Kısa süre önce eşi Tolga Savacı'yı ani ölümüyle sarsılan Nermin Bezmen'in yeni romanı 'Teo', sevdiklerimizin gidişini kabullenmek için yazılmış sanki. Hastalıklarla boğuşan Teo'nun hikayesinde kaybettiğiniz sevdikleriniz için teselli buluyorsunuz.
Nermin BezmenREYHAN İLHAN
Sevdiklerimizle vedalaşmak, onları ebediyete uğurlamak en zorudur hepimiz için. Hayat devam etse bile bir yanımız onlarla birlikte gider. Nermin Bezmen’in yeni romanı ‘Teo’ sevdiklerimizin gidişini kabullenmek, acımızla yaşamayı öğrenmek, yas sürecimize destek olmak için yazılmış sanki. Bezmen bu romanı Bilgen ailesinin isteği üzerine yazmaya karar vermiş. Teo da bu ailenin küçüklüğünden beri hastalıklarla boğmuşmuş olan oğlu. Hikâyesi çok değerli. Ama ona geçmeden önce bu sürecin Bezmen için de farklı bir anlamı olduğunun altını çizmeliyim.
Kısa süre önce eşi Tolga Savacı’yı ani ölümüyle sarsılan Nermin Bezmen, kitabın en başındaki sunuş yazısında “Teo’nun peşinde kendi zamanlarımın da, kâinatın zamansız sonsuzluğunda tekrarlandığını fark ettim. Artık ‘ölüm’ün bir durum değil, sadece değişen bir hayatın ifadesi olduğunu biliyorum. İşin garip yanı bu bilgileri edinirken ve Sevgili Bilgen ailesini huzura kavuşturmaya çalışırken, kısa bir süre sonra sevdiceğim, canım kocam, sevgilim, aşkım Tolga’cığımın (Savacı) aniden sonsuzluk boyutuna çıkacağı ve bu serüvenden edindiğim bilgilerin derin acıma, çaresiz hüznüme, hasretime ve yasıma teselli olacağı aklıma gelmezdi” diyor.
Teo, Mersinli Bilgen ailesinin ilk çocuğu. Ganime ile Onur’un büyük aşklarının meyvesi, ilk göz ağrıları. Ganime ile Onur okul sıralarında tanışıyorlar. Tanışır tanışmaz da âşık oluyorlar birbirlerine. Onur’un babası erken ölmüş. Annesi Şadiye Hanım tüm oğullarını tek başına yetiştirmiş. Ganime’nin annesi Perihan Hanım ise tek kızı hariç tüm evlatlarını hastalıktan kaybetmiş. Eşi Necati Bey, sanki ‘Kürk Mantolu Madonna’dan çıkıp gelmiş Raif Efendi.
Bezmen’in satırlarında ilk anlatmaya başladığın andan itibaren zarafetiyle, duygusallığıyla, inceliğiyle seviyorsunuz Necati Bey’i. Tek kusuru Perihan Hanım’a sevgisinden kendini fazla ortaya koyamaması. Perihan Hanım kızının lise sıralarında flört etmeye başladığını duyunca ortalığı yakıp yıkıp bu aşka mâni olmak için Ganime’yi okuldan alıyor. Ama Onur ile ikisinin aşkı hem yıllara hem de zorluklara direniyor. Perihan Hanım da artık duramayınca bu aşk karşısında masal gibi bir düğünle vuslata eriyorlar.
Kitabın buraları tipik Nermin Bezmen satırları: Duygusal, romantik, dönemin ruhunu, ailelerin şaşasını anlatan bölümler. Kısa zamanda kucaklarına Teo’yu alıyorlar. Anne yüreği oğlu doğduğunda yağan yağmura içinden “Teo’mun kaderine ağlıyor” diyor Ganime. Hemen arkasından Melisa katılıyor aileye. Arada ufak tefek pürüzler çıksa da mutlu onlar. Ta ki Teo’nun bürsit lenfomaya yakalandığını öğrendikleri âna kadar. Onu iyileştirmek için ant içiyorlar. Neredeyse bunun çaresi oraya gidelim diye çıkıyorlar yola. ABD’ye gidiyorlar.
Ameliyatlar, kemoterapiler derken küçük bedeniyle direniyor Teo da bu amansız hastalığa. Bir gün pes etmek istese de onu karşılayan meleği ikna ediyor ailesine dönmeye. İyileşince Teo, dönüyorlar yurda. Ama Teo’nun sağlık sorunları bu kadarla bitmiyor. O lanet kanser beynine sıçrıyor, tedaviler böbreğinin birini alıp götürüyor… Hastalık hiç bırakmıyor yakasını. Teo da büyük bir olgunlukla hep savaşıyor hayatla. Ailesinin de desteğiyle elbette. Hiç yılmıyor. Çünkü o doğuştan olgun bir ruh. Ve öğreniyoruz ki aslında bu hayatı Teo bizzat kendi seçmiş.
Bezmen kitapta bizlere yaşadığımız hayatları kendimizin seçtiğini anlatıyor. Teo önceki hayatında fakir bir balıkçıymış. Çocuğu kanser olmuş ve onu yaşatamamış, tedavi ettirememiş, acılarını dindirememiş. Öyle bir acıyla kaplanmış ki içi bu çaresizlikle bir daha dünyaya gelirse hasta bir çocuk olmak istemiş, yardım edemediği evladının çektiklerini paylaşmak için. O yüzden hastalığın verdiği fiziki ve ruhani ızdırap ne kadar büyük gelirse gelsin bedenine yüreği öyle kocaman ki Teo’nun hiç isyan etmeden boyun eğip direnmeye devam ediyor.
Tüm ailesi hep destek oluyor Teo’ya. Melisa ve aileye sonradan katılan ikinci kız kardeşi Perihan ikinci, üçüncü anne gibi sarıp sarmalıyorlar onu. Anneannesi Perihan Hanım için hep özel bir yeri var, dedesi Necati Bey ise kanatları olmayan bir melek… Her şeye rağmen hayatını ele alıyor Teo. Çalışıyor, eğleniyor, hobilerini gerçekleştiriyor, hayata sıkı sıkı tutunuyor. Sadece aşkı ıskalıyor. Evlense de pek iyi bitmiyor. Bir gün beklenen son yaklaşıyor. Teo, ayrılıyor sevdiklerinden. Ama öğreniyoruz ki aslında ölüm diye bir şey yok. O gidiyor gitmesine ruhu hep ailesiyle kalıyor çünkü o, öyle olmasını istiyor.
Yazının başında demiştim ya en zoru sevdiklerini kaybetmek. Kitabı okurken acınızla buluşuyorsunuz yine. Ama bir yandan da Teo’nun hikâyesi sağaltıyor sizi. Aslında biliriz hepimiz, ilahi mesajlarla doludur hayat. Sevdiğiniz giderken bir bebek gelir aileye mesela. Ya da pencerenizin önüne bir kuş konar size bakan hüzünlü gözlerle. Uyurken saçlarınızın okşandığınızı hissedersiniz bazen. Biriyle tanışırsınız aynı anneniz gibi kokar… Biliriz aslında sevdiklerimizin bizi hiç bırakmadığını…
Bezmen, ‘Teo’yla tekrar hatırlatıyor bu bildiklerimizi bize. Hem Teo’nun savaşına, mücadelesine ve yaşama karşı iştahına hayran kalıyorsunuz hem de ailesinin sevgisinin gücünü özenerek izliyorsunuz. Ve kaybettiğiniz sevdikleriniz için teselli buluyorsunuz. Tıpkı Bezmen gibi…