Perili Ev’de hayalet yok her şeyiyle insan var

6 Nisan 2024
Bu haber 1 ay önce yayınlandı

‘Perili Ev’de Charles Dickens ve çağdaşı altı yazarının hayalet öykülerini okuyup tedirgin olacağımı sanırken insan psikolojisine dair son derece sağlam psikolojik öyküler okudum. Geliri Çevbir’e bağışlanan kitabı alarak siz de destek olabilirsiniz.

Perili Ev

İstanbul’un sonradan gelişen semtlerinden birinde apartman çocuğu olarak büyüdüğüm için çocukluğun unutulmazlarından olan perili köşk, cinli ev gibi anılardan uzak büyüdüm. Ergenliğimde keşfettiğim Edgar Allen Poe hikâyeleri bu nedenle benim için son derece büyülü, heyecanlı, korkuluydu. Bir gün anneannemde tek başımayken “Usher Evi’nin Çöküşü”nü okuyup evden gelen garip tıkırtılarla kendi kendimin ödünü patlatmıştım ki bence bu hikâyelerin en önemli amaçlarından biri de bu.

O nedenle İş Bankası Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nden yayımlanan ‘Perili Ev’ adlı öykü derlemesini okumaya başladığımda bana böyle duygular yaşatacağını sandım. Charles Dickens’ın yönetmenliğini yaptığı All the Year Round dergisinin 1859 Noel Özel sayısındaki öyküler bunlar. Çevbir üyesi sekiz değerli çevirmenin işbirliğiyle yayımlanan bu kitap açıkça söylemeliyim ki beni ters köşeye yatırdı. Hem de öyle böyle değil.

‘Perili Ev’de sekiz öykü var. Öykülerin üçü Charles Dickens, diğerleri sırasıyla dönemin ünlü yazar ve şairleri Hesba Stretton, George Augustus Sala, Adelaide Anne Procter, Wilkie Collins, Elizabeth Gaskell tarafından yazılmış.

Türkçede andıklarımdan Dickens dışında son iki ismi biliyoruz Viktoryen yazarlar olarak ama döneminde oldukça parıltılı yazarların bir arada olduğu bir derleme bu. O nedenle bugün böylesine büyük yazarları bir araya getiren proje bile hayal edemiyor insan. Bu arada derleme demek ne kadar doğru bilmiyorum, belli çerçevesi olan bir kitap ‘Perili Ev’.

Didar Zeynep Batumlu’nun çevirdiği ilk öykü “Evdeki Ölümlüler”, kızkardeşiyle yaşayan John adında bir beyefendinin İngiliz kırsalında trenle geçerken gördüğü bir evi kiralamak istemesiyle başlıyor. Soruşturduğu köylülerden aldığı cevaplar evin perili olduğu üzerine, tren yolculuğunda karşılaştığı ruhlarla konuşan kompartıman arkadaşına aldığı tavırlardan John’un son derece rasyonalist bir insan olduğunu biliyoruz. İnatçı da olduğu için kızkardeşi Petty’le eve taşınıyor, evi kolaçan edip toparlamaya çalışıyor.

Aylar süren uğraşların sonunda sürekli korkup kaçan aşçı ve hizmetçiler sonrası John, kızkardeşi, sağır seyis ve tazısı Türk dışında kimse kalmıyor evde. Artık rasyonelliğinden şüphe eden John ve kızkardeşi, Noel öncesi eve yakın arkadaşlarını davet edip perili olduğu söylenen her odaya birisini yerleştirmeye, üç ay sürecek bu misafirlik sonrası Noel gecesi herkesin yaşadıklarını birbirine anlatmasına karar veriyorlar ve işte kitabımızın çatısı da böyle kuruluyor.

Charles Dickens, anlatıcı ve ev sahibi John’un girizgâh niteliğindeki öyküsünü, kaldığı odada yaşadıklarını anlattığı ‘Küçükbey B.’nin Odasındaki Hayalet’ öyküsünü ve kapanış niteliğindeki öyküyü yazıyor. Dickens’in aşina olduğumuz ironisi hemen her öyküsünde kendisini belli ediyor. Diğer öyküler de yazarlarının yaşamlarından izler taşıyor.

Sonunucuyu da okuduktan sonra ‘Perili Ev’de hayaletli öyküler okuyup tedirgin olacağımızı sanmışken bir de bakıyoruz ki kaldıkları odalarda aylar boyu en büyük travmaları, korkularıyla yüzleşmiş kahramanların son derece psikolojik öykülerini okumuşuz, üstelik mutlu sonla bitmiş. Hayalet yok, her şeyiyle insan var. Korkuları, hayal kırıklıkları, kaybettikleri, inançları, umutlarıyla…

Kitapta en sevdiğim öykülerden biri Bülent O. Doğan’ın çevirdiği Viktorya döneminde çocuklar için ahlaki öğütler içeren kitaplar yazmasıyla ünlenmiş Hesba Stretton’un ‘Saatli Odadaki Hayalet’i oldu. Kadınlara evlenmesini, çoluk çocuğa karışmasını öğütleyen Viktoryen ahlakı yansıtan bir öykü elbette, dönemin şartlarına bir itirazımız olmaz. Yine de öykünün ana karakteri, bilimsel eğitim görmek isteyen, astronomiyle ilgilenen, ablasının evlenmesi için yaptığı tüm çöpçatanlıklara bir biçimde karşı çıkan başına buyruk Stella son derece özgün bir karakter. Öykünün sonunda elbette o ahlaki öğütler kazanıyor. Stella, yaşlı bir erkeği, ona âşık olan oğlunu ve evdeki hasta evlatlık kızı birleştiren yegâne unsur haline geliyor. Hani neredeyse bu kutsal evlilik olmasa hepsi patır patır ölecekler. Ama metnin altında bir yandan bir zamanla Stella’nın merhum annesine âşık olan baba Fraser’a duyduğu garip ilgi var. Ablalarının aksine annesine benzeyen kız olmaktan gurur duyan Stella bunu yaşlı adamın onay ve takdir cümleleriyle de işitince, bir yerden sonra konağa oğul Martin için mi yoksa bilinç dışında başka hisler beslediği baba Fraser için mi gidiyor, anlamıyoruz. Hesba Stretton öykünün sonunu ustalıkla havada bırakmış, bu da bizi sorularımızla baş başa bırakıyor.

200 yıl öncesinin de sorunu: Çocuğa nasıl ve ne kadar sınır konmalı?

Yine en beğendiğim öykülerden biri Deniz Keskin’in çevirdiği Elizabeth Gaskell’in ‘Orta Odadaki Hayalet’i oldu. Geç yaşta çocuk sahibi olan bir çiftin ve oğulları Benjamin’in yaşamının anlatıldığı bu uzun öykü aslında arka planda son derece şefkatli ve yumuşak ebeveynliğin çocuğun kişiliğine etkisini sorguluyor. Bundan bir on sene sonra Darwin’den etkilenen natüralizm akımıyla edebiyata iyiden iyiye dahil olacak soyaçekim konusunun, ‘kötülük/iyilik karakter midir’ sorusunun bence erken dönem izleri görülüyor bu öyküde. Bu kadar sevgi dolu anne babadan, onun için her şeyi yapmaya hazır nişanlısından gördüğü iyilikler sonrası Benjamin’in böylesine kötücül bir insan olması, aslında bugün hâlâ tartıştığımız, çocuğa nasıl ve ne kadar sınır konmalı sorusunu neredeyse iki yüz yıl öncesinden soruyor. Bu öykünün de hayaletle pek ilgisi yok esasen çünkü orta odada kalan avukat, olanı biteni anlatmaya başlamadan önce, Benjamin’in davasını gören hakimin sık sık lanet gibi gelip kafasının içinde belirdiğini belirtiyor.

Bunların dışında Dickens’ın yazdığı ve Elif Ersavcı’nın çevirdiği ‘Küçükbey B.’nin Odasındaki Hayalet’ kitabın en eğlenceli öyküsü. Küçükbey’in kurduğu harem hayalleri, kız arkadaşlarını gözde ve cariyesi, erkek arkadaşını ise harem ağası yapma fikirleri, harem ağası görevini üstlenen çocuğun Bismillah demesi gereken yerde sürekli Halleluya demesi, sebepsizce hareme sarılıp öpmesi gibi detaylar sebebiyle kahkahayla okudum. Hayalet öyküsü olması gereken bu öykü de bilinç dışının insana yaptırdıkları ve hafızayla ilgili epey ciddi mesajlar taşıyor.

Çevbir’e destek

Son olarak kitapta şair Adelaide Anne Procter’ın yazdığı manzum hikâye “Resimli Odadaki Hayalet”ten bahsetmeden olmaz. Savaş Kılıç’ın bu nazmın çevirisinin altından nasıl başarıyla kalktığını göstermesi açısından çok önemli.
Hayalet öyküleri okuyup tedirgin olacağımı sandığım bu kitabı bitirdiğimde tam tersine insan ruhuna içkin son derece sağlam psikolojik öyküler okumanın hazzıyla doluydum. ‘Perili Ev’in telif gelirleri çevirmenleri tarafından Çevbir’in ayakta durması için kuruma bağışlandı. Siz de bu kitabı edinerek destek olabilirsiniz.

*Yazıda bahsedemediğim öykülerin çevirmenleri ise Roza Hakmen, Zarife Biliz ve Yunus Çetin. Onların emek ve katkılarını da ekleyelim.

Perili Ev
Charles Dickens, Hesba Stretton, George Augustus Sala, Adelaide Anne Procter, Wilkie Collins, Elizabeth Gaskell
Çevirmen: Didar Zeynep Batumlu, Bülent O. Doğan, Savaş Kılıç, Zarife Biliz, Elif Ersavcı, Deniz Keskin, Yunus Çetin
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2024
176 sayfa.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.