Notos, En Önemli 40 Polisiye Roman’ı seçti: İlk sırada Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ var
Notos edebiyat dergisinin 100. sayısında Semih Gümüş ile yazar Enis Batur'un Türk edebiyatı, şiir, roman ve modernizme uzanan bir söyleşisi var. Batur edebiyatın dününü bugününü değerlendiriyor, "Edebiyatta amatörlük bitti" diyor.
Notos edebiyat dergisi 18 yıldır okurlarına söyleşiler, kitap eleştirileri, denemeler ve öyküler sunuyor. Üç ayda bir yayımlanan dergi 100. sayısına ulaştı. Bu özel sayı kalan 99 sayıdan seçilen söyleşiler, yazılar ve öykülerden oluşuyor. Bir nevi zamanda yolculuk.
Ayrıca Notos’un Genel Yayın Yönetmeni Semih Gümüş sunuş yazısında derginin yayımlanma maceralarını, Notos’un ayakta kalma mücadelesini anlatıyor, “Ne olursa olsun biz buradayız” diyor.
Milan Kundera, Ursula K. Le Guin, Nurdan Gürbilek gibi isimlerin önceki sayılarda verdiği söyleşilerin yer aldığı 100. sayıda ayrıca Gabriel Garcia Marquez, Susan Sontag ve Salman Rushdie’nin denemeleri; Julio Cortazar, Ferid Edgü, Cemil Kavukçu gibi yazarların öyküleri de yer alıyor.
Güncelliğini koruyan bir söyleşi de Enis Batur ile Semih Gümüş’ün 2018 tarihli söyleşisi. Batur roman, öykü ve şiir gibi türler arasındaki yazınların yaratım süreçlerinden, Türkçe düzyazı geleneğinden, modernizmin edebiyat üzerindeki etkilerine kadar uzanan bu sohbette bugüne dair de bir şeyler söylemeye devam ediyor.
– Semih Gümüş: Sonra sorulabilecek bir soruyu baştan sormak istiyorum: Bizde hayatın herhangi bir alanına dönük düşünce üretiminden söz edilebilir mi?
– Enis Batur: Eklemli düşünme alışkanlığı yaratan bir siyasal düzen içinde yaşamadık, bu tarz akıl yürütme eğilimi verilmedi pek okullarımızda, onun için de nasılsa adını “fikir hayatımız” koyduğumuz alanda geri dönebileceğimiz, dilimize ait temel yapıtlardan yoksun olduk ve kaldık. Doğu’nun ve Batı’nın bilgelerini tanıyoruz, peş peşe farklı uygarlıklara sahne olmuş Anadolu yarımadasının son bin yıl içinde bir düşünsel damar ortaya koyduğunu söyleyebilir miyiz? Erzurumlu İbrahim Hakkı, Katip Çelebi ayarında biriki ansiklopedik kafa çıkmış güç bela, onların da özgün bir çizgi çektikleri şüphelidir. Edebiyat düşüncesi beni daha çok ilgilendiriyor. Yazınsal metnin her türlü sorununa İlişkin temel sorunları dünyada neler yazılı- yorsa onlardan öğrendiğimi söyleyebilirim. Hatta bir yazınsal metnin nasıl okunması gerektiğini de. Belki herkes için böyle değil ama gene de, sorun nerede?
Sorun gene yetiştirilme, hazırlanma koşullarında. Modern edebiyatın temel düşünsel çıkışlarından biri Valéry’nin Mösyö Teste’idir. 1896’da metni yayımladığında henüz 25 yaşındaydı! Edebiyat dünyamızda sözkonusu metnin önemini kavramış Tanpınar ve Adnan Benk dışında kimseyi görmüyoruz bizim kuşağa gelesiye. Sağlıklı bir çevirisine de 2016’da kavuştu Türk okuru. Mösyö Teste yayımlandığında Yahya Kemal oradaydı, ne yazık ki ikincil, üçüncül figürler ve metinler ilgisini çekmiş, dönüşünde yarattığı etkinin gücü hesaba katılırsa seçimlerinin kültür dünyamıza ciddi yansıması olduğunu kabul etmemiz gerekir. Batı modernizminin sanatsal ve düşünsel çıkışıyla birebir ya da paralel bir yol çizmek zorunda mıydık, ayrı bir soru, apayrı bir sorun bu, ama o çıkışın tali kollarına sapılmış olması her durumda güdüklük yaratmıştır, tersini söyleyemeyiz.
– Senin yazmaya ve yayımlamaya başladığın yıllarla bugünkü edebiyat dünyamız arasındaki en temel farklılık nedir?
– Küçümseyici anlamıyla kesinkes değil, sevmek fiilinden türeme kök anlamıyla “amatörlük” hemen hemen bitti, küçümseyici kullanımıyla “profesyonellik” her şeyin üstüne çıktı. Yarım yüzyıl yetti bazı değerlere dayalı bir zihniyetin buharlaşması için. Çok iyi anımsıyorum, 16-18 yaş arası, kendi çevremizdeki okumaya kilitli, yazmaya arzulu gençlerin tek hedefi usta belledikleri şairlerin, yazarların ayarında yapıtlar vermekti. Şöhret ve akçe aramızda pek az yazar adayının derdi tasasıydı. Dünden bugünü ayıran en belirgin farkı bu noktada görüyorum.
– Peki roman, öykü ya da şiir, bizim edebiyatımızda bugün yazılanlarla geçmişte yazılanlar arasında bir fark ya da nitelik kaybı var mı? Pek çoklarının düşüncesi bir gerileme olduğu yönünde, bunun için soruyorum.
Var ve nedeni aynı: Sıkı bir yapıt kurma kaygısının yerini hızla ticari başarı isteği aldı. Bu durumda ister istemez kimi yazın türleri dar bir okur çevresine sıkıştı: Şiir, öykü, deneme, eleştiri tüketim aracına dönüşmedi, bu nedenle de yazınsever azınlık tarafından seçilir oldu. Şüphesiz şiir kitaplarının, özellikle de İkinci Yeni’nin zor okunur damgası yemiş yapıtlarının satışında patlama yaşandığı doğru. Gel gör ki tıpkı ‘Kürk Mantolu Madonna’ “vaka”sındaki gibi yapay bir ilgi bu.
– ‘Doğu-Batı Divanı’ndan bugüne, ‘Uç Şiirler’ ya da ‘Yanık Divan’a gelirken şiirinin biçiminde de bir kararlılık olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Sence de böyle okunabilir mi?
– Kararlılık, şiirde de, nesirde de belirleyici etmenler arasında öncelikli yer tutuyor. Karşı uçta, onu zorlayan bir başka temel etmen duruyor bence: arayış. Ortalarına gerili yarı görünmez bir ip üstünde gerçek- leşiyor yürüyüş. Asıl sorun ipi hangi yükseklikte konuşlandırdığımızda biçimleniyor galiba. Bir noktadan sonra şiirin yüzünü içyüzünden ayırmak, ayrı görmek olanaksız, birlikte oluşuyorlar.
-Enis Batur şiirinin derin yapısına çıkılacak bir yolculukta nelerin atlanmamasını istersin?
– Bağlantıların görülmesini, baştan sona bir ağ örüldüğünün kavranmasını isterdim. Hendesenin payının farkına varılmasını isterdim. Temposuyla, ritmiyle, iç uyum kollamalarıyla, gizil ses didiklemeleriyle şiir yazısının yürüdüğünün bilincinde olunma- sını isterdim. Okunacaksa öyle okunmalı, yoksa sırt dönülmeli, rahat bırakılmalı!
-Türkçenin yazılan romanlar için yetersizliğini düşündükleri için başka dillerde yazanlar da oldu. Oysa dünya şiirinde çok önemli bir yeri olduğunu söylediğimiz Türkçe şiiri o konuma çıkaran şairlerin hemen tümü yeni Türkçeye bağlılıklarıyla bilinen şairler… Hiçbiri de Türkçenin o düzeyde şiir için yeterli olmadığını aklına getirmedi…
– Osmanlıya bakalım, Dîvan şairi üç dilde yazıyordu. Neye yaramıştır? Bugün hangi Dîvan şairinin Arapça dîvanı herhangi bir Arap ülkesinde, Farsça dîvanı İran’da okunuyor? Gene de, elinden geliyorsa, hele ki çiftdilliyse, neden farklı dillerde yazmayı denemesin bir yazar, işin içinde ihanet arayacak değiliz herhalde! Ama Türkçenin yeterliliği konusunda şüphelerini dile getirenler olsa olsa Türkçeye uzak durmayı seçenlerdir.
📌Batur ile Gümüş’ün söyleşisinin tamamı Notos 100. sayısında. Derginin arşivlik bu özel sayısını kitabevlerinde ve Notos’un internet sitesinde bulmak mümkün.