Nihat Özdal'ın 'Yük Yeri - Toplu Şiirler'indeki şiirlerinin hepsinde de yepyeni şiir olmanın tazeliği var; ya da şiir nasıl evrensel olur sorusunun hakiki yanıtları. Liriği ve epiği, biri olmazsa olmaz iki kardeş buluşması olarak kullanıyor şiirde.
Aslen şair.
Önceki gün yolda hiç ummadığım birinden ‘algoritma’ sözünü duydum, yanındaki ablasıydı galiba, o da bir şey demedi, anladı sanırım, genç insanlar, yazacağım ilk yazıda kullanayım ben de alışayım dedim, bence çok uygun bir ada, Nihat Özdal’a nasip oldu!
Nihat da aslen şair ve yaptığı işler, şairliğini unutturacak değil, aksine ‘şiirin işleri’ ya da ‘her işin şiiri ayrı’ dedirtecek türden şeyler. Algoritma oldu mu?
‘Google’dan Önce’ydi (Hayal Yayınları, 2010), bizim gibi önce deyince aklına milat gelenler için ‘şaşkınlıkötesi’ bir şeydi bu, sonrasını da gördük ve daha neler… Adının vaat ettiği şiirler ve sevdiği şairlerden sevdiği dizelerle doğrusu hoş bir kitaptı. Hoşluğu, yalnızca güzel bir tat vermekle sınırlı olmayan, daha ilk kitabında geniş, nerdeyse sonsuz şiir ç’evre/n’ini sergileyen bir cesaretin de varolmasındaydı. Öncesi varsa sonrası da gelecektir doğallığı içinde okuduk, sevdik. Ziya Osman Saba’nın tarifi ve kederi mümkünsüz dizesini alınlık yapması da vefayla başladığını gösteriyordu: “Kış bitti…Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz…”
Ardından gelenler Google’dan Sonra mı sayılır yoksa o da gelecek mi bilmiyorum, ama Nihat Özdal’ın gittikçe dikkat çekmeye başlayan ve artık kıtalararası bir boyutlanmada süren macerasının ilk belirişi, hazırlığı demeli, ‘Kanat İzleri’ndedir (Hayal Yayınları, 2012). Bu kitabın alınlığındaki ‘yolculuklara’nın ‘Japonya ve Somali için’ olduğunu görünce de neden bilmem aklıma Asaf Halet Çelebi’nin ünlü şiiri ‘Mariyya’daki “can kadar yakın/çin kadar uzak” dizeleri geldi. ‘Yolculuklar’, ‘Işıklar’, ‘Yerler’, ‘Kuşlar’ diye bölümlenmiş kitap yer yer ‘kasıtlı bir kolaj’ görünümündedir. Başka şairlerden yaptığı alıntılardan söz etmiyorum, kendisinden de alıntı yaparak adeta, ‘şair’i nerdeyse ‘sıfır derecesine’ getirir, şiir şimdi kendi dengesine kavuşmuş gibidir. Kitabın özellikle ‘Işıklar’ bölümündeki düzen bunu hissettirdi.
“Uçmayı öğretemediğim/kanatlarım var” ikiliğiyle çıktığım kitaptan, ‘son düğme’ye dek iliklemediği ‘Düğmeler’ (Yasakmeyve Yayınları, 2015) kitabına geçtiğimde ilk düşündüğüm, ‘düğme falı’ oldu! Böyle bir şey var mıydı? İyi şiirlerin, hele özgün şiirlerin birbirlerini anımsatması da şiire dahildir ve iyi bir şairin okuru başka iyi şairlere yollamak gibi kadim bir töresi de vardır. Dünyayı bilmem ama şiir bunlarla bir kez daha güzelleşir işte!
Anımsattığı iyi şair, fal deyişimden anlaşılmıştır, Seyhan Erözçelik’tir ve onun benzersiz kitabı da ‘Gül ve Telve’dir. İçinde 24 ‘Gül Yaprağı ve Kahve Falı’ vardır. Tıpkı Özdal’ın 50 düğmesi gibi. “Düğmeler bellek sanrılarının, olayların akışını değiştirebilme ihtimalinden yapılır…” diye açılan bir kitaba giriyorsanız, gözardı etmemeniz gereken başka ihtimaller de olabilir. ‘Düğmeler’ gibi gayet lirik bir nesneyi hem açık haliyle hem ilikli haliyle kullanmanın şiirde imgeyle ilişkili karşılıkları var elbet ve Nihat Özdal gibi hem suya hem göğe hem yere ‘ılık bir mesafe’ tutturmuş bir şair-yazıcı da, ki bir ‘denge uzmanı’ da diyebiliriz, liriği ve epiği, biri olmazsa olmaz iki kardeş buluşması olarak kullanıyor şiirde. ‘Düğmeler’in hem kendi şiirinde hem şiirimizde benzersiz kitaplardan biri olmasının güçlü nedenlerinden biri bu. Hele o yakıcı mı yakıcı ‘yirmi dördüncü düğme’yi okuyunca Özdal’ın o dengeyi şiir lehine nasıl koruyup gözettiğini yakından görüyoruz:
“Beni anlayamayışından acıyan, / bazen koparıyorum düğmeleri… / Anlamak hep bir ilmik hatasıdır, / gözlerin çok güzel olsa da elin kanayabilir / biz iyi terzilerin erken öldüğü kumaşlarız…”
Şair-Yazıcı dedim Nihat Özdal için, bu sonuç, ama asıl gezici, bulucu, durucu hallerini yazmak gerek ki edebiyatımızda ve şiirimizde bundan sonra ne gelecek beklentisi yaratan üç beş kişiden biri olduğu da anlaşılsın! Birkaç hafta önce sırada 13 kitabı olduğunu söyleyip bir-ikisinin de adını bildirdi, ki beklediğimize değdi ve daha da değecek diyelim!
Özdal’ın çağdaş sanat, gastronomi, koku, müzecilik alanındaki disiplinlerarası çalışmalarını da unutmazsak, nasıl bir yapı/t karşısında olduğumuzu da biraz olsun anlarız. ‘Düğmeler’den ‘Deri’ye (Yasakmeyve Yayınları, 2017) gelişi de böylece anlaşılabilir. Girişteki ‘deri tarihi’nin son cümlesi de: “Biyoloji ve aşk deri tarihi ile başlar.”
Özdal için denilebilir ki, şiir onun yazısıdır. Başka bilgilerin yazılarıyla birlikte onun bir yeryüzü açıkhava okuluna dönüştürdüğü şiirde, eskilerden el alan yeni bir büyücü soğukkanlılığı ve sadeliğiyle, okuru anlamın şaşırtıcılığıyla bir kez daha tanıştırmadadır. ‘Kan’a şöyle başlar: “Bir derinin kurtulması, onu dünyaya bağlayan yaşamın güneşe serilmesi ile mümkün”. Bir de ‘Melanin’ yorumu: “Ben bir gölgeyim, senden neden ayrılayım?”
Müthiş üçlemenin (‘Düğmeler, Deri, Koordinatlar’, Kırmızı Kedi Yayınları, 2021) son kitabı, belki en şaşırtıcı da olanı, ‘Koordinatlar’ (2021). Kendimize gömüldüğümüz şu dünyanın biraz dışına çıkıp uzaktan bakmanın kitabı, tasavvufi bir yanı da var, “gah çıkarım yeryüzüne, gah inerim yeryüzüne” anlayışının “seyrederim alemi, seyreder alem beni” diyalektiğinde koordinatlarını araştırıyor. Şiir deyip geçmeyin, koordinatlarına göre ilerleyin!
‘Yük Yeri’nde (Kırmızı Kedi Yayınları, 2024) topladığı kitaplar arasında ‘Dalgalar Nasıl Oluşur? Caz ve Muvaşşah’, ‘Çerçeve’, ‘Makas’, ‘Çekim Yasası’, ‘Kumaş’, ‘Harita’, ‘Mülkiyet Fikri’ ve hepsinde de yepyeni bir şiir olmanın tazeliği var. Nihat Özdal adlı bir şair-yazıcının şiir nasıl evrensel olur sorusunun hakiki yanıtları olan birbirinden çalışkan kitapları var!