Umberto Eco belgeseli kitapların izinde
Umberto Eco 20. yüzyılın en önemli filozoflarındandı. Aynı zamanda edebiyatçı, yazı ustası, iflah olmaz bir kitap sevdalısıydı... Bize miras olarak kitaplarını bırakan Eco'yu 92'inci doğum gününde A'dan Z'ye anıyoruz.
2016’da 84 yaşında vefat eden Umberto Eco 20. yüzyılın önemli filozofları arasındaydı. Ama edebiyatçı, yazı ustası, iflah olmaz bir kitap sevdalısıydı da. O engin bilgi birikimiyle bilmediğimiz Ortaçağ’ı anlattı, göstergebilim uzmanı olarak dünyadaki en küçük ayrıntının bile ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bize miras olarak kitaplarını bırakan Eco’yu 92. doğum gününde A’dan Z’ye anıyoruz.
ALESSANDRIA: Çağımızın en önemli düşünürlerinden biri olarak anılan Umberto Eco 5 Ocak 1932’de faşizmin hüküm sürdüğü İtalya’nın Alessandra kasabasında doğdu. Babası Giulio muhasebeciydi fakat savaşın eşiğindeki bir dünyada sürekli askere çağrıldığı için Eco da annesi Giovanna ile birlikte Piedmontese dağlarının eteğinde bir köyde geçirdi çocukluğunu. Maddi imkansızlıklar nedeniyle Katolik okullarında eğitimine başlayan Eco sonraki yıllarda o günlerini “Çocukluğumun iki yılını silahlı çatışma içindeki SS’ler, faşistler ve partizanlar arasında geçirdim. Kurşunlardan nasıl sakınılacağını öğrendim” diye anlatacaktı. Alessandria ayrıca Eco’nun beşinci romanı ‘Baudolino’nun da kahramanıdır. Yazar böylece çocukluğuna da selam çakar.
BOLOGNA ÜNİVERSİTESİ: Babasının isteği üzerine bir süre hukuk okusa da, Eco Katolik eğitiminden geçmiş bir genç olarak Torino Üniversitesi Ortaçağ Felsefesi ve Edebiyatı bölümüne geçer ve ilgi duyduğu alana yönelir. 1954’te eski filozoflardan din düşünürü Thomas Aquinas ve onun Ortaçağ’da oluşturduğu ekolün estetik anlayışı üzerine yazdığı bitirme teziyle felsefe doktorasını tamamlar. 1969’da profesör olan Eco 1971’de dünyanın en eski üniversitelerinden olan Bologna Üniversitesi’nde çalışmaya başlar ve buradan emekli olur. Eco ilk romanı ‘Gülün Adı’ (Can Yayınları) 1980’de yayımlanana kadar İtalya’nın önemli entelektüellerinden ve bilim insanlarından biri olarak tanınıyordu. Bir Ortaçağ uzmanı ve göstergebilimin en önemli isimlerindendi. 70’li yıllarda bilimsel çalışmalarına yoğunlaşan Eco Yale, Colombia üniversitelerinde dersler verdi. Fakat ‘Gülün Adı’ onu popüler bir yazar da yaptı.
CEHENNEM DÖNÜŞÜ: ‘Gülün Adı’ dışında herhangi bir kitabı sinemaya uyarlanmadı. Ama Eco bu roman yayımlanmadan çok çok önce sinemada göründü. İtalyan yönetmen Michelangelo Antonioni’nin 1961 yapımı efsanevi Gece filminde oynayan, daha doğrusu gencecik haliyle şöyle bir görünen yazarın en sevdiği film ise John Ford’un 1939 yapımı ‘Cehennem Dönüşü/ Stagecoach’tır. Eco bu filmle ilgili olarak “Sinema filmlerinin özüdür. Bir uzaylıya ‘Film nedir?’ diye öğretmem gerekseydi, Stagecoach’ı seyrettirirdim. Bu filmde bütün sinema tekniklerini, sinema fikirlerini bulmak mümkün. Aslında bu filmden sonra başka film çekilmesi pratik olarak beyhude” der.
DEDALUS: Eco’nun entelektüel dünyadaki lakabı. Çok sevdiği ve üzerine araştırmalar yaptığı James Joyse’un ünlü karakteri Stephen Dedalus’tan dolayı mı, yoksa Minos labirentini inşa eden mimar Dedalus yüzünden mi (ki labirent meselesine fena halde tutkundur) Eco’ya bu lakap takıldı bilinmiyor. Ama her iki durumda da büyük düşünüre Dedalus lakabı çok yakışıyor.
ENTELEKTÜEL: Çağımız entelektüellerinden biri olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Ama Eco’nun entelektüelliği onu takip eden ve okuyan insanlar tarafından da tescillenmiştir. ABD’deki Foreign Policy dergisinin 2005’te yaptığı ‘Dünyanın İlk 100 Entelektüeli’ anketinde ikinci, 2008’de İngiltere’deki Prospect dergisinin anketinde ise 14. sırada yer almıştır. Peki o entelektüelliğe nasıl bakıyordu? Eco’dan okuyalım: “Bana sorarsanız yaratıcı bir şekilde yeni bilgiler üreten her kişi entelektüel sayılmalıdır. Örneğin, yeni aşılama yöntemleriyle daha sağlıklı bir elma üretmeyi becerebilen bir çiftçi entelektüel yaratıcılığa sahiptir. Öte yandan, Heidegger’in düşünce sistemini hep aynı yöntemlerle derslerinde açıklamaya çalışan bir felsefe profesörünün entelektüel yaratıcılığından şüphe etmek gerekir. Eleştirel yaratıcılık (mevcut yapıları eleştirmek, ya da daha iyi yapılmasını sağlayacak bir yöntem geliştirmek) entelektüel düşünce yapısının yegane göstergesidir.”
FAŞİZM: Çocukluğu Mussolini yönetimindeki İtalya’da geçtiği için Eco, faşizmin ne olduğu iyi bilir. İlerleyen yıllarda yazdığı yazılarda 14 maddede faşizmi özetler. Öte yandan Eco, faşizm konusunda her zaman tedbirli olmak gerektiğini de söyler: “Kökfaşizm, bazen sivil giysilere bürünmüş olarak, hâlâ çevremizde dolanıyor. Birisi dünya sahnesine çıkıp, ‘Auschwitz’i yeniden açmak, kara gömleklileri yine İtalyan meydanlarında yürütmek istiyorum’, dese, ne kadar kolay olurdu bizim için. Ne yazık ki, yaşam bu kadar basit değil. Kök-faşizm, en masum kılıklarla geri gelebilir. Görevimiz, onun maskesini düşürüp, tek tek her yeni belirtisine işaret etmektir, her gün ve dünyanın her yerinde. Özgürlük ve kurtuluş, asla sonu gelmeyecek bir görevdir. Sloganımız şu olsun: ‘Unutmayın.”
GÜLÜN ADI: 48 yaşında yazdığı, manastırda bir rahibin öldürülmesi sonrasında yaşananların anlatıldığı roman, yayımlandığında Vatikan’ın tepkilerini çekse de Eco’yu uluslararası bir yazar haline getirdi. Kitabın 1986’da aynı adla sinemaya uyarlanması Eco’yu daha çok tanınan bir edebiyatçı yaptı. Fakat bu kitabın başarısının gölgesi diğer romanlarının da üzerine düştü. Bir noktadan sonra Eco bile bu duruma isyan etti: “Bu konuda hep bir kızgınlık hissediyorum, çünkü herkes bu kitaptan bahsediyor, diğer kitaplarımın adı asla anılmıyor.”
HAFTA SONLARI ROMAN YAZAN BİR FİLOZOF: O bir filozof. Aynı zamanda eleştirmen, bilim insanı, yazar… ‘Gülün Adı’ ile birlikte edebiyat serüveni başladı. Fakat edebiyatçı kimliğinin diğer kimliklerini gölgelemesine izin vermedi. Le Monde’da yayımlanan bir söyleşisinde bu mesele kendisine soruluyor: “Umberto Eco dendiği zaman, öncelikle kimden söz ediliyor?” Eco da hep referans verilecek o ünlü cevabını veriyor: “Felsefe öğrenimi gördüm. Dolayısıyla kendimi filozof telakki ediyorum. Pazartesiden cumaya felsefe yapan ve hafta sonu romanlar yazan bir filozofum, 48 yaşından beri.”
İSTANBUL: Eco’nun en sevdiği şehirlerden biriydi İstanbul. İlk defa şehre, Haçlı Seferleri sırasında kentin yıkılıp yağmalanmasını anlattığı Baudolino‘yu yazmadan önce 1998’de geldi. Bu ziyaretinde onu en çok etkileyen yer Yerebatan Sarnıcı oldu. Yazar sevdiği şehri 2013’te tekrar ziyaret etmişti.
JAMES BOND: Umberto Eco ile James Bond’un ne gibi bir ilişkisi olabilir diye düşünebilirsiniz, ama Eco, bir fenomen olarak 50 yıldan uzun süredir hayatımızda olan James Bond uzmanı yani, Bondolojist. Yazar, Bond romanlarını analiz ederek olay örgüsüyle ilgili dokuz maddelik bir çıkarım yapmıştı.
KİTAP: Hayatını yazıya, bilgiye adamış bir yazarın kitaplara düşkünlüğü normal olarak görülebilir. Ama Eco’nun kitaba hem biçim hem de içerik olarak gösterdiği saygı bir başkadır. 50 bine yaklaşan bir kitaplığa sahipti. Ayrıca nadir kitaplar koleksiyoneriydi. “Bizler kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu dünyada hoş bir görev bu” diyen Eco’nun Jean Claude Carriere ile kitabın tarihsel seyri üzerine konuştukları ‘Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ (Can Yayınları) kitap tutkunlarının başucu yapıtlarından biridir.
LİSTE: Eco, Paris’teki Louvre Müzesi’nde Listelerin Vertigosu başlığı altında sergi dahil bir dizi etkinliğin küratörlüğünü yapmıştı. O dönem Der Spiegel’e verdiği söyleşide listelerin neden hayatımızda önemli olduğunu şöyle anlatmıştı: “Liste, kültürün kökenidir. Sanat ve edebiyat tarihinin bir parçasıdır. Kültür ne ister? Sonsuzluğu anlaşılır kılmak. Ayrıca düzen yaratmak ister -her zaman değil, ama çoğunlukla. Ya insanoğlu olarak kişi sonsuzlukla nasıl yüzleşir? Kişi anlaşılamayanı kavramaya nasıl çalışır? Listeler yoluyla, kataloglar yoluyla, müzelerdeki koleksiyonlar yoluyla ve ansiklopediler ile sözlükler yoluyla.”
Faşizmden ve Mussolini’den hiç haz etleyen Eco, Albay Valerio ile birkaç blok arayla oturuyordu.
MUSSOLİNİ: İtalyan faşist lider Mussolini, Eco’nun çocukluğunun önemli bir figürü. Eco faşizmi ve doğal olarak da Mussolini’yi hiç sevmez. Son romanı Sıfır Sayı’da da yazar Mussolini’yi bir komplonun parçası haline getirir. Ama onun Mussolini’yi yakalayan ve öldüren insanlarla da tuhaf bir yakınlığı olmuş. Kendisinden dinleyelim: “Yaşam öykümdeki tuhaf bir dönem yüzünden Mussolini’nin ölümüyle iki sebepten bağlantım oldu. Savaştan sonra, onu yakalamış olan partizan Pedro’yla dost olmuştum. Mussolini’yi öldürmüş olan Albay Valerio’nun Walter Audisio’nun savaş ismi olduğu açıklandığında ise babam onun benim şehrimde (Piemonte’deki Alessandria) olduğunu ve evimin iki-üç blok ötesinde oturduğunu keşfetmişti.”
NASIL YÖNETİRDİM? Prospect gazetesinin ‘Dünyayı ben yönetseydim’ bölümüne geçmiş yıllarda konuk olan Eco’nun, dünyayı nasıl yöneteceğine ilişkin son sözleri: “İnsanları bütün kitapları okumaya mecbur kılardım. Bırak okuyup benim gibi bilgili olsunlar ve bizim dünya liderine ihtiyacımız olmadığını anlasınlar.”
ORTAÇAĞ: Yaklaşık bin yıl süren ve genelde karanlık bir dönem olarak tasvir edilen Ortaçağ onun uzmanlık alanıdır. Romanlarında, denemelerinde, akademik çalışmalarında Ortaçağ ile ilgili genel anlatının perdesini aralayıp, insanlık tarihinin bu dönemini ayrıntılı ve derinlikli olarak işler. Onun editörlüğünde hazırlanan dört ciltlik ‘Ortaçağ’ (Alfa Kitap) ansiklopedisi, ekonomiden felsefeye, bilimden tiyatroya Ortaçağ’ın derinlikli bir portresidir ve Ortaçağ ile ilgili herkesin başvurması gereken kaynaklardan biridir.
PLAN: İkinci romanı ‘Foucault Sarkacı’nda ‘üç gizemşör’ olarak anılan roman kahramanlarının ortaya çıkarmaya çalıştıkları şey! Bildik roman türleri içinde değerlendirilemediği için ‘Bilim-roman’ ya da ‘Eco-Romanı’ diye tarif edilen kitap, adını da dünyanın döndüğünü ispat etmek için deney yapan Fransız fizikçi Leon Foucault’nun kullandığı sarkaçtan alıyor. Eco kitapta, simya ve dinsel komplo teorileri üzerinden irrasyonel düşüncenin yüzlerce yıllık geçmişini anlatıyor.
RÖPORTAJ: Onunla yapılmış söyleşilere rastlamanız mümkün. Ama söyleşi vermeyi seven biri olmadığı da biliniyor. 2013’te Türkiye’ye geldiğinde verdiği bir söyleşide bunu da açık ediyor. Muhabir, Eco’ya soruyor: Dünyada üç şeyi değiştirebilecek olsanız, bunlar neler olurdu? Eco’nun cevabı “İlkin, röportajları yok ederdim.”
SIFIR SAYI: Her ne kadar ‘Prag Mezarlığı’ son romanım” açıklamasını yapsa da Eco, bir sürpriz yapıp 2015’te ‘Sıfır Sayı’ (Doğan Kitap) adlı romanını yayımlandı. Yazar, diğer romanlarına göre daha az hacimli olan kitabında, İtalya’nın yakın tarihine, siyasal geçmişine, derin devlet ilişkilerine, komplo teorilerine sıkı bir medya eleştirisi yaparak o kendine has kara mizah bakışıyla bakar. Romanın diliyle ilgili Eco’ya kimi eleştiriler getirilir. Eco da bu eleştirilere şöyle cevap verir: “İnsan yaşlandıkça bilgeleşiyor. Her şeyi bildiğini gösterme ihtiyacı kalmıyor. En az alimane romanım bu. Bundan önceki romanlarım Mahler senfonileriydi. Bu daha ziyade caz. Charlie Parker, Benny Goodman tarzında. Romanlarımda üslup hep konuyu izler. Gülün Adı‘nın üslubu, bir Ortaçağ vakanüvistinin üslubuydu. ‘Önceki Günün Adası’ndaki üslup baroktu. ‘Sıfır Sayı’ çok kuru bir gazetecilik üslubunu izliyor.”
TAKDİS: Eco kendini bir edebiyatçıdan ziyade filozof olarak gördü. Ama gelecekte bir romancı olarak anılacağını da düşünüyordu. Verdiği bir mülakatta “Gelecekte muhtemelen bir romancı gibi algılanacağım” diyor ama sonrasında filozof olarak anılma ihtimalini şöyle açıklıyor: “Ama şu sıra, 1939’da ABD’de yaratılmış 1000 başlıklı bir kitap koleksiyonu olan The Library of Living Philosophers/Yaşayan Filozoflar Kütüphanesi, kitaplarından birini bana tahsis etme kararı aldı. Başkalarıyla birlikte, Bertrand Russell, Einstein, Gadamer ya da Paul Ricoeur bu koleksiyonda yer aldılar. Başka kimse kalmamış. Dolayısıyla bana bir kitap tahsis etme kararı almışlar. Bunu bir takdis etme süreci gibi görüyorum. Filozoflar için bir Nobel ödülünden iyi, zira bu dizide unutulmuş hiçbir yazar yok.”
UYARI: Yazar, ‘Genç Bir Romancının İtirafları’ (Kırmızı Kedi) kitabında aslında yazı yazmaya meraklı insanlara kimi uyarılarda bulunur. Bu uyarılardan bir kuple: “Sen Proust değilsin. Bu yüzden uzun cümleler kurma. (…) Sıklıkla, yeni paragraflara başlayın. Bunu gerektiğinde ve yazının temposuna göre yapın ama ne kadar çok yaparsanız o kadar iyi. (…) Üç nokta ve ünlem işareti kullanmayın; ironileri açıklamaya kalkışmayın.”
VAHA: Umberto Eco, yazıyla, metinle, kültürle, görsel sanatlarla, düşünce tarihiyle ve tarihle uğraşanlar için bir vahadır. Özellikle akademik birikiminin, gözlemlerinin ve fikirlerinin yer aldığı kitapları romanlarından daha önemlidir. Bunun için ‘Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti’, ‘Yanlış Okumalar’, ‘Günlük Yaşamdan Sanata, Düşman Yaratmak’, ‘Beş Ahlak Yazısı’, ‘Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik’, ‘Güzelliğin Tarihi’, ‘Çirkinliğin Tarihi’ gibi kitaplarına sıklıkla referans verilir.
YENGEÇ ADIMLARIYLA: Günümüz dünyasının bir filozof tarafından nasıl yorumlandığını merak ediyorsanız adres olarak Eco’nun 2000-2005 arasında yazdığı denemelerinden ve konferans metinlerinden oluşan ‘Yengeç Adımlarıyla’ (Doğan Kitap) kitabı gösterilebilir. Eco kitabında tarihi ve iletişim alanındaki ilerlemenin ‘yengeç adımlarıyla’ yani geriye dönük olduğunu anlatıyor.
ZAMANIN SONU: Yazar ölmeden kısa bir süre önce verdiği söyleşide “Karamsar mısınız?” sorusuna cevap verirken birçok entelektüelin tarih boyunca kendi dönemlerinde zamanın sonunun geldiğini ilan etmelerinin neredeyse bir gelenek olduğunu şöyle açıklar: “Kaygılıyım. Seksenini geçmiş biri olarak kendim için değil, çocuklarım için. Şu son zamanlarda gazetelerin bize ne kadar korkunç bir geleceği haber verdiklerini fark ediyorsunuzdur. Ama bu felaketimsi gelecek haberleri yeni bir şey değil; bütün çağlarda var. 12. ya da 13. yüzyılda dünyanın sonunun tsunamilerle ve bizim bugün yaşadığımız türde iklimsel felaketlerle geleceğini anlatan bir metin buldum. 1836’da Balzac, sanayi uygarlığının sanat eserini yok ettiğini söylüyordu. ‘Artık sanat yeteneğimizi yitirdik, ortaya sadece ürünler çıkarıyoruz’ diyordu. Birkaç sene sonra, Stendhal ‘Parma Manastırı’nı ve ‘Kırmızı ve Siyah’ı yazıyordu; Chopin Si Bemol Minör Sonatı‘nı besteliyordu; Leopardi Ginestra’yı yazıyordu; 40 sene sonra da Dostoyevski ‘Karamazov Kardeşler’i yazıyordu. Zamanın sonunun geldiğini ilan etmek, entelektüellere biraz para kazanma olanağı sağlayan bir spordur.”