42. İstanbul Film Festivali, İstanbul'da üç semte, altı salona yayıldı. Film gösterimleri, yarışmalar, söyleşiler, sinema çıkışı sohbetleri... 10Haber gün gün festivalin nabzını tutuyor. Altıncı günün öne çıkan filmleri 'Kızıl Gökyüzü' 'Atlantic Bar', 'Yaşamak ve Ölmek' ve 'LCV'
Çağdaş bir ‘Romeo ve Juliet’ hikâyesini andıran ‘Yaş 16’, toplumsal kısıtlamalar karşısında ilk ve gerçek aşkın gücünü gerçekçi, inandırıcı ve dokunaklı bir yaklaşımla ele alıyor. 16 yaşındaki Nora ile Leo aynı kasabada, aynı banliyöde yaşamakta, aynı liseye gitmektedirler, ancak sosyal çevrelerinden ailelerinin dinlerine ve gündelik yaşamlarına dek her şey karşılarında durmaktadır. Yine de ilk görüşte birbirlerine âşık olurlar.
Bir hırsızlık suçlaması ailelerini karşı karşıya getirdiğinde ise aşkları zorluklar ve türlü felaketlerle sınanır. Filmlerinde sıklıkla aile, toplumsal bağlar ve çiftleri ele alan Philippe Lioret’nin önceki filmleri ‘Hoş Geldiniz /Welcome’ ve ‘Tüm Arzularımız /Toutes nos envies’ daha önce festivalde ve Filmekimi’nde gösterilmişti. Fırat Çelik de filmde kısa bir rolle yer alıyor. Bilet almak için tıklayınız.
L’Atlantic Bar’ı ayakta tutan, barın sahibi, zor kişiliğiyle meşhur Nathalie’dir. İnsanların her gün uğradıkları, birbirlerini uzun zamandır tanıdıkları, dans edip şarkı söyledikleri, dertleştikleri bakımsız bir mahalle barıdır burası. Barın satışa çıkarılmasıysa Nathalie ile müdavimler için dünyanın sonu, umutsuzca ihtiyaç duyulan bir yerin kaybı demektir.
‘Atlantic Bar’, Fransa’nın güneyinde, Arles kentindeki bir bardan taşan insancıllığı, sıcaklığı, hayatı, karşılaşmaları, aşkı ve dramı anlatıyor. Müdavimlerin ve bar sahiplerinin dayanışma duygusunu bulmalarını sağlayan, nezihleştirmenin doymak bilmez iştahına karşı duruşlarını politik hâle getiren bir mekânın hikâyesi bu. Dünya prömiyerini 2022’de Cannes Film Festivali’nin ACID yan bölümünde yapan Fanny Molins’in bu ilk uzun metrajlı belgeseli, “Depardon, Wiseman ile Bukowski arasında duruyor” sözleriyle övülüyor. Bilet almak için tıklayınız.
Sadece imparatorlukların başkenti değil, aynı zamanda temel dinlerin de kalbi olan İstanbul’un dini müzik ortamı her zaman çok çeşitli ve renkli olmuştur. Bu sahnede Helenler, Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler ve Müslümanlar birbirlerini önemli ölçüde beslemişlerdir.
Kim kimi etkilemiş, kim kimden etkilenmiş olursa olsun, farklı dinlere bağlı olanlar tarih boyunca bir yakınlaşmaya, ortak bir sanata ve anlatım tarzına sahip olmuşlardır. Farklı dil ve dinlere rağmen insanlığı bir araya getiren ve ilahi olanla buluşturan müzik, tarih boyunca en özlü, etkili ve egemen ifade biçimi olmuştur. Sanat, bu yönüyle insanlığın ürettiği en sanal ürün olarak ortak kültürel mirasımız. Mesut Tufan belgeselinde İstanbul’un müziğinin peşine düşüyor. Bilet almak için tıklayınız.
Doru COVID salgınının ortasında, beklenmedik bir şekilde İsveç’ten memleketi Romanya’ya döner. Görünürde bir vaftiz töreni için gelmiştir, ama gizliden gizliye karısının sadakatsizliğini ortaya çıkarmanın peşindedir. Annesinin serseri köpeği Amza’yla birlikte karısını izler, her an gerçekleşebileceğini düşündüğü ihaneti yakalamaya çalışır.
Yönetmen Constantinescu’ya göre, “Kara film etkileri taşıyan, bir çiftin dramına ve ihanet, başarısızlık, yabancılaşma temalarına odaklanan, araştırmacı yapıya sahip bir film bu. Bir hafta boyunca Doru’ya eşlik ediyoruz ve onun kıskançlık, şefkat, paranoya, merhamet patlamalarına tanık oluyoruz.” Bilet almak için tıklayınız.
David Lynch’in pek bilindik bir sözü vardır: “Oz Büyücüsü’nü düşünmeden geçirdiğim gün yok.” ‘Lynch/Oz’ da meşhur Technicolor masalı ‘Oz Büyücüsü’ ile David Lynch’in nevi şahsına münhasır popüler gerçeküstücülüğü arasındaki büyüleyici ilişkiyi keşfetmek amacıyla işte bu sözün izinden giderek sarı tuğlalı yola düşüyor.
Festivalde jüri üyeliği yapan Alexandre O. Philippe sinema tarihini didikleyen ‘İnançlı Atlayış’, ‘Memory’, ‘Halk George Lucas’a Karşı’ gibi önceki çalışmalarına benzer şekilde David Lynch’in Oz Büyücüsü’ne duyduğu ilgiye (ya da takıntıya) derinlemesine dalıyor. Lynch’in apaçık ya da tahmin edilen referansları, kullandığı gizli imge ve semboller Karyn Kusama, John Waters, David Lowery, Rodney Ascher, Amy Nicholson, Justin Benson ile Aaron Moorhead gibi çağdaş sinemanın saygın isimleri tarafından gösterilip anlatılıyor. Bilet almak için tıklayınız.
‘Tavuri’, hayatının yarısını hapishanede geçiren, ‘Şeytan’ lakaplı Mustafa Serttaş aracılığıyla suç, suça bağımlılık, toplum ve özgürlük temalarını sorguluyor. İlkokulu bitirmemiş olan Mustafa Serttaş, Kıbrıs’ta yoksul ve parçalanmış bir ailede yetişmiş ve çocukluğundan itibaren hırsızlığa başlamıştır. Zamanla bu alışkanlığı bir tutkuya dönüşmüştür.
Yönetmen Derviş Zaim, Mustafa Serttaş’ı sekiz yaşından beri tanıyor. Zaim, Serttaş’ın hayatının son beş yılını filme almayı başarmış; çekimlerin bir kısmı Serttaş hapiste iken gerçekleştirilmiş. Filmin başında yönetmen, eski arkadaşını hapishanede ziyarete gelir ve böylece aklında bazı sorular olduğunu öğreniriz: Tavuri hapishaneden çıktıktan sonra yeni bir hayat başlatabilecek midir, yoksa yavaşça kendi sonunu mu hazırlayacaktır? Ülkenin en büyük dolandırıcısı olmasına rağmen ona yönelik bir merhamet geliştirmek mümkün müdür? Bilet almak için tıklayınız.
Ünlü aktör Jesse Eisenberg’ün kamera arkasına geçtiği bu ilk filmin parlak oyuncu kadrosunda Alisha Boe, Julianne Moore ve Finn Wolfhard gibi pek çok tanıdık isim rol alıyor. Film, dünyanın sorunlarından bihaber, internet yıldızı olmaya heves eden kendini beğenmiş oğlu Ziggy ile bağ kurmakta zorlanan sosyal hizmet görevlisi Evelyn’in oğlu ile hikayesini anlatıyor.
Bu duygusal ve dokunaklı komedi, zıt gibi görünseler de birbirlerine itiraf edemeyecekleri kadar benzeyen bir anne ile oğlunun komik ve keskin gözlemlere dayalı portresini çiziyor. Sevgi, fedakârlık ile kendine ve başkalarına değer vermenin hassas dengesini ele alan ‘Dünyayı Kurtardığında’, prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yaptıktan sonra Cannes’da Eleştirmenlerin Haftası bölümünde gösterildi. Bilet almak için tıklayınız.
Evlenmelerine bir saat kala, törenin yapılacağı otelde son hazırlıklarını yapan Ceren ile Semih, yakın arkadaşları Mert’in geçmişten gelen sırları ortaya dökmeye başlamasıyla en mutlu günlerini sorgulamaya başlarlar. Hatta daha da ötesine geçilir Ceren ile Semih evlilik kararlarını üzerlerin damatlık ve gelinlik gözden geçirirler.
İsmet Kurtuluş, Kaan Arıcı’nın yönettiği, Cem Yiğit Üzümoğlu, Ushan Çakır, Melisa Şenolsun’un rol aldığı filmdeki performansıyla Cem Yiğit Üzümoğlu Antalya Film Festivali’nde Selahattin Paşalı ile En İyi Erkek Oyuncu Ödülü paylaştı. Bilet almak için tıklayınız.
Günümüz Alman sinemasının en gözde sinemacılarından olan, ‘Barbara’, ‘Transit’ ve ‘Undine’nin yönetmeni Christian Petzold’un son filmi, dünya prömiyerini büyük ödüle layık görüldüğü 2023 Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasında yaptı. Yönetmenin doğal elementleri konu alan üçlemesinin ikinci filmi olan ‘Kızıl Gökyüzü’, Baltık Denizi kıyısında, bir yanı orman, küçük bir tatil evinde geçiyor.
Sıcak amansız bastırmışken haftalardır yağmur da yağmamıştır. İkisi eski ikisi yeni dört genç arkadaş bir araya gelir ve duygular, etraflarındaki kurak ormanlar gibi alev almaya başlar. Mutluluk, şehvet ve aşk, aynı zamanda kıskançlıklar, kırgınlıklar ve gerginlikler gün yüzüne çıkar. Hikayenin merkezinde ise her şeyi kendinden tarifleyen ve yazar olmak isteyen bir genç var. Lakin yaşanan orman yangını bu tatil evine ulaşmaya başlayınca bu gencimiz de hayatın odağında kendisinin olmadığını anlıyor. Bilet almak için tıklayınız.
‘Yaşamak ve Ölmek’ belki de 1980’lerin aksiyon-gerilim furyasını en iyi tanımlayan film, aynı zamanda usta yönetmen William Friedkin’in meşhur filmi ‘Kanunun Kuvveti’nin ABD’nin batı yakasındaki eşdeğeri ya da tematik uzantısı sayılabilir. Film, kibirli bir gizli servis ajanının, birlikte çalıştığı ajanlardan birini öldüren gösterişli bir kalpazan-sanatçıdan intikam alma arayışını anlatıyor.
Ajanın saplantılı takibi çabucak çığırından çıkıyor, filmin başkarakteri korumaya yemin ettiği yasaları eğip büken ve çiğneyen bir serseri mayın hâline geliyor. Willem Dafoe ile John Turturro’yu üne kavuşturan ‘Yaşamak ve Ölmek’ gerçekçi, neon görüntüsü, Los Angeles otobanında ters yönde giden araba kovalamacası ve Los Angeles Havaalanı’ndaki yaya kovalamacası, bolca silahlı çatışma, sürekli ters köşe sürprizleriyle, kara film olduğu kadar sert bir polisiye-dram. Bilet almak için tıklayınız.