42. İstanbul Film Festivali, İstanbul'da üç semte, altı salonda tüm hızıyla sürüyor. 10Haber gün gün festivalin nabzını tutuyor. 11. günün öne çıkan filmleri 'Cam Perde', 'Üçüncü Dünya Savaşı', 'Manyetik Alan' ve 'Ve Kral Dedi Ki: Ne Harika Bir Makine'
Pınar Öğrenci’nin yönettiği ‘Turkish Delight’, Türk mutfak kültürünün en önemli sembollerinden biri olan lokumun, Anadolu’nun batısından Yunanistan’ın Siros Adası’na uzanan üretim hikâyesini anlatıyor. Arapça’da rahat-ul hulkum ve Yunanca’da lokumi olarak anılan lokum, ulus fikrinin yayıldığı 19. yüzyılın sonunda Turkish Delight olarak anılmaya başlarken kısa bir süre sonra başlayacak savaştan kaçan mültecilerin ekmek kapısı olur.
Anadolu ve adalardan gelen Rum mültecilerin emeğiyle inşa edilen Siros Adası’nın hikâyesinden bir bölümün anlatıldığı film, yüzyıllarca bir arada yaşayan halkların birbirinden zorla koparılmasına odaklanır. Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir ve İstanbul’dan kaçarak Siros Adası’na sığınan iki Rum ailenin zorla yerinden edilme hikâyesinin anlatıldığı film, farklı kuşaklardan gelen iki çiftin hayatta kalma hikâyelerini bir araya getiriyor. İmgelerin parçalı çokluğuyla görselleşen anlatı, anavatan ile varış limanı arasında kalan mülteciler için ikiye bölünmüş tarih yazımına, parçalanmış kültürel ilişkilere ve psikolojik kayıp manzarasına işaret ediyor. Bilet almak için tıklayınız.
Hırvatistan’ın Oscar adayı olan ‘Güvenli Bir Yer’ senaryosunu yazıp hem yönetmenliğini hem de başrolünü üstlenen ve Saraybosna Film Festivali’nde hem En İyi Yönetmen hem de En İyi Oyuncu Ödülleri’ni kazanan Juraj Lerotić’in ilk filmi. Akıl sağlığı sorunlarının aile bağlarını nasıl etkilediğine dair hassas bir keşif niteliği taşıyan ‘Güvenli Bir Yer’, samimi, gerilimli, yürek burkan bir film; Lerotić’in kendi hayatından esinlendiği otobiyografik bir aile dramı.
Sanki başka kimsenin göremediği bir savaş yürütmeye başlayan bu ailenin tüm fertlerinin hayatı birden ve kökten değişir, çünkü Damir intihar girişiminde bulunmuştur. Damir’in annesiyle kardeşi 24 saat boyunca onu hem kendisinden hem de düşmanca buldukları sistemden korumaya çalışacaktır. Bilet almak için tıklayınız.
Keyif veren ve şaşırtan, sıra dışı, komik bir yolculuk olan ‘Karaoke’, eleştirmenlere göre doğru notaların tümüne basan gerçek bir hediye. ‘Karaoke’, 46 yıldır evli olan, yaşlarını almış Tova ile Meir’in dümdüz hayatlarını izliyor. Yeni taşınan zengin ve hadsiz üst komşuları Itzik onları karaoke geceleri için çatı katındaki evine davet edince, Tova ile Meir’in hayatına da heyecan gelir.
Itzik’in enerjisi, atılganlığı, karizması ve yaşam tarzı, onların hayata duydukları arzuyu da reddedilemez bir şekilde yeniden alevlendirecektir. Harika oyunculuklarıyla öne çıkan; aşk, arkadaşlık, erkeklik, evlilik, içinde bulunduğumuz hız çağı, narsisizm ve “yeni İsrail toplumu” üzerine hem acı hem de tatlı bir film olan Karaoke, dünya prömiyerini Tribeca Film Festivali’nde yaptı. Bilet almak için tıklayınız.
Yaşlı bir mülteci, karısının cenazesini ülkesine götürüp defnetmek ister. Küçük torununu da yanına alarak tabutla yola çıkar. Fakat ne otobüs ne de kamyon şoförleri, tabutla gezen bu iki mülteciyi araçlarına almak ister. Yola mecburen yayan devam etmek zorunda kalırlar. Ancak tabut, sürüklenmelere ve yol koşullarına daha fazla dayanamaz, çatlamaya ve kırılmaya başlar.
Savaşın halen hüküm sürdüğü topraklara geri dönmek istemeyen küçük kız ile özlemini çektiği ülkesine bir an önce kavuşmak isteyen yaşlı adam. Ve her ikisinin de ortak sevgi bağı olan cenaze… Yolculukları boyunca hayata tutunma çabaları ve bu cenazeyi taşıma gayretleri, aralarındaki buzun zamanla erimesine neden olacak ve birbirlerine daha sıkı bağlanacaklardır. Bekir Bülbül’ün yönettiği film günün ilk Ulusal Yarışma’da yer alan yapımı. Bilet almak için tıklayınız.
İran’ın Oscar adayı ‘Üçüncü Dünya Savaşı’, sürekli ezilen bir inşaat işçisinin İran’da çekilen, Holokost’la ilgili kötü bir filmde figüran olarak görünürde hayatının fırsatını yakalamışken, aslında hayatının altüst olmasını anlatıyor. Kara komedi olarak başlayıp insan zulmünün karanlık duygusuzluğuna inen ‘Üçüncü Dünya Savaşı’, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde iki büyük ödül kazandı.
İranlı çok yönlü yönetmen, senarist, kurgucu ve oyuncu Houman Seyedi, altıncı filmi hakkında şunları söylüyor: “İnsanlar ev, iş, aile gibi en temel gereksinimlerini elde etmek için canla başla mücadele ederler, sonunda ellerine geçense dekoratif ve yapay bir aldatmacadan başka bir şey değildir.” Bilet almak için tıklayınız.
Yıllarca yasaklı kalan ‘Kara Kafa’, Cafer adlı bir işçinin, Türkiye’de geçirdiği tatil dönüşü eşi ve iki çocuğunu Almanya’ya götürüşünü, eşi ve çocuklarıyla Almanya’daki yaşam serüvenini, işsiz kalışını ve siyasal örgütler sayesinde bilinçlenen eşiyle çatışmasını anlatıyor.
Dublajdan montaja yıllarca ses teknisyeni olarak çalışan, 55 filmde yönetmen yardımcılığı yapan, yönettiği ilk filmi ‘Fırat’ın Cinleri’ ile büyük başarı ve birçok ödül kazanan Korhan Yurtsever, ‘Kara Kafa’nın senaryosunu usta senaryocu Bülent Oran ile birlikte yazdı. Çekimleri 1979’da tamamlanan filmin Türkiye ve yurtdışındaki gösterimlerini 1980’de sansür kurulu “dost ülke Almanya’nın onuruyla oynandığı” gerekçesiyle yasakladı. Soruşturma açılan Korhan Yurtsever, yıllarca sürgün yaşadığı Berlin’e yerleşti.
Filmin iade-i itibarı ve dünya prömiyeri 2012’de Antalya Film Festivali’nde yapıldı. ‘Kara Kafa’, İstanbul Film Festivali’nde 2023 Berlin Film Festivali’nde gösterilen, orijinal negatiflerden restore kopyasından gösteriliyor. Dün filmin festivaldeki ilk gösterimi yapıldı. Yoğun ilgi gören filmi seyretmek için son şansınız. Bilet almak için tıklayınız.
Fatih Akın yazıp yönettiği ‘Ren Altını’, ünlü Kürt-Alman gangsta rapçi Giwar Hajabi, namı diğer Xatar’ın hayat hikâyesini anlatan bir biyografi filmi. Yönetmene sorarsak “Yaptığım en zorlu film” diyor. Alman aktör ve müzisyen Emilio Sakraya, 1980’lerin sonunda ailesiyle birlikte Irak’tan Almanya’ya göç eden Xatar’ı canlandırıyor.
Film, Xatar’ın otobiyografik romanı ‘Alles oder Nix/ Ya Hep Ya Hiç’e dayanıyor. Xatar’ın gettolardan müzik listelerinin zirvesine uzanan yolu dramatik olduğu kadar şaşırtıcı da: Irak’taki cehennem gibi bir hapishaneden çıkan Giwar’ın Almanya’da küçük bir suçludan büyük bir uyuşturucu satıcısı düzeyine yükselişi pek hızlı olur. Ta ki bir sevkiyat kaybolana kadar. Uyuşturucu çetesine borçlarını temizlemek için devasa bir altın soygunu planlar. Tam da her şey ters giderken müzik tutkusu sayesinde Giwar’ın önünde başka bir kapı açılacaktır. Bilet almak için tıklayınız.
Yunanistan’ın Oscar adayı olan ‘Manyetik Alan’ acı-tatlı, minimalist, romantik, doğaçlama bir yol filmi. Çizgi roman sanatçısı Yorgos Goussis, uzun metrajlı bu ilk filminde bir kadın ile bir erkeğin tıpkı mıknatıslar gibi birbirlerini çekip itmelerini anlatıyor.
Manyetik alanlardan etkilenebilen MiniDV kasetlerle (Dogme 95 filmleri gibi) çekilen film, tek başına seyahat ederken bir hevesle rotasını değiştirmeye karar veren ve kendini bir adaya giden feribotta bulan Elena ile başlıyor. Antonis de aynı feribotta, elinde kemik dolu bir sandığı gömmeyi umduğu ada mezarlığına gitmektedir. Tanışırlar, birbirlerinin arkadaşlığından keyif alırlar ve kutuyu gömmek için iyi bir yer ararlar. Yorgos Goussis festivalin ulusal kısa film yarışmasının jürisinde de yer alıyor. Bilet almak için tıklayınız.
Ulusal Yarışma’da yer alan günün ikinci filmi ‘Cam Perde’, ‘Sarı Sıcak’ ve ‘Çatlak’ ile sinema kariyerinde emin adımlarla yürüyen, sinemamızda kendi kuşağının öne çıkan yönetmenlerinde Fikret Reyhan’ın son yapıtı. Festivalin merakla beklenen yapımlarından olan film Nesrin’in yaşadıklarını anlatıyor.
Dört yaşındaki oğluyla yaşayan Nesrin, bir yandan eski eşi Ömer’in baskıları ve bürokratik engellerle uğraşırken bir yandan da sevgilisi Selim ile olan birlikteliğinde kritik kararlar almanın eşiğindedir. Bilet almak için tıklayınız.
Yürütücü yapımcılığını Ruben Östlund’un üstlendiği bu çok eğlenceli film, Camera Obscura ve Lumière kardeşlerden YouTube’a ve sosyal medyaya kadar uzanan bir süreçte görüntünün izini sürüyor ve bu görüntülerin yıllar boyunca insan davranışını nasıl etkileyip değiştirdiğini gözlemliyor.
Yönetmen ikilisi Axel Danielson ve Maximilien Van Aertryck insanın kendini görüntüleme ve izleme merakını, medya kültürünün baskınlığını, sinema ve sosyal tarihçe uygulamalarını gözlemlerken, milyarlarca dolarlık bir endüstriye nasıl vardığımızı da sorguluyor. Film dünya prömiyerini Sundance Film Festival’inde Dünya Sineması Belgesel Yarışması bölümünde yaptı, ardından Berlin Film Festivali’nde gösterildi. Bilet almak için tıklayınız.