Valeria Bunu Anlayamaz: Hayattan, vicdandan, dayanışmadan yana öyküler

26 Nisan 2024

Dilek Yılmaz, ‘Valeria Bunu Anlayamaz’da kadını da erkeği de, beyaz yakalıyı da mavi yakalıyı da, işvereni de çalışanı da tamamen kendi sesleriyle aktarabiliyordu bize. Üstelik bu rolleri epey iyi bildiği de gözlerden kaçmıyor.

Taşıdığımız farklı farklı kimliklerle yaşıyoruz hepimiz. Ben oğlumun annesi, annemin kızı, öğrencilerimin öğretmeni, devletin memuru, kocamın karısı ve daha birçok şeyim. Hayatlarımız ve kimliklerimiz gerçekte böyle olduğu için özellikle öykü kitaplarında bence bu gerçekliği arıyoruz. Bu nedenle bazen hep aynı kimliğin tekrar edildiği, aynı anlatıcı ve bakış açısıyla kurulmuş, karakterlerin hep aynı sese sahip olduğu öykü kitaplarından hoşlanmıyoruz. Aynı yazardan pek çok öykü okuduk evet, diyoruz ama hepsi neredeyse birbirinin aynısıydı.

Notos Kitap’tan çıkan Dilek Yılmaz’ın ‘Valeria Bunu Anlayamaz’ı okurken sık sık bu eleştiriyi düşündüm, çünkü tam tersi bir kitapla karşı karşıyaydım. Dilek Yılmaz kadını da erkeği de, beyaz yakalıyı da mavi yakalıyı da, işvereni de çalışanı da tamamen kendi sesleriyle aktarabiliyordu bize. Üstelik yazarın bu sınıfları, cinsiyetleri, rolleri epey iyi bildiği de gözlerden kaçmıyordu. Bunu yazarlar bazen gözlemleyerek, bazen yaşayarak, bazen de çalışarak yapıyor, doğrusu şudur, diyemem, önemli olan anlattıklarının tüm doğallığıyla bize geçmesi.

Kitapta sevdiğim öykülerden biri ‘Unuttuğum Bir Şey Var’. Burada gayet burnu havada olduğunu düşündüğümüz bir ev sahibi erkek var ve eve gelen yardımcısına dair düşündükleriyle daha ilk satırlarda gıcık oluyoruz. “Gene gecikti Arife. Onun yüzünden her defasında ben de gecikiyorum. Usandım. Kararlıyım, bugün kesin konuşacağım. ‘Ya vaktinde gel ya da artık gelme.’” Oysa sonrasında işler bambaşka bir hal alıyor, bizim beyaz yakalı sıkıcı iş günü sonrası gündeliğini vermeyi unuttuğu Arife’ye yetişmek için işten güç bela erken kaytarıyor. Evde gördüğü manzara ise tam bir sürpriz. Arife’nin evdeki havyar ve pahalı votkayla kafayı bulması, bunun sebebini anlatması ve sonrasında ikisinin yerde oturup televizyonda Yeşilçam filmi izleyerek tüm o sınıfları, duvarları yıkıp dert ortağı olmaları baştaki gıcıklık hissimizi söküp atıyor birden. Her şeye rağmen öykünün sonunda yine kendisini belli eden sınırlar, hem detaylar hem diyaloglarla ustalıkla verilmiş.

Bu arada yine bambaşka bir öyküde, ‘Buraların İmkânları Kısıtlı’ öyküsünde rastlıyoruz bu beyaz yakalı beyefendiye. Üstelik bu kez o güzellenen Ege kasabalarına hiç benzemeyen bir Ege kasabasında, film setinde canı çıkarken. Açıkçası memleketin kanayan yarası olan ama pek de bahsedilmeyen film emekçilerinin çalışma koşullarının, mobbing’in, alınamayan ücretlerin konu edilmesinin dışında yine bu topraklarda kadınların nasıl sevgisiz, insan yerine konmadan yaşadığını anlatan, çok ince duygular içeren bir öykü. Dilek Yılmaz araya soktuğu detaylarla okuru gülümsetmekten hiç vazgeçmiyor ama muhtarın karısının hasretinin, cesaretinin ve öylece kandırılıp bırakılmasının sızısı öykü bitince de devam ediyor.

Kitaba adını veren ‘Valeria Bunu Anlayamaz’ bizde çok rastlamasak da Hollywood yıldızlarından ve ultra zenginlerden aşina olduğumuz bir konuyu ele alıyor: Taşıyıcı annelik. Bu işe önce yumurtalarını satarak başlayan sonrasında ise bitip tükenmeyen borcu için ilk kez taşıyıcı annelik yapan isimsiz anlatıcı, Kıbrıs’ta yerleştirilen embriyonun gelişimini ve hamileliğin bitmesini güvenlik sebebiyle Kaliforniya’da lüks bir sitede, başına bekçi gibi dikilen Merdan’la beklemek zorunda. Aylardır görmediği küçük kızı Valeria’ya ve herkesten gizlediği kocası Yevgeniy’e kavuşacağı günü iple çekiyor. İstediğine sahip olabilmek için küresel bir pazarı dibine kadar kullanan zenginler ve mecburen bu işe dahil olan üçüncü dünya ülkesi kadınları… Ve elbette çıkması muhtemel pek çok pürüz. Öykü, anlatıcının anımsadıkları ve sıkıntıdan düşündükleri arasında salınıyor. Umut veren belirsiz sonuyla bence kitabın en iyilerinden.

“Klinikle tanışmama vesile olan Olga dünyanın her yerine kök salma fikrinden hoşlandığını söylemişti. İlk seferde benimle aynı gün yumurtası alınan Gürcü, çok genç bir kadınsa bunu düpedüz fahişeliğe benzetti, kendimizden bir parçayı satıyoruz ve bunu sadece zenginler alabilir. Tanrı gibi patron da erkek. Daima.”

Ilgaz Gökırmaklı’nın 10Haber’de yazarla yaptığı ‘İlk Kitap’ röportajında kitabın en etkileyici ve en acı öykülerinden biri olan “Kiraz Güzeli”nin otobiyografik hikâyesini öğreniyoruz.

Dilek Yılmaz: Kadın karakterlere ayrıcalık var, itirazı olan isyanıma saysınDilek Yılmaz: Kadın karakterlere ayrıcalık var, itirazı olan isyanıma saysın

Röportajı okumanızı tavsiye edip uzun uzun bu öyküden bahsetmeyeceğim ama hani o şimdilerde romantize edilen 90’larda da pek çok şeyin aynı olduğunu görüyoruz. YÖK protestolarında öldüresiye dayak atılan öğrencilerden Berkin Elvan’ın polis kurşunuyla aylarca komada kaldığı 2013 yılına bir köprü atıyor ‘Kiraz Güzeli’. Dilek Yılmaz’ın da söylediği gibi doğrudan siyasi öyküler değil bunlar ama insana dair en ufak bir vicdan taşıyanın, hayatı kutsayanın etkileneceği öyküler. Zaten kör gözüm parmağına yazılan öykülerden farkı da burada, yazar derdini ustalıkla okura geçiriyor, bunu da tepkileri doğallıkla betimleyerek, davranışları doğrudan anlatarak, olayları dümdüz vererek ve günlük hayatta nasıl konuşuyorsak öylece yazılmış diyaloglarla yapıyor.

“‘Yasemin komada.’ (…) Annem haberi verdiğinden beri umulmadık sessizlikte. Sonunda dayanamadı. ‘Ne diyeceksin şimdi o kadına,’ diye bağırarak suratıma bir tane patlattı koridorda. Durdum öylece. Kıpırtısız. Sonra bana sarıldı, bağıra bağıra ağlamaya başladı. Ben ağlamadım.”

Bu kısacık alıntıda annenin içindeki savaşı, iyi ki benim çocuğuma bir şey olmadı rahatlamasıyla komadaki akraba kızına duyulan üzüntünün çelişkisini hissediyorum. Anne olarak da hak veriyorum, çocuk olarak da çünkü öyküyü okurken hatırladığım bir şey var. 6 Kasım 1996’da akşam üzeri evde banyodayken telefonun çaldığını ve ablamın habire “Evet evde, banyo yapıyor. Niye yalan söyleyeyim?” dediğini duyuyorum. Sonradan öğrendim ki annem pastanede çalışırken televizyondaki görüntülerde polisin insafsızca dövdüğü kızlardan birini bana benzetmiş. Saçları benim gibi uzunmuş, üstünde bordo yağmurluk varmış. Annemin ayakları kesilmiş korkudan, az daha bayılıyormuş ama işte çok şükür ben değilmişim. Bazı annelerin payına o gün böyle şükretmek düşmüşken bazılarına da işte öyküdeki Yasemin’in annesi gibi Allah’a sığınmak, çocuğunun mezarını ziyaret etmek ve başka gençler öldürülmesin diye dua etmek düştü.

Emekten, dayanışmadan yana olan öyküler dışında, kadını yok sayan, hâkir gören taşra erkekliğini de, kadını çaktırmadan yok saymayı düstur edinmiş günümüz üst sınıf ıssız adamlarını da, güçlü karakterli kadınlar karşısında kaybetmeye dünden mahkum kırılgan erkekleri de ustalıkla aktarıyor Dilek Yılmaz ama söylediği üzere, elbette her zaman “kadın karakterlere ayrıcalıkla”.

Valeria Bunu Anlayamaz
Dilek Yılmaz
Notos Kitap, 2024
142 sayfa.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.