Ömer F. Oyal, dokuzuncu romanı 'Doğum Günüme Çağırmak İstediğim Tek Kişi'de bir akademisyenin üzerine çalıştığı Evliya Çelebi’yle yaşadığı hayali mücadeleyi anlatıyor. Oyal’in yazın dünyası öyle derinlikli ki, uzak bir konuyu bile soluksuz okutuyor.
Herkesin okumasını çok istediğim, kendinden bir parça bulacağına inandığım bir yazar Ömer F. Oyal.
Ömer F. OyalGünümüzde Türk edebiyatı söz konusu olduğunda genellikle belli başlı isimler zikredilir, söz konusu yazarların tüm kitapları elden ele gezer, okunur yahut okunmaz fakat muhakkak üzerine birkaç kelam edilir, sosyal medya hesaplarında paylaşılır ve kitaplık raflarında tozlanmaya bırakılır. Öyle yazarlar vardır ki, yazınında cevherler barındırır, uzak bir antik kentteki gizli bir hazine gibi en özel yazarlar vardır. Zannımca bu tarz yazarlar on yılda bir defa geliyor edebiyatımıza ve kemik bir okur haricinde fazla ilgi görmüyor. Bir yandan benim gibi okurları mutlu da eden bir durum bu esasında, zira böylesi durumlarda yazar sadece bizlere kalıyor, bahsi geçen gizli hazinenin bilgisine sahip seçilmiş kişiler misali.
Bu yazarların başında gelen isim Ömer F. Oyal. Uzun senelerdir yazmasına rağmen yazarı sıkı sıkı takip eden okur sayısı pek az. Hatta araştırırsanız, üzerine ne tez yazılmış ne de çalışma yapılmış. Bunu beklememin sebepleri, Oyal’ın yazınının bir okyanus misali derin olması, okura düşün gücünü kullanacak alan açması, her defasında farklı bir konu işlemesi, insan olmanın temel nitelikleri üzerinden okumaya olanak sağlaması gibi ana unsurlar. Herkesin en az bir kitabını okuması gereken bir yazar bence.
Roman bitene dek okurun zihnini zinde tutuyor
1959 İstanbul doğumlu Oyal, Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra çeşitli dergilerde yazılarını yayımladı. Son yıllarda da çok müthiş inceleme yazıları yazıyor K24’te. İlk romanı ‘Sürgün Ruhun Rüya Defteri’ 2006’da, ikincisi ‘Gecelerin En Güzeli’ ise 2007’de çıktı. Bu zamana değin dokuz roman, iki oyun, bir de inceleme/araştırma kitabı yayımlayan Oyal’ın ana temaları genellikle insana dair. Her romanda tarzını değiştirip geliştirse bile edebiyatının alameti farikası dilimizi son derece düzgün kullanması. Türk dilini hak ettiği biçimde kullanan, geliştiren, yalın ve arı diliyle romanlarına lezzet katan bir yazar. Beni en çok etkileyen yanı ise dilimizi bu denli etkili kullanarak yarattığı atmosfer neticesinde ne yazarsa yazsın, bir zaman kapsülü gibi içine kapatması, roman bitene dek zinde tutması zihnimi. Okurunu kendine bağlayan yazarlarla daha rahat bağ kurabiliyorum. Yazarın ‘Magda Döndüğünde’ romanıyla Ankara Üniversitesi Roman Ödülü, ‘Zaman Lekeleri’ ile Notre-Dame Sion Edebiyat Ödülü, ‘Gemide Yer Yok’ ile de 2020 Yunus Nadi Ödülü aldığını eklemem gerekiyor.
Ömer F. Oyal’ın dokuzuncu romanı ‘Doğum Günüme Çağırmak İstediğim Tek Kişi’, Şubat 2024’te Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Çıkar çıkmaz alıp soluksuz okudum daima olduğu gibi. Oyal’in yarattığı yazın dünyası öylesine derinlikli ki, okura uzak bir alan bile olsa keyifle okumasına neden oluyor. Nitekim roman, bir akademisyenin üzerine çalıştığı konu olan Evliya Çelebi’yle yaşadığı hayali mücadeleyi anlatıyor. Doğum gününün gecesinde uyumaya çalışan adam, Efendi diye isimlendirdiği Çelebi’yi çağırmak istiyor doğum gününe elbette çünkü hem çalışmasına dair hem de hayatına dair ondan alacağı pek çok şey olduğuna inanıyor.
237 sayfada yalnızca bir geceyi anlatmak cesaret istiyor bana göre, okurun görece daha sıkıcı bulduğu bir zaman dilimi fakat Oyal’ın işlemeyi, üzerine düşünmeyi ve düşündürmeyi çok sevdiği temalardan bir tanesi zaman mefhumu. Sözgelimi, yazarın Şubat 2018’de yayımladığı ‘Zaman Lekeleri’ romanıyla insanın zamanı algılamasını eğip büktüğünü, memleket meselesini anlatırken adeta bir roman karakterine dönüştürdüğünü görüyoruz. Dahası hemen hemen tüm romanlarında da zaman müthiş mühim bir yer tutuyor.
Kezâ, son romanında da, isimsiz akademisyen Efendi’yi adım adım zihninin ekranında izlerken zaman da ona eşlik ediyor, yahut gece desek daha doğru olur. “Zihin serbestlik kabul etmiyor; güzellikle, dingin bir hayalle avutulmadığında muhakkak türlü tatsızlıklar kafanın içinde cirit atmaya başlıyor” (sf.7) diyor romanın başında adam, okura zihninin durumunu izah etmeye çalışıyor. Oyal’ın karakterleri daima okuruna rehberlik ediyor, hiçbir vakit anlam karmaşasına boğulmasına müsaade etmiyor. Burada da, Efendi’nin yaptıklarını adım adım izlerken hem baş karaktere, hem de kendimize dair bariz izler buluyoruz.
Elbette yazar günümüz insanını anlatırken, Evliyâ Çelebi’nin dönemini aktarırken tarihe dair doğru bilgiler veriyor, detayları atlamıyor. Bu da, roman yazılırken derinlikli bir çalışma yapıldığını, tarihin de muntazaman araştırıldığını gösteriyor bizlere. Kahramanımız Efendi’yi izlerken bir de hizmetkâr çıkıyor karşımıza: Yakub. İbranicede ‘takip eden, izleyen’ anlamına gelen bu isim epey anlamlı çünkü sahneye girer girmez hem Efendi’yi, hem de kahramanımızı izleyecek yahut onların izleyeceği bir karakter olacak Yakub.
Uyumak istiyor kahramanımız fakat ne mümkün! Efendi bütün zihnini ele geçirmiş durumda. Gördüğünü görüyor, duyduğunu duyuyor. Sanki ellerini uzatsa dokunacak. “Hayali kişilikler beyninizin bir ürünü değilmiş, kendi bağımsız varlıkları varmış gibi ısrarcı olabilirler” (sf.32) diyor kahramanımız, hakikaten ısrarcı bir biçimde var oluyor Efendi ve Yakub zihninde. Kısa bir sürede, bu ikiliye bir gölge ekleniyor: Abdullah. Gölge, kahramanımız için bir denek oluyor çünkü o dünyaya, o güne dair keşfetmek için birine ihtiyaç duyuyor. Aynı zamanda bu karakter önemli diye düşünüyorum çünkü bir yerde aynı cümlede, Abdullah ve Efendi geçmesi neticesinde çağrışım yaptığı üzere bunun, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Abdullah Efendi’nin Rüyaları’ eserine bir selam olduğu kanaatindeyim. Bu eserde Tanpınar, Abdullah Efendi’nin iç dünyasına yöneliyor ve Bergson felsefesinden de etkilenerek zaman anlayışını irdeliyor, Oyal’ın da yaptığı gibi. Bizim kahramanımız da Abdullah Efendi gibi ‘ne içinde zamanın tam olarak, ne de büsbütün dışında’ fakat nihayetinde bilinçli ya da bilinçsiz bir yolculukta. “Zaman bazen olduğu yerde çakılıyor, gece ilerlemiyor ve uyku bir türlü merhametle kucaklamıyor. Zaman bile kıpırdamıyor.” (sf.97)
Romanda mizah da önemli bir yer tutuyor, sarmal biçimde bir Efendi’nin dünyasına, bir de kahramanımızın uykusuz gecesine gidip geliyoruz. Fakat kimi vakit, kahramanımız günümüz dünyasına Efendi’yi yahut Defterdarzade Mehmed Paşa’yı konuk ediyor: birini tuvalete gönderip elini yıkatıyor, diğerine de dağılan mutfaktan dolayı kendini paylatıyor. Okuru gülümseten bu gibi sahneler, bir kez daha düş gücünün ehemmiyetine işaret ediyor. Neticede düşünüzde her şey mümkün! Ayrıca ayaklarınız üşüyorsa, terlik yerine karınızın şalını dolamanız daha faydalı olabilir, nitekim bizim kahramanımız öyle yapıyor. Uykusuzluk canına tak etmiş olmalı.
Nefis bir finalle sona eriyor roman, belki bir sürpriz belki de beklendiği üzere yatağına girmiş bir adam, ezanı duyuyor, uyumak üzere olduğunu anlıyor. Kim bilir, romanın sonuna gelindiğinde okur kendini nerede buluyor, bunu kim bilebilir?
Ömer F. Oyal’ın son romanı, her ne kadar tarihsel olaylarla bezeli olsa da, insanı zaman ve düş üzerine düşünmeye ikna ediyor. Her şeyin mümkün olacağını bilse neler yapmayı düşünürdü insan ve aynı yerde olur muydu? Yahut uyuyamadığı bir gece geçmişe gidip gelse farklı birine mi dönüşürdü? Zihnin işleyişine hangimiz müdahale edebiliyoruz ya da ettiğimizi zannediyoruz? Envai çeşit soru uyanıyor romanı okurken zihnimizde. Bu da Oyal’in derinliğinin emaresi, zirâ konu ne olursa olsun, yazar daima okurunu düşünmeye zorluyor. Etkin okumanın temellerinden biri de bu zaten, metnin içine girebilmek ve üzerine düşünebilmek.
Daima bir sonra ne yazacağını merak ettiğim bir yazar Ömer F. Oyal ve son romanını bitirdiğimde benim zihnimde de bir pankart açıldı: “bir sonraki macerada yine görüşeceğiz” – belki ben de kahramanı gibi, Ömer beyi düşledim rüyamda. Ona sordum, bir dahaki maceramız ne vakit diye ama önce bu yazıyı yazacağıma söz verdim. Herkesin okumasını çok istediğim, kendinden bir parça bulacağına inandığım bir yazara olan borcumu ödemeliydim. Bir okur olarak hep böyle düşüyorum, yazarlar mesai harcayıp metinleri üretiyorsa, ben de onlara bu biçimde sevgimi sunabilirim. Ya da Ömer beyi doğum günüme mi davet etsem? Belki de böylesi daha uygun olurdu, ona bu sıra neler yazdığını sorardım. Bunu düşüneceğim ama dilerim bu meyanda bu yazı vesilesiyle de, Ömer F. Oyal yazınıyla tanışan insanlar olur.