Eğilmeyen, onurlu üç kadın; köylü Grigia, aristokrat Portekizli, tezgâhtar Tonka. Robert Musil'in erkeklerin gözünden aktardığı 'Üç Kadın', bir anlamda 'Niteliksiz Adam’ın da öncülü sayılabilir. Musil okumanın ulaşılmaz heyecanı sarıyor içimizi...
Biri bir köylü kadın, Grigia. Konuşması, varlığı, giyimi, tavırları ve tepkileriyle şaşkınlık ve hayret verici. Tanıdık mı? Bir öykü kahramanı olarak pek değil; ama hayatın içinde ve anılarımızda yer etmediğini iddia edemeyiz.
Biri bir aristokrat kadın, kısaca ve öz olarak Portekizli kadın diyebiliriz ona. Zamanı sessize almaktan, gerektiğinde görünmekten, gerektiğinde kaybolmaktan çekinmediğini biliyoruz artık.
Bir diğeri tezgahtar kadın, Tonka. Bıçkın bir evden, hayat kadınlarından, yalnızlıktan, aşktan ve başına gelen kötü şeylerden bahsedebiliriz onu andığımızda. Bir masumiyet timsali baştan ayağa.
‘Üç Kadın’ adını verdiği öykü kitabında Robert Musil akışı büyük oranda erkeklerin gözüyle aktarıyor okura. Kadınlar daha geri planda gibi görünse de belirleyen, çözen, yön veren, mim koyan, çomak sokan, durumun bizzat kendisine müdehale eden durumunda olduklarını reddemeyiz. Erkeklerin gözünden aktarılan ‘Üç Kadın’da asıl kahramanları kadınlar oluşturuyor. Ama bir yanda doğanın akışı, hayatın ve gündelik ilişkilerin çetrefil tuzakları, aşk ve yalnızlık, hamilelik ve yoksulluk bir yanda. Bir diğer yanda köyde geçen hayatların çağrşımsal üretkenliği, doğanın müthiş döngüsü ve Musil’in şiirsel dili. Neredeyse her sayfada karşımıza çıkan o şiirsellik, metne okuma hazzı kattığı gibi, imgesel bir zenginlik de katarak sezgiyi güçlendiriyor ve okura geniş alanlar açıyor. Neredeyse her sayfada bizi şiire taşımak için sözcükleri yoruyor Musil, karmaşık bir iç yapıya davet ediyor; ama okudukça kendini ele veriyor imgiler ve aytıntılar.
“Fırtına gibi esen kupkuru bir acıyla savruldu” gibi bir paragraf başının şiire ait olmadığını iddia edemeyiz ya da aynı sayfanın altında “rüyaları eğirmek”ten bahsederken, düzyazının ve kurgunun olanaklarıyla, şiirin olanaklarını ne derece harmanladığını ve Musil’in metni nasıl güçlendirip zenginleştirdiğine de tanık oluyoruz. Tabi burada çevirmenin de hakkını vermek gerek, Zehra Aksu Yılmazer’in bir an olsun duraksamadan akan çevirisi okuma hazzını yükseltiyor kuşkusuz.
Almanca edebiyatın en büyük yazarlarından biri olan Robet Musil, bir yerde haklı olarak, ‘Niteliksiz Adam’ romanıyla belleklerimizde. Kıyım zamanlarının destan gibi romanında tanık olduğumuz her ayrıntı, bizi şaşırtmak ve hayran bırakmakla birlikte, okuma ve yazma hevesimizi de tetikledi.
‘Üç Kadın’ adını verdiği öyküleri belki de ‘Niteliksiz Adam’ın kanat hareketleri, bir şey söylemek zor tabi. Ama kaostan başlayan tez’in kendiyle getirdiği anti-tez belirgin ve tutarlı bir senteze ulaştığında, Musil’i okumanın ulaşılmaz heyecanı da sarıyor içimizi.
1924’te yayımlanmış ‘Üç Kadın’. ‘Niteliksiz Adam’ ise 1930’da. Kitapları arasında zaman koymayı seviyor olsa gerek Robert Musil. Neredeyse her kitabı arasında 5-6 yıl zaman tanıyor kendine ve yazıya.
‘Üç Kadın’ daha önce farklı yayınevlerinden yine Zehra Aksu Yılmazer çevirisiyle yayımlanmış. Türkçeye başka çevirmenler tarafından kazandırılan çevirisi varsa, en azından ben farkında değilim.
Aşkın ve ıstırabın bir başka yönü, kavuşmanın ve göz göze gelmenin, dünyaya çocuk getirmenin ya da samanlıkların, yara iyileştirmekle çekip gitmek arasında bir sabah; telaşlı ve kedilerin çocukluğuna dair bir sabah gibi üstelik.
Yabancı oldukları kadar tanıdık kadınlar, kendi kaderleriyle erkeklerin kaderini bir çizgide tutmaya çalışırken hayatın gerçeklerini yadsımadan, eğilmeden, onurlu ve doğru olanı bir an olsun çiğnemeden var oluyor her üçü de… Farkılı sınıflardan geliyor olmalarına rağmen, benzer idealler ve gerçekler arasında yaptıkları tercihler belirliyor onları.
Elbette patronlar munis, elbette patronlar ve din adamları gerektiğinde iyilik meleği olmaktan çekinmediği gibi gerektiğinde savaşı kışkırtmaktan, işten atmaktan ve çıkarları için sinsi planlar yapmaktan geri durmuyor. Sınıf karekteri gereği yer alıyor ‘Üç Kadın’da herkes.
Kadınlar geride ve gölgede kalmanın sarmalında değil; yeniden üretmenin ve gerçeği daha bir sarsıcı hale getirmenin odağında yer alıyor öykülerde. Dağlar, ağaçlar, ırmaklar, zenginlik ya da yaşama uğraşı, şatolar ve hizmetçiler, savaşlar ve kıyım, kiliseler ve ordular, samanlıklar ve tezgahlar ses veriyor öykülerde.
Musil, bir yalnızlık abidesi olarak gözden ırak tutkuların ayrıntısını yazarken bir iyilik sarayının insanları konuk edeceğini de fısıldıyor satır aralarında.