İstanbul Film Festivali Berlinale’yi ayağımıza getiriyor
Berlinale'de yönetmenlerinin pasaportuna el konduğu için gelemediği İranlı 'My Favourite Cake / En Sevdiğim Kek' filmi gösterildi. Film ödüle yakın duruyor. Arjantin'den gelen kötü haberse burada çok tepki topluyor.
İran, Fransa, Almanya ve İsveç ortak yapımı ‘My Favourite Cake / En Sevdiğim Kek’ daha festival başlamadan yönetmenlerinin (Maryam Moghaddam, Behtash Sanaeeha) İran’dan çıkışına izin verilmemesi ile gündeme gelmişti. Festivalden altı ay önce filmin kurgucusunun evi basılmış, filmin Berlin’e gönderilmemesi için baskı yapılmış, yönetmenlerin pasaportları ellerinden alınmış.
“Kökü dışarıda para”(!) ile çekilen, Avrupa Konseyi Film Destek Fonu Eurimages’ın da katkıda bulunduğu ‘En Sevdiğim Kek’ yaşlılık ve yalnızlık üstüne bir öykü gibi başlıyor. Yaşlı kadınlar birlikte yemek yiyor, genellikle doktorlardan ve hastalıktan konuşuluyor. Hele aralarında biri var ki her gün doktora gidiyor ve kolonoskopide kanser çıkmadığı için çok şaşırdığını arkadaşlarına anlatıyor. Kadınların çok sık bir araya geldiği de söylenemez, hepsinin ciddi sağlık sorunları var. Akşamları televizyonda duygusal diziler izleniyor.
Eşini yıllarca önce kaybetmiş olan 70 yaşındaki kadın kahramanımız arayış içinde. Yalnızlıktan kurtulmak istiyor. Buraya kadar her şey iyi. Ancak filmin 26. dakikasında yaşına başına bakmadan (!) kahramanımızın bir parkta başörtüsünün altından saçları göründüğü için ahlak polisince tutuklanmak istenen bir genç kızı polisle kavga ederek kurtarınca işler değişiyor. İranlı yetkililer bu sahneyi doğal olarak hiç sevmemiştir ve sanıyorum yönetmenlerin pasaportlarına bu sahne nedeniyle el konmuştur.
Sevimli teyzemiz yaşlıların kupon karşılığı yemek yiyebildiği bir lokantada kendine bir erkek arkadaş buluyor. Adam 70 yaşında, eski bir asker ve taksi şoförlüğü yapıyor. O da eşi tarafından terk edilmiş ve yıllardır yalnız yaşıyor. Çok güleç bir yüzü var. Biraz Muzaffer Hiçdurmaz’a benzediğini de belirteyim. Onun da kulakları çınlasın.
Yaşlı ve yalnız bir kadının kendi çabasıyla erkek arkadaş bulması ve onu evine götürmesi de pek hoş karşılanacak bir şey değil(!). Bütün kadınlar böyle yapsa ülkenin hali ne olur? Bu sahneden sonra da herhalde film ekibinin tamamının pasaportları gitmiştir.
Kadının kızı 20 yıl önce İran’ı terk etmiş. Bu da bize çok tanıdık gelen bir durum. İran’da yaşlı insanların vize almasının zor olduğunu da film sayesinde öğreniyoruz. Hayatlarının sonbaharında olmalarına karşın küçük çocuklar kadar utangaç iki insan var karşımızda. Diyaloglar hoş, oyuncular iyi, sahneler hem komik, hem değil, öykü hüzünlü ama umut dolu.
Yıllardır gizlice dolapta duran büyük şarap şisesi ortaya çıkıyor ve yarısı içiliyor. Adamın alkol yasağından önce şarap yaptığını, şişeleri toprağa gömdüğünü öğreniyoruz. İki yeni sevgili tam beraber şarap yapmaya karar vermişken kapı çalınıyor ve kocası devlet memuru olan suratsız bir kadın erkek sesi duyduğunu, bunun için geldiğini söylüyor. Al sana mahalle baskısı.
Şaşırtıcı olan bu filmin nasıl çekilebildiği. Son yıllarda İran’dan çok iyi ve toplumsal eleştiri dozu yüksek filmler geliyor. Sanıyorum bu film İran’da hiçbir zaman gösterime giremez. Türkiye’de gösterilse iyi olur. Sürpriz finali de artık sinemada izlersiniz.
Ödüllerde bir şansı olabilir mi? Cevap kesinlikle evet.
Dünyada 200’den fazla ülke var. Bazıları sinemayı çok seviyor, bazıları bir propaganda aracı olarak kullanmak istiyor. Bazıları da sinemadan korkuyor. En kötüsü sinemayı sevmeyen politikacılar tarafından yönetilen ülkeler.
Arjantin’in yeni cumhurbaşkanı Javier Milei ülkede 1944’ten beri var olan sinemaya devlet desteğini kaldırmaya karar vermiş. Arjantin Ulusal Film Enstitüsü INCAA ve sinema okullarına sağlanan katkı da böylece sona erecekmiş. Adamı başından beri hiç gözüm tutmamıştı. Tuhaf bir görünümü var. Geçenlerde Papa ile fotoğrafı çıktı. İlk bakışta “Papa neden bir gorille fotoğraf çektirmiş” diye düşündüm.
Aralarında Pedro Almodovar, Alejandro Gonzalez Inarritu, Aki Kaurismaki, Dardenne Kardeşler, Gael Garcia Bernal, Isabelle Huppert, Olivier Assayas, Corneliu Porumboiu ve Roger Corman’ın bulunduğu 300’den fazla sinema insanı açıklama yaparak kararı protesto ettiler.
Aslında devlet desteği bir filmin bütçesinin küçük bir bölümünü karşılıyormuş ama farklı ülkelerle ortak yapım olanaklarının kapısını açmakta çok yararlı oluyormuş. Arjantin çok güçlü bir sinema sektörüne sahip, yapılan filmler sürekli dünyanın önemli festivallerinde yer alıyor ve Oscar’a aday gösteriliyor. Arjantinli sinemacılar böyle bir kararın ülkedeki film yapımını durduracağını ve binlerce kişinin işsiz kalacağını açıklamış.
Yazık.