Olga Tokarczuk’un başyapıtı Yakup’un Kitapları: Asla unutamayacağınız bir okuma deneyimi

6 Ağustos 2024
Bu haber 4 ay önce yayınlandı

Nobelli Olga Tokarczuk'un sekiz yılda yazdığı başyapıtı 'Yakup'un Kitapları'nın merkezinde 18. yüzyılda Leh Yahudisi olarak doğmuş, mesihliğini ilan etmiş, önce İslam’a sonra Hıristiyanlığa geçmiş, dönemin entelektüellerini etkilemiş Jacob Frank var.

Nobel açıklamasında da vurgu yapılan 'Yakup'un Kitapları', 1024 sayfalık kalınlığıyla ilk başta okuru ürkütse de Olga Tokarczuk'un tüm meziyetlerini ortaya koyduğu bir şaheser olarak asla unutulmayacak bir okuma deneyimi sunuyor.

I
30 Ocak 2014’te, sekiz senelik meşakkatli bir sürecin sonunda romanını bitiren Olga Tokarczuk, bu olay için alıp sakladığı bir paket sigarayla balkona çıkar, şehre yoğun bir kış hâkimdir, kendini kötü hissedene değin sigara üstüne sigara içer. Dile kolay, 1000 sayfalık bir ‘magnum opus’ (başyapıt) yaratmıştır. İki sene yazmak istediğinin Jacob Frank olduğunu anlaması dahilinde yaptığı okumalar ve araştırmalar, ardından gelen altı senelik yazım süreci, arada atlattığı badireler, boşanma, babasının ölümü, ruhsal dünyasındaki hezeyanlar; en nihayetinde bu sağlıksız ve tuhaf ödülü hak etmiştir Polonyalı yazar.

Nobel açıklamasında ‘Yakup’un Kitapları’na vurgu

“Ansiklopedik bir tutkuyla sınırların aşılmasını bir yaşam biçimi olarak temsil eden anlatısal bir hayal gücü” için 2018 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında, bu kararda en etkili unsurun ‘Yakup’un Kitapları’ romanı olduğunu ekler İsveç Akademisi. Nitekim böyle bir eseri yaratabilme cesaretine sahip pek az yazar vardır, nereden bakılsa büyük bir deliliktir bu.

II
Olga Tokarczuk hem cesur bir yazar, hem aktivist. Ülkesinde yazdığı romanlar yüzünden pek çok muhafazakar politikacılar tarafından eleştirilen, hedef gösterilen bir isim. Ne ki, yazar hem kariyerinde, hem de aktivizminde en ufak bir değişiklik yapmamış, bilakis gittikçe hem ülkesini, hem de dünyayı eleştiren eserler kaleme almış. ‘Yakup’un Kitapları’ ise bambaşka bir biçimde ortaya çıkmış. Yayımlanmasından yıllar evvel, okuduğu kitapta rastladığı Jacob Frank’ı merak eden Tokarczuk, kütüphaneye yollanarak araştırmaya başlar, ona göre bu kişisel ve gizli bir araştırma işidir.

Absürt mesihlik fikrine rağmen karizmatik biri

Frank’ı araştırdıkça onda halihazırdaki Leh kültürünün yansımalarını gören ve çarpılan yazar, iyiden iyiye derinleştirmiş çalışmasını; farklı kaynaklardan okumalar yapmaya devam ederek basit bir okumayı, kendi deyimiyle bir ‘takıntıya’ dönüştürmüş. Öyle ki, geceleri uyuyamamaya, mütemadiyen bu karakteri düşünmeye başlamış, adeta kaleme ve kağıda sarılması için Tokarczuk’u sıkboğaz etmiş Frank. Nihayetinde Frank’ın kendi eseri ‘The Collections of the Words of the Lord, Lectures’i okuyunca kitabı yazmaya kesinkes karar vermiş.

Jacob Frank, 18. yüzyılda bugün Ukrayna sınırları içinde olan Podolya’da doğmuş bir Leh Yahudisi olup mesihliğini ilan etmiş enteresan bir kişilik. Evvelâ İslam’a dönüp sonrasında Hıristiyanlığa geçiş yapmış, Zionist bir tutum benimsemiş. Dönemin entelektüel kişilerini peşine takmış. Epey ünlü olduğunu, fikirlerinin takipçilerini memnun ettiğini söylemek mümkün. Olga’yı en fazla etkileyen ise onun absürt mesihlik fikrine rağmen karizmatik biri oluşu.

III
‘Yakup’un Kitapları’, yazarın ülkesi Polonya’da 2014 Ekim’inde yayımlandı. 2021’de Jennifer Croft tarafından İngilizceye aktarıldıktan üç sene sonra ülkemizde, Neşe Taluy Yüce’nin enfes çevirisiyle Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Hacmiyle korku uyandıran Nike ödüllü ‘Yakup’un Kitapları’, merkezine Jacob Frank’ı alan deneysel bir tarihi roman; bunu özellikle söylemek lazım, Tokarczuk tarih kitaplarında anlatılan her şeyde kadınların dışarıda bırakılmasına epey içerlenerek bu yeni anlayışa kadın karakterleri kendince dahil etmiş; bu bağlamda romanda kadın karakterlerin mühim bir yer tuttuğunu, tarihin gidişatını değiştirdiğini gözlemliyoruz.

Upuzun ismi romanın da özeti gibi

Romana dair ilk dikkat çeken, upuzun ismi: “Yakup’un Kitapları ya da Yedi Sınırda, Beş Dilde ve Küçükleri Saymazsak Üç Temel Dinde Uzun Bir Yolculuk. Ölüler Tarafından Anlatıldı, Yazar Tarafından Birkaç Kitaptan Yararlanılarak Üzerine Eklemeler Yapıldı ve İnsana Lütfedilmiş En Değerli İhsan Olan Düş Gücünden Yararlanıldı. Bilgeler İçin Bir Anıt, Vatandaşlar İçin Düşünme, Meraklılar İçin Bilgi ve Melankolikler İçin Zevk Vesilesi”. Romanı bitirdikten sonra bu uzun ismin ne anlama geldiğini, ne denli anlamlı olduğunu ve bir nevi eserin özetini çıkardığını anlıyor okur, zira ‘Yakup’un Kitapları’ dikkatli okurlara epey öğreti sağlayan sağlam bir roman.

Sayfa sayıları 1024’ten geriye doğru

Bir diğer ilginç nokta ise sayfa sayılarının 1024’ten geriye doğru ilerlemesi. Bunun temel nedeni İbrani kültürüne ve Kabalistlere yapılan bir atıf, okuma deneyimini de bir noktada etkilediğini söylemek mümkün. Roman yedi ana bölüme ayrılıyor: ‘Sisin Kitabı’, ‘Kumun Kitabı’, ‘Yolun Kitabı’, ‘Kuyrukluyıldızın Kitabı’, ‘Metal ve Kükürtün Kitabı’, ‘Uzak Ülkenin Kitabı’ ve ‘Adlar Kitabı’ (biyografik gerçekler) – yine burada, Kabala’ya mistik bir atıf bulunuyor, çünkü 7 rakamı doğanın sayısıdır; sözgelimi haftada yedi gün vardır, gamda yedi nota bulunur, yedi yön bulunur. Bilgelere göre fizikselliğin yedi yönü bulunur: Yükseklik, Genişlik, Derinlik, Üst ve alt (yüksekliği sınırlar), Ön ve arka (genişliği sınırlar), Sol ve sağ (derinliği sınırlar), diğer altısının bağlanması. Olga’nın eserlerinde doğa kanunlarının ne kadar önemli olduğunu bilen okurları için bu tarz detaylar son derece barizdir aslında.

Hikâye 1752’de, Rohatin’de başlar, okurun ilk karşılaştığı gerçek tarihi bir figür olan Peder Benedyct Chmielowski olur. Pederin kendini ünlü kılan eseri ‘Yeni Atina’yla ilgili kaygıları vardır, olaylar silsilesi de onunla başlayıp zincirleme devam eder. Jacob Frank’le tanışana değin pek çok karakterle karşılaşırız, bu meyanda metnin kendine has bir ritmi vardır. Kezâ kendine özgü mistik ögeleri de bulunur, ki bu, romanın en çok bahsedilen yönüdür.

Tüm olayları izleyen ‘dördüncü’ tekil karakter Yenta

Romanda tüm olayları ve kişileri izleyen bir karakter olan Yenta (orijinal metinde Yente – bu isim Yentel’den türetilmiş olup Yidiş dilinde çok konuşan, dedikodu yapan yahut çöpçatan gibi anlamlara gelmektedir) ölüme meydan okuması için bir muska yutmuştur. Böylece ölümle yaşam arasında sıkışıp kalan Yenta, metin boyunca her şey görür, duyar ve bilir. Olga’nın dördüncü tekil olarak adlandırdığı bir yöntemin temel parçası olarak Yenta, bu denli yoğun tarihi detaylar ve yaşamlar barındıran bir kitapta, hepsini tutkal misali bir arada tutan mekanizma olarak kullanılır. Aynı zamanda tarihten dışlanan kadınları temsil eden ana karakter olması bakımından da epey önemlidir.

IV
‘Yakup’un Kitapları’ pek çok okuma yapmaya müsait bir eser: Hiçbir şey bilmeden birçok karakterin iç içe geçtiği, olayların birbirini izlediği tarihi bir roman olarak okunabilir. Kezâ dinler tarihi romanı olarak da değerlendirilebilir, hele ki Jacob Frank gibi birçok dini benimsemiş ve tüm öğretilerini içselleştirmeye çalışmış birinin merkezinde olduğu düşünülürse, yazar buna olanak tanımış.

Kadınları öylesine etkilemiş ki

Frank’ın karizmatik bir tarihi figür olmasının ötesinde, bir psikopat olması, son derece acımasız, tahmin edilemez, delimsirek bir mizaca sahip olması, bunun yanında da duygusal, çekici ve etkileyici bir biçimde hareket etmesi onu Olga için elzem bir karaktere dönüştürmüş. Nitekim birkaç söyleşisinde Frank’ın böyle bir roman yazmak isteyen tüm yazarlara esin kaynağı olabileceğini söylüyor yazar. Döneminin insanı – bilhassa kadınlar – Frank’a öylesine meftun olmuş ki, onun iki penis taşıdığına inanmaya kadar götürmüşler işi.

Görüşleri Sabatay Sevi’ye dayanıyor

Jacob Frank’ın görüşleri, 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında doğmuş ve mesih olduğunu iddia etmiş Sabatay Sevi’ye dayanıyor çoğunlukla, öyle ki, romanda da şehir şehir dolaşıp Talmut, Sabataycılık ve dini öğretiler üzerine bir dolu vaaz verir. Bir bakıma okuruna bazı figürlerin hakikaten inanç adamı mı yoksa din tüccarı mı olduğu üzerine düşünme imkanı verir yazar. Bu düşünce doğrultusunda Frank gibi bir figür kullanması takdire şayandır, her iki tanıma da epeyce meyyal olduğunu söylemek mümkün karakter için.

Romanın eko-feminist bir yanı da var; şifacı kadınlar, doğayla iç içe yaşayanlar, hurafeleri kovan akılcılar, şairler kendine yer bulur bu anlatıda. Bir de Gitla vardır mesela, Frank’ın sevgilisi olan Gitla, kendini prenses sana bir fahişedir. Peder  Chmielowski’ye eseri konusunda nazikçe kafa tutan şair Elžbieta Družbacka, Olga’nın bir başka cesur kadın karakteridir. Yenta başta olmak üzere, yukarıda da bahsettiğim gibi, tarihin ve kurmacanın gidişatını etkileyen birçok kadın karakter roman boyunca karşımıza çıkar.

Romanın bir başka keyifli yanı, meraklı okurlara araştıracak, öğrenecek birkaç detay sunması, bunları deftere not ettirmesidir bence. Nitekim tarihi romanlarda bu etkili bir yöntemdir, okurun merakını ve şevkini diri tutar. Daha evvelki romanlarında da kullandığı bu teknik, yazarın alametifarikalarından biridir esasında, okuma deneyimini olduğundan daha keyifli kılar.

V
İlk bakışta korkulan bir roman olsa da  ‘Yakup’un Kitapları’ uzun bir müddete de yayılabilecek dolu dolu bir okuma deneyimi sunuyor. Kallavi bir tarihin içinden özenle seçilmiş bilgilerle oluşturulmuş bir kurmaca eser olmasının yanında, Olga Tokarczuk’un tüm meziyetlerini ortaya koyduğu bir şaheser olarak edebiyat tarihinde yerini alıyor. İlgilisine yazarın faydalandığı bir iki eseri de belirtmekte fayda var: 1895’te yazılan Alexander Kraushor’un kitabı ‘Frank and The Polish Frankists’ , 1994 tarihli ‘Moliwda’ ile 2001’de çıkan ‘The Church of St.Roch: Prophecies’ (romanda Roch önemli bir yer tutuyor) ve Pawel Maciejko tarafından yazılan ‘The Mixed Multitude’. Bir yığın tutkulu araştırma neticesinde böyle diri bir roman yazmış olması bende hayranlık uyandırdı. Normalde tarihi sevmeyen okurların bile ilgiyle okuyacağı bir eser ortaya çıkarmış yazar.

Okurun asla unutamayacağı bir tecrübe

Roman hakkında yazılacak çok detay, konuşulup irdelenecek pek çok nokta var işin aslı. Fakat her şeyin ötesinde ‘Yakup’un Kitapları’, okuruna hudutsuz hayal gücü egzersizi imkânı veren bir kült roman, bu bakımdan yerini daima koruyacağını düşünüyorum. İlkin korkutucu gelse de herkese bu egzotik yolculuğa adım atmalarını salık veririm, zira Olga Tokarczuk dehasının bir adım atıldıktan sonra cazibesiyle hapsedemediği okur tanımadım şimdiye değin.

Böylesi bir eseri çevirmek de büyük bir cesaret doğrusu, onca senedir Leh kültürü ve diline emek veren, bu çeviriyle okumayı da daha katlanabilir kılan Neşe Taluy Yüce’ye de teşekkürü bir borç bilirim. ‘Yakup’un Kitapları’ bir okurun asla unutamayacağı bir tecrübe, Yenta gibi tüm okurluğu boyunca da zihninde yer edeceğine kefilim. Kendinize bir iyilik yapıp bu yolculuğa çıkmayı deneyin lütfen!

Yakup’un Kitapları
Olga Tokarczuk
Çeviren: Neşe Taluy Yüce
Everest Yayınları, 2024
roman, 1024 sayfa.

Satın Al

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.