Sana Ait Bir Şey: Sofya’da bir aykırı aşk hikâyesi

15 Ekim 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı

Garth Greenwell'in çok ses getiren ödüllü kitabı ‘Sana Ait Bir Şey’, içtenliği ve hakikiliğiyle, dozu çok iyi ayarlanmış şiirsel diliyle, tutkuyu anlatmaktaki ustalığıyla son dönemlerde okuduğum en önemli queer aşk romanlarından biri oldu.

Livera Yayınları, yayımlandığı 2016’da çok ses getiren ‘Sana Ait Bir Şey’ adlı romanı Türkçeye kazandırdı. Yazarı Garth Greenwell, yayınevinin instagram hesabında Türkiye’deki okurlarına selam gönderdiği videoda aşk romanı olarak nitelendiriyor ‘Sana Ait Bir Şey’i. Gerçekten aklımdan çıkmayan içtenliği ve hakikiliğiyle son dönemlerde okuduğum önemli queer aşk romanlarından biri diyebilirim.

Roman üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, adını taraflardan biri olan Mitko’dan alıyor ve adını ve yaşını bilmediğimiz ama 40’lı yaşlarında olabileceğini tahmin ettiğimiz Amerikalı anlatıcı, Bulgaristan’da Sofya’daki Ulusal Kültür Sarayı’nın umumi tuvaletlerinde başlayan tanışma anlarından itibaren ilişkilerini aktarıyor. Daha ilk cümleden olacakları işaret eden roman, bizi büyük bir hızla başlayan ve iki taraf için aynı duygularla ilerlemeyen ilişkiye sürüklüyor.

“Mitko B. ile ilk karşılaşmamın ufak çaplı da olsa ihanetle noktalanması beni daha çok uyarmalı, ona olan arzumu bütünüyle yok etmese bile en azından azaltmalıydı.”

Tek taraflı tutku

İki hafta önce Sofya’da dil okuluna öğretmen olarak gelen anlatıcı, tuvalette görüp etkilendiği erkek fahişe Mitko’nun teklifini önce reddetse de sonra nasıl olduğunu bilmediği bir biçimde kabul edecek. Zaten roman boyunca bu tek taraflı tutku yüzünden kendisine bir türlü hakim olamayan anlatıcıyla onu kullanmaya meyilli ama bir o kadar da şeytan tüylü Mitko arasında gidip geleceğiz. Tuvaletteki şehvetli oral seksin ardından yine büyük bir hata yaparak onu ardı ardına arayan anlatıcı evine davet etmeden önce kafelerde parklarda birkaç kez daha Mitko’yla buluşuyor. Bu buluşmalarda onu çevresine arkadaş gibi tanıtan Mitko’nun kalacak yeri bile olmadığını, 23 yaşında ve Varnalı olduğunu, teknolojik yeniliklere merak duyduğunu ve çok içebildiğini öğreniyor. Rahatsız edici bir biçimde tekrarlanan ‘podaruk (hediye)’ kelimesi de aslında bize Mitko’nun beklentilerine dair ipucu veriyor.

Yanlış olduğunu bile bile

Hani bazen yanlış olduğunu bile bile bir ilişkiye paldır küldür yuvarlanırsınız. Bu ilişki bazen aşk, bazen arkadaşlık, bazense sadece tutkudur. İşaretler orada gözünüzün önündedir, sizden başka herkes de onları görür ama siz hayatınızda o yanlışı yapmaya niyet etmişsinizdir sanki. Biz de ilk bölümden itibaren anlatıcıyla beraber dolu dizgin yuvarlanıyoruz. İşaretleri görmemize rağmen Mitko’nun çocuksu yüzü, geçmişini masumiyetle anlatışı, genç bedeni, o bedeni şehvetle karşısındakine sunuşu kahramanımızın aklını başından almaya yetiyor da artıyor.

Mitko’nun her fırsatta anlatıcıdan para sızdırması, bir ara hastalanıp yok olması, sonra yine gelmesi ve anlatıcının kendisine verip durduğu sözleri tutamaması derken bir gün birlikte Varna’ya, Mitko’nun doğduğu yere gitmeye karar veriyorlar. Aralarındaki ilişki bir taraf için romantik ve karşı konulamazken diğer taraf için sadece para karşılığı seks olmasına rağmen bu geziyi Mitko’nun önermesi, onu ailesiyle tanıştıracağını söylemesi yine anlatıcının bambaşka bir biçimde umutlanmasını sağlıyor.

Sevilme ihtiyacının temeli

Hezimetle biten bu seyahatin hemen ardından başlayan ikinci bölüm ‘Bir Mezar’da bu sevilme ihtiyacının temeline ineceğiz. Anlatıcının Amerika’daki çocukluğunu anlatan bu bölüm, dersteyken babasının ölüm döşeğinde olduğu haberinin verilmesiyle başlıyor. Ne yapacağını bilmeden Sofya’da öylece yürümeye başlayan anlatıcının aklına önce Bulgaristan’a onu ziyarete gelen üvey kız kardeşlerinden babaları hakkında o güne dek bilmediği pek çok şeyi öğrenmesi, sonra da yıllardır görüşmediği babasıyla ilişkisinin nasıl bittiği geliyor. Bu bölümde hiçbir biçimde ajitasyona başvurmadan babasının onun eşcinsel olduğunu anladığı günden sonra zorbalıkla, sevgisizlikle karşılaşan bir çocuğun hikâyesini okuyoruz. Önce sezgiyle ilerleyen bu dışlanma üvey annesinin çocuğun günlüğünü bulup babasına vermesiyle doruk noktasına ulaşıyor ve her şey kopuyor. Son derece sade, neredeyse dışarıdan bir gözle yazılmış bu bölümde biz anlatıcının zayıflığının kökenine, sevgi ihtiyacının derinlerine gireceğiz.

“Demek oğlanları seviyorsun, dedi o ses, neredeyse içgüdünün sesi, bir zamanlar bana attığı bakışın ve bir zamanlar havayı kirleten şeyin sesi. Gözyaşlarımdan utanıyordum, güçbela nefes alabiliyordum ve tek yapabildiğim ona, Ama ben senin oğlunun demekti, bu benim tek itirazım, söyleyeceğim son şeydi. Umursamaz bir ses çıkardı, neredeyse bir kahkaha gibi ve tekrar konuştu, Cehennemliksin, dedi. Devam etti, fasılasız konuşuyordu: Bir ibne ha, dedi, bilseydim asla doğmana izin vermezdim. Midemi bulandırıyorsun, dedi, bunu biliyor musun, midemi bulandırıyorsun, nasıl benim oğlum olabilirsin?”

Bölüm bu sözleri düşünerek Sofya’nın dışlarına kadar gelmiş anlatıcının tek başına bir ata rastlamasıyla bitiyor. Bir film sahnesi gibi anlatılan bu karşılaşmada biz bir sayfa evvel okuduğumuz korkunç sözleri hazmetmeye çalışırken bir çocuğun bunları babasından duymasına neden olan her ama her şeye lanet ediyoruz.

İşte o zayıf nokta, bir gece ansızın

Elbette Mitko öylece çıkıp gitmeyecek anlatıcının hayatından. Üçüncü ve son bölüm ‘Felaket’ yine anlatıcının kapısının ansızın çalınmasıyla başlıyor. Aradan iki yıl geçmiş, uzun süreli bir ilişkiye yelken açılmış ama işte o zayıf nokta bir gece geliyor, üstelik kötü haberler taşıyarak. Genç, yakışıklı Mitko gitmiş, yerine hasta, kirli, sarhoş biri gelmiş. Bundan sonrası anlatıcının tahliller yaptırması, zührevi hastalıklarla ilgili hastaneleri, labarotuarları öğrenmesi, asık suratlı hekimlerin önyargılı bakışlarına ve sözlerine maruz kalması…

Tedavi edilebilir bu hastalık her şerde bir hayır vardır sözünü anımsatırcasına anlatıcının Mitko’dan bu kez tamamen kurtulmasını sağlayacak çünkü hastalığını bile çok büyük bir yalanla para sızdırmaya alet ettiğini anladığında onunla yüzleşecek. Yalanı ortaya çıkan Mitko ise yaralı bir hayvan ne yaparsa onu yapacak, saldıracak. Bunu karşısındakinin onurunu yerle bir edebileceğini sanarak yapacak ama yanıldığı bir nokta var, ikinci bölümde tanıdığımız çocuk bu yaşa kartlarını açık oynaya oynaya gelmiş, gerektiğinde her şeyi yıkmış, üstünden geçmiş.

Aldığı ödülleri hak eden bir roman

Başka bir yazarın elinde rahatlıkla ‘Beyaz Amerikalıyı kullanan üçüncü dünya ülkeli erkek fahişe’ hikâyesi olabilecek bu romanda Garth Greenwell, Bulgaristan’ı da neredeyse bir roman karakteri haline getirerek, her şeyi aslında neden-sonuç çizgisinde anlamamızı sağlıyor. Ve ortaya ülke koşullarının mahvettiği sevecen genç bir adamla yaşadıklarının güçlendirdiği sevgiye hasret bir orta yaşlı adamın aşk romanı çıkıyor.
Ne Ocean Vuong’ın ‘Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşimiz’ kadar aşırı şiirsel ne de Douglas Stuart’ın ‘Shuggie Bain’i kadar sert ve gerçekçi bir queer roman ‘Sana Ait Bir Şey’. Garth Greenwell anlatıcı mesafesiyle, dozunu çok iyi ayarladığı şiirsel diliyle, yeri geldiğinde şehvetin ve tutkunun çıplaklığını ustalıkla betimlemesiyle aldığı ödülleri hak eden bir roman yazmış. Şafak Tahmaz da ustalıkla çevirmiş. Kapak konusunda aynı şeyi söyleyemesem de ‘Sana Ait Bir Şey’ umarım iyi okurların gözünden kaçmaz.

Sana Ait Bir Şey
Garth Greenwell
Çeviren: Şafak Tahmaz
Livera Yayınları, 2024
roman, 192 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.