Selda Terek'in okur psikolojisini gözeterek yazdığı beş kısa kitaptan oluşan 'İtiraflar' serisi Destek Yayınları’ndan çıktı. Terek, her biri gerçek olaylardan esinlenen 'İtiraflar'la ilgili "Kitap bitirmiş olma hazzını yaşatacak bir seri bu" diyor.
ZEYNEP TÜTÜNCÜ GÜNGÖR
Yazar Selda Terek’in “Okuma alışkanlığını virüs gibi yaymak istiyorum” diyerek yola çıktığı ‘İtiraflar’ serisi, her biri birbirinden farklı ve çarpıcı olaylara odaklanan beş kısa romandan oluşuyor. Destek Yayınları’ndan çıkan seri, gerçek hikâyelerden ilham alıyor. Selda Terek ile ‘İtiraflar’ın ortaya çıkışını, hedeflerini ve gelecek projelerini konuştuk.
Roman, hikâye, biyografi, şiir gibi alanlarda ortaya koyduğunuz birçok eserin ardından şimdi de bir novella ile okurlarınızla buluştunuz. Öncelikle ‘İtiraflar’ serisinin ortaya çıkış öyküsünü sizden dinlemek isteriz…
Yıllardır okur davranışlarını gözlemliyorum. İstatistikler de gözlemlerimi destekliyor; okumuyoruz, okuyamıyoruz. Günün koşulları, dikkatimizi toplamamıza ve çok uzun metinleri algılamamıza engel oluyor. Ayrıca sosyal medya, dijital kanallar, diziler, filmler, aktüel gündem kitap okumanın önüne engel koydu. Çok uzağa gitmeye gerek yok, kendimize bakmamız yeterli. Öte yandan göz ardı ettiğimiz bir şey var; okumak isteyen ve çocuklarına kitap okutmak isteyen bir kitle var. Onlar da okuyamaz durumda.
İşte bu ataleti kırmak için başladım bu novella serilerine. Okur psikolojisini gözeten bir proje bu. Her bir kitabı 45 dakikada bitirebileceğiniz ve ardından tartışabileceğiniz, zihin jimnastiği yapabileceğiniz, kitap bitirmiş olma hazzını size yaşatacak bir seri bu. İstiyorum ki okurlar evden çıkarken cüzdanları, gözlükleri, makyaj malzemeleri gibi kitaplarını da atsınlar çantalarına, her fırsatta açıp okusunlar. Metroda, kafede, plajda, bankada kuyrukta…
Serinin önsözünde “Okuma alışkanlığını virüs gibi yaymak istiyorum” diyorsunuz. Bu novella serisiyle okura aşılamak istediğiniz, bir kitabı bitirme hazzı. Yazar olarak üretkenliğinizin yanında bu konuda nasıl bir misyon üstleniyorsunuz?
İnsanımızın okuyor olması, beni hem mesleki hem de toplumsal açıdan ilgilendiriyor. Okuyan bir topluma ürün sunmak isterim elbette ama daha önemlisi insanımızın zihinsel ve fikirsel gelişimi. Okuma becerisinin yeri, kitap dinleme ve film izleme ile telafi edilemiyor. İçerik transferinden başka bir şeyden bahsediyorum; göz-beyin koordinasyonu, bütünü algılama becerisi…
Madem bu beceri risk altında, ben de filmlere rakip bir seri ile çıkayım dedim. İnsanlar başladıklarında bitirebilsinler, kitapları yanlarında taşımak sorun olmasın, okuduklarında haz alsınlar ve tavsiye etsinler… Bu misyonu önemli buluyorum. Neticede aynı gemideyiz…
Sizce Türk toplumunun yıllardır okuma alışkanlığı kazanamamasının temel sebebi nedir? Bizi bu konuda diğer toplumlardan farklı kılan özelliklerimizin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Ben bunu biraz zorlayıcı, suçlayıcı ve takdir etmeyen eğitim sistemine, biraz da anne babalara bağlıyorum. Çocuğa oku demekle okumaz, ebeveyninin elinde kitap görmeli, o kitaptan haz alındığını (ya da bir etkileşime girildiğini) görmeli çocuk. Evet, bizi farklı kılan eğitim sistemi, aptallaştıran TV programları, her daim felaket niteliğinde olan haberler, kötü ebeveyn, toplumsal yozlaşma, ekonomik kaygı ve benzeri…
Okumayı okullarda oyun hâline getirmek, tatlı şirin yarışmalar düzenleyip ceza değil ödül mekanizmasını çalıştırmak faydalı olacaktır. Öte yandan Türk toplumunda kolaycılığı, maddiyatı takdir eden, entelektüel birikimi öteleyen bir tarz hüküm sürüyor. Farkındalık ve bilinç düzeyi düşük. Dinlemeden, anlamadan fikir beyan etmek peşinde herkes. İnsanımız kulaktan dolma fikrini araştırmadan beyan etmeye pek yatkın. Bilgi kirliliğinden haberi yok gibi. Bilimsel merak diye bir şey yok bizde, varsa yoksa duyduklarımızla ahkam keselim. Tabii ki var olan bir azınlığı tenzih ediyorum. İşte diyorum ya bu işler, anaokulu ve ilköğretim sıralarında başlar.
‘İtiraflar’ serisinde 5 farklı hikâye okuyoruz. Hepsi birbirinden ilginç durum ve olaylara odaklanan bu hikâyeler, gerçek hayatlardan mı ilham alıyor? Yazar olarak sizi, bu hikâyeleri kaleme almaya tetikleyen ne oldu?
Evet, her biri gerçek hayattan. Tabii az da olsa kurgu koymak zorundaydım. Bir yazar olarak her hikâyenin psikoloji, sosyoloji ve felsefe barındıranını severim. Seçtiğim konular, bu üçünü barındırıyor. Yani okura diyalektik ortamı sunuyor. İstiyorum ki kitaplar bittiğinde insanlar tartışsınlar. Karakterleri, davranışları eleştirsinler. Üzerine düşünsünler istiyorum.
Aynı zamanda bir okur olarak hikâyelerin hepsinin birbirinden etkileyici, çarpıcı ve ters köşe yapıcı olduğunu söylemeliyim. Bu hikâyeler arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu, neden?
Novella serisinin üçüncü hikâyesi ‘Affedebilecek misin?’, bir intihar hikâyesi ve çok sert. Yazarken de tüylerim diken dikendi. Ve gerçeklerin bu kadar sınırları zorlayanı ile her gün karşılaşmıyoruz. Ama hoş bir şey var, o hikâyenin sahibinin kısa sürede toparlandığını görmek memnuniyet vericiydi. Keza beşinci hikâye de inanılası değil. ‘El Âlem Ne Der?’, annesi erkek, babası kadın olan özel bir kız çocuğunun duruma yaklaşımı ile ilgili. Diğerleri de ters köşeler barındırıyor ama bunlar kadar ezber bozmuyor. Yazarken en çok eğlendiğim ise ‘Bi’ Kahve İçmeye Yukarı Gelir misin?’ oldu.
‘Bekâret Engeli’ isimli kitapta okuru sürpriz bir son bekliyor. Aslında bir son yok, hikâyenin geri kalanını okurun hayal gücüne bırakıyorsunuz. Şimdiye kadar nasıl yorumlar aldınız bu sonla ilgili?
Şhh! Söylemeyin sonu olmadığını! Bu hikâyede elbette son var hem de pek çok son. İstedim ki o sonlardan birini okur yazsın. Böyle yaptım diye hem takdir gördüm hem de bazı okurlarım diyor ki “Gerçekte ne oldu, lütfen söyleyin! Merakta koymayın”. Bir arkadaşım dümdüz gitti, bana nasıl kızdı anlatamam. Çok güldüm tabii. O hikâyeyi beyaz dizi tadında anlatmaya çalıştım ama sonu çarpıcı olsun istedim. Toplumsal mesajı ancak orada verebilirdim.
Metaforik bir anlatım tekniği kullandığınız bu seride, kurgulardaki ustaca üslubunuz, muzip diliniz okuyucuyu hikâyeye bir anda bağlıyor. Yazım sürecinizden biraz bahseder misiniz? Bu seriyi yazarken sizi en çok zorlayan ya da ilham veren ne oldu?
Metaforik anlatım elimi kolaylaştırıyor, muzip dilim yaptığım işi sevmemi ve yaparken haz almamı sağlıyor. Mümkün olduğu kadar sade bir dil kullanıyorum. Kıvrımlı cümleler kuramadığımdan değil, okurumu yanımda tutmak istediğimden. Bugünün okurunun kafası karıştı mı ilk sayfayı kıvırıp kenara koyuyor kitabı. Süreç şöyle işledi: Bir misyonla çıktım yola (okumaktan haz aldırmak), antenlerimi gerçek hikâyelere açtım ve gözlem yaptım, üzerime hikâyeler yağmaya başladı. Hâlâ da yağıyor. Yani algıda seçicilik galiba. Sizin fark etmeden yanından geçip gidebileceğiniz bir şey, benim için mükemmel bir hikâye konusu.
Bu serilere devam etmek için çok sebebim var. Hatta ikinci serinin ilk hikâyesi çıktı bile (günümüz dolandırıcılarıyla ilgili). En çok zorlandığım sosyal medya paylaşımlarımda bir grup cahil cühela tarafından yapılan mesnetsiz yorumlar ve nahoş teklifler. Toplumun bu kesimi için üzülüyorum, keşke onlar için bir şey yapabilsem.
Son olarak üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı? Önümüzdeki dönemde ne tarz bir Selda Terek eseri okumamız olası?
Proje olmaz mı? Bu seriler devam etsin istiyorum, çünkü o misyon (okumayı sevdirmek) öyle kısa vadeli bir iş değil. Diğer taraftan dizi film veya film olacak matematikte romanlar yazmaya devam diyorum. Ben realist kurgu yapan ve güncel konuları seven bir yazarım. Yazmam için yaşamam veya başkasının yaşadığını görmem lazım. Aksi hâlde salt kurgu olur ki buna ihtiyaç yok. Gerçek olsun. Ve bu sefer masal tadında bir hikâye peşindeyim. Örnek teşkil edecek, ilham verecek, özendirecek mutlu bir aşk yazmak istiyorum.
İtiraflar Serisi (Kutulu 5 Kitap)
Selda Terek
Destek Yayınları, 2024
novella, 5 kitap toplam 392 sayfa.
Bi’ Kahve İçmeye Yukarı Gelir misin? – İtiraflar Serisi
Selda Terek
Destek Yayınları, 2024
novella, 72 sayfa.