42. İstanbul Film Festivali'nin son günündeyiz. Günlerdir süren film maratonu biterken 10Haber de son gün seçkisiyle festivale veda ediyor. Festivalde bugün öne çıkan filmler, 'Suna', 'Boşlukta', 'Mülk', 'Kömür', 'Roma'ya Yürüyüş'. 10Haber iyi seyirler diler.
‘Kasap Havası’ filminin yönetmeni Çiğdem Sezgin ikinci filmi ‘Suna’da sinemamızda genel olarak kadraj dışı kalmış bir kadının hikayesini anlatıyor. Bilene, görene çok tanıdık gelen bir karakter Suna, ama işte gölgeler arasında kalanlardan. Ulusal Yarışma’da yer olan film yoksulluk nedeniyle kendi hayatı sürdüremeyen, bunun için de eşi ölmüş bir adamla evlenen Suna’nın öyküsü konu ediyor.
Hane içinde kadın-erkek ilişkilerinde ataerkil ilişki nasıl sinsice inşa ediliyor, kadın o hane içine de, erkeğin gölgesine de nasıl hapsediliyor, filmden anlıyoruz. Sezgin’in trafik kazasında kaybettiğimiz sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan’a ithaf ettiği, ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterilen filmde Nurcan Eren ve Tarık Papuççuoğlu’nun üst düzey performansları görülmeyi hak ediyor. Bilet almak için tıklayınız.
Sinema üzerine çektiği belgesellerle tanınan sinema yazarı ve yönetmen Mark Cousins, faşizmin İtalya’daki yükselişini ve 1930’ların Avrupa’sının çöküşünü, gün yüzüne çıkmamış arşiv görüntüleri ve kendine has sinemasal çözümlemesiyle anlatıyor. Cousins’in prömiyerini Venedik’te yapan, hem deneme-film hem de tarihi belgesel niteliğindeki yeni filmi, tarihi bağlamsallaştırarak günümüzde Avrupa’da yükselen radikal sağ ve gerçekleri saptıran medyanın kol gezdiği siyasal manzaraya da ayna tutuyor.
Film, adını 1922’de İtalya’da faşistlerin hükümeti devirmek amacıyla yaptıkları ve Benito Mussolini’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanan meşhur gösteri ve yürüyüşten alıyor. Marc Cousins’in önceki filmleri ‘Filmin Hikâyesi: Uzun ve Maceralı Bir Yolculuk’, ‘Orson Welles’in Gözleri ve ‘Ben Belfast’ım’ festival kapsamında gösterilmişti. Bilet almak için tıklayınız.
Toza ve betona teslim olmuş kenti uzaktan izleyen gözlerimiz bir şantiyede iki genç adama takılır. Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat ile üniversite hayali kuran kuzeni Emrah, dedeleri ve babalarından sonra ailenin üçüncü nesil erkekleri olarak inşaatlarda duvarcılık yaparlar.
Daha iyi bir seçenek çıkana kadar ikisi de bu işe mecburdur. Zorlu çalışma koşulları ve gelecek kaygısıyla bunalan iki genç bu kısır döngüden çıkmanın yollarını ararken, işçi koğuşlarındaki yaşamlara, ücretlerini alamayan işçilerin şantiye işgallerine ve büyük bir kentsel yıkıma tanıklık ederiz. Somnur Vardan’ın belgeseli Ulusal Belgesel Yarışması’nda yer alan filmlerden. 55. SİYAD Ödülleri’nde En İyi Belgesel Film seçilen yapım, ülke gerçeklerinin insanların hayatını nasıl bir girdaba soktuğunun en net sinemasal yansımalarından biri. Bilet almak için tıklayınız.
Bir çiçekçi dükkânı ile eski bir manastır arasında, bir yüzme havuzuyla Akdeniz arasında, yaşamla ölüm arasında, tüm bunların tam ortasında geçen bir hikâye anlatıyor ‘Amerika’. 2018’de festivali, tadı damaklarda kalan ‘Pastacı’ ile ziyaret eden Ofir Raul Graizer, benzer bir hassasiyetin peşinde, Almodóvar ve Douglas Sirk’ü anımsatan, samimi ve renkli bir melodramla geri dönüyor.
Duygular, çiçekler ve kokularla dolu, şiirsel bir film olan Amerika, babasının ölümü üzerine 10 yıl aradan sonra Chicago’dan İsrail’e dönen yüzme antrenörü Eli’yi izliyor. Bu kısa yolculuğunda çocukluk arkadaşını ve nişanlısını ziyaret etmeye karar veren Eli, herkesin hayatını kökten etkileyecek bir dizi olayı harekete geçiriyor. ‘Amerika’, prömiyerini Karlovy Vary Film Festivali’nin ana yarışmasında yaptı. Bilet almak için tıklayınız.
Toksik ilişkilerde duygusal manipülasyonun en iyi örneklerinden birini işleyen ‘Alice, Sevgilim’, aynı zamanda kadınların dostluğunun ne kadar güçlü ve destekleyici olabileceğini de gösteriyor.
Anna Kendrick’in oynadığı ve filme adını veren Alice, erkek arkadaşı Simon’ın hiç esirgemediği psikolojik baskısıyla kırılma noktasına gelen bir kadındır. İki yakın arkadaşıyla tatildeyken yeniden kendini bulur ve gerçekleri açıkça görmeye başlar. Ancak elbette Simon intikamını alacaktır, üstelik bu intikam çok yıkıcı olacaktır. Bilet almak için tıklayınız.
Hem siyasal hem de psikolojik gerilim öğeleri taşıyan ‘Sendikacı’, Fransa’da çokuluslu bir nükleer santralin sendika temsilcisi olan Maureen Kearney’nin gerçek hikâyesini anlatıyor. Fransa’nın gizli nükleer anlaşmalarını sızdıran Maureen sektörü karıştırmış, başta bakanlar ve endüstrinin ağır topları olmak üzere herkesi karşısına almak uğruna skandalı ortaya çıkarmak ve 50 bin işçinin hakkını savunmak için canını dişine takmıştı.
Maureen, kendi evinde saldırıya uğrayınca hayatı altüst olur. Soruşturmayı yürütenler elbette baskı görür; birden ortaya şüphe uyandıran yepyeni bilgiler çıkar. Başta kurban olan Maureen, şüpheli haline gelir. Isabelle Huppert’in Maureen rolünü üstlendiği ‘Sendikacı’, Venedik Film Festivali’nde Ufuklar bölümünde gösterildi. Bilet almak için tıklayınız.
Yaşadıklarıyla sarsılan bir kadınla başlayan ‘Mülk’, tarım işçilerinin isyanıyla devam ederken Brezilya’daki sınıfsal ayrımları mercek altına yatırıyor. Filmin başkahramanı Teresa, başına gelen çok sarsıcı bir olayın ardından biraz sakinlemek için ailesinin çiftliğine gidiyor. Çiftlikte çalışan işçiler ayaklanarak araziyi işgal edince Teresa alelacele zırhlı arabasına sığınıyor. Burada kapana kısılan Teresa yine de pazarlığa yanaşmıyor.
Dünya prömiyerini 2023 Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapan ‘Mülk’, iki zıt dünyanın çatıştığı bir hayatta kalma gerilimi olarak tanımlanıyor. Brezilyalı yönetmen Daniel Bandeira “İşgücü, ırk ve sınıf ilişkilerimizi birtakım kadim kurallar belirliyor. Toplumumuzda şiddet ve korkunun hükmü böyle süregidiyor” diyor. Festivalin en iyilerinden biri ve izlemek için de son fırsat. Bilet almak için tıklayınız.
Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan ve sistemle mücadele etmekten vazgeçip onun bir parçası olmaya karar veren, hayatta kalmak için her şeyi yapabilecek insanların güçlü bir portresi… Brezilya’dayız, yıl 2022. São Paulo kırsalında, ücra bir bölgede, bir kömür fabrikasının yakınlarında yaşayan taşralı bir aile, gizemli bir yabancıyı evlerinde ağırlamayı kabul eder.
Aranan bir uyuşturucu baronu olan bu sözde misafir sayesinde evleri zamanla bir sığınağa dönüşür. Anne, baba ve çocuk, bir yandan bu yabancıyla aynı çatıyı paylaşmayı öğrenirken, bir yandan da rutinlerini sürdürmek zorunda kalacaktır. Yönetmen Carolina Markowicz, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan ‘Kömür için “Çok vahşi bir dünyada yaşıyoruz, öyle ki tuhaflıklarına karşı bağışıklığımız var” diyor. Bilet almak için tıklayınız.
Alman Yeni Yeni Dalgası’nın öncüsü Angela Schanelec, klasik bir efsaneyi müzikle birleştirerek, Oidipus trajedisinin kendine özgü ve çarpıcı bir çağdaş yorumuyla sinemaya geri dönüyor. Doğduğunda Yunanistan’da dağlık bir alanda terk edilen Jon, babasını ya da annesini tanımadan evlat edinilir.
20 yaşındayken, yanlışlıkla bir adamın ölümüne neden olur ve hüküm giyer; hapishanede gardiyan Iro ile tanışır. Iro sürekli peşinde gibi görünür, onunla ilgilenir, onun için müzikler kaydeder. Jon görme yetisini kaybetmeye başlar. O andan itibaren, yaşadığı her kayıp karşılığında bir şey kazanacaktır. Böylece kör olmasına rağmen hayatını her zamankinden daha dolu yaşayacaktır. ‘Müzik’, dünya prömiyerini Gümüş Ayı En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandığı Berlin Film Festivali’nde yaptı. Bilet almak için tıklayınız.
Üç farklı erkek, üç farklı ilişki ve erkeklik biçimi… ‘Yabani Çiçekler’, 22 yaşında, iki çocuk annesi, âşık olan ve aşkını tüketen, mutluluğu aramak için kendi yolunu çizen Julia’yı izliyor. Julia rolündeki abartısız performansıyla büyüleyen başrol oyuncusu Ana Castila, programda yer alan ‘Aramızda Kalsın’da da rol alıyor.
Festival izleyicisinin ‘Güzel Gençlik’ ve ‘Petra’yla tanıyacağı Jaime Rosales’in son filmi prömiyerini San Sebastian Film Festivali’nde yaptı. İspanyol sinemasının en ilgi çekici yönetmenlerinden Jaime Rosales, filmini şöyle anlatıyor: “Evcilleşmemiş biriyle tanışmanın çok ilgi çekici bir yanı var: Onları evcilleştirebileceğimize, değiştirebileceğimize inanma dürtümüz öyle insani bir şey ki.” Bilet almak için tıklayınız.