını sergileyebileceği bir hikayeye sahip. Ama başka özellikleri de var.
Kitapta olaylar Covid pandemisinin en harlı yaşandığı zamanlarda 2021’de geçiyor. Joe Biden ABD başkanıdır, Trump yanlıları kaybetmenin getirdiği hayal kırıklığı içindedirler ve Holly aşısızlarla maskesiz konuşmuyordur! Çünkü aşısızların neredeyse hepsi Trumpçıdır! King hikayesinin gerilimi içine Amerikan toplumundaki politik ayrışmaya da epey alan açmış durumda yani.
Peki annesini Covid yüzünden yeni kaybetmiş olan özel dedektif Holly ne araştırmaktadır? Annesinin cenaze işlerini yeni bitirmiş olan ve hâlâ kaybının ağırlığını üstünde taşıyan Holly bir süre işe ara vermek isterken, birkaç hafta önce kızı kaybolmuş bir anne olan Penny’nin iş teklifini kabul eder. Penny’nin güzel kızı Bonnie kayıptır ve Penny çok endişelidir. Holly Bonnie’nin son görüldüğü yerde terkettiği bisikletine “Bu kadar yeter” yazdığı bir not bırakmıştır. Acaba yakın zamanda erkek arkadaşından ayrıldığı için yalnız kalan genç kadın, zaman zaman tartıştığı annesinden mi kaçmıştır, intihar mı etmiştir, yoksa kaçırılmış mıdır? Holly zaman zaman arkadaşlarından da yardım alarak araştırmalarına başlar. Araştırdıkça aynı bölgede yıllara yayılan başka kayıplar olduğunu da keşfeder. Acaba bütün bu kayıp vakaları aslında birbirlerine bağlı mı?
King bu kayıp vakalarının kahramanlarının da hikayelerine dalıyor ana omurganın içinde. Bu yüzden aralarda 2012, 2015 ve 2018 yıllarına da gidip geliyoruz. Bonnie’nin 2021’de kaybolduğu günlere de…
Bütün bu kayıpların altında gerçekten de tüyler ürperten ve can yakıcı detaylar bulunmakta. King, bütün dünyada yükselişe geçen faşizmi ve ırkçılığı, insanın karanlığına ve doymak bilmeyen hırsına bağlıyor. En çok okuyan, aydın insanlarda bile bu vahşiliğin saklı olduğunu söylüyor. Üstelik bunu bizzat yamyamlık olarak da tanımlıyor.
Bu 500 sayfalık roman King’in külliyatı içinde en politik göndermeleri olan romanlarından biri kesinlikle ve şaşırtıcı derecede de duygusal. Yazarın Holly’i çok sevdiği o kadar belli ki, onu bize sevdirmekte de hiç zorlanmıyor. Diğer yandan kitabın final kısmında öyle duygusal kısacık bir bölüm var ki, King’den beklemediğiniz derecede göz yaşartıyor. Kitabın son sayfalarında Yazarın Notu’nda bu kısmı en zorlandığı bölüm olarak tarif edip ona bu bölümde yardımcı olan şair/yazar eşi Tabitha King’e teşekkür ederken, biz de ona ufacık bir gazete haberinden yola çıkarak yazdığı bu çok sürükleyici, akıcı ve düşündürücü roman için müteşekkiriz. Umarız Holly Gibney’le bir daha yeni bir macerada karşılaşırız…
Bay Mercedes gibi bir TV dizisi olma ihtimali de hayli yüksek. O dizide Holly’i Succession dizisinde de izlediğimiz Justine Lupe oynamıştı. Ancak aynı karakteri The Outsider uyarlamasında da siyahi oyuncu Cynthia Erivo canlandırmıştı. Bakalım Holly dizisinde kimi izleyeceğiz?
Bu arada yazmak üzerine yazılmış en güzel kitaplardan birinin de yazarı Stephen King’dir ve ‘Yazma Sanatı’ (On Writing) adını verdiği bu kitap ilk kez 2000 yılında basılmış olup her 10 yılda bir yazar tarafından ‘update’ edilmektedir. Türkiye’de dördüncü baskısı bu yıl Altın Kitaplar’tan çıktı yine.
Kitabın ilk bölümü King’in keyifle yazdığı otobiyografisinden oluşuyor, yazarlık kariyerini ve yazmakla ilgili düşüncelerini de paylaşmakta. King yazıyla olan ilişkisini ve hatta Amerikan edebiyatı hakkındaki fikirlerini olumlu/olumsuz örnekleriyle de sunarak yazarlıkla ilgilenen herkese yol gösterici tavsiyelerde bulunmakta.
Sonra kendine veya başka yazarlara ait alışkanlıkları da örnekleyerek yazma motivasyonu üzerine de faydalı bilgiler veriyor. Kendi romanlarından da örnekler vererek kurmaca hikaye yazmanın zevkli ve sancılı kısımlarına değiniyor. Fikirleri olgunlaştırmak ve hikayeyi akıtmak konusunda bazı kullanışlı ipuçlarını da aktarıyor.
Şu küçük alıntı bile King’in yazarlık üzerine ne kadar samimi bir metin yazdığını kanıtlayabilir:
“Bir projeye bir kez başladıktan sonra, kesinlikle mecbur kalmadıkça ne dururum ne de yavaşlarım. Eğer her gün yazmazsam, karakterler kafamda bozulmaya başlar, gerçek kişilerden çok roman karakterine benzerler giderek. Öykünün dönüm noktaları paslanmaya başlar ve ben de öykünün bütünlüğünü ve akışını yitirmeye başlarım. Hepsinden kötüsü, yeni bir şeyler yaratmanın heyecanı söner. İş, işe benzemeye başlar ve çoğu yazar için bu bir ölüm öpücüğüdür… En iyi yazı yazar için bir tür ilham verici oyun olduğu zaman yazılandır ve bu hep, hep, hep böyledir. Mecbur kalırsam soğukkanlılıkla da yazabilirim, ama en çok tazeyken ve neredeyse tutulamayacak kadar sıcakken yazmayı severim.”