16 yıl sonra The Cure’dan görkemli geri dönüş
Onu, geçen yıla damgasını vuran 'Wednesday' dizisinin müzikleriyle tanıdık. Önce Altın Küre ardından da Grammy adaylıkları geldi. Türkiye'nin ilgiyle takip ettiği Esin Aydıngöz 10Haber'e konuştu.
Esin Aydıngöz ABD’de adını giderek daha fazla duyurmayı başarıyor. 1993 doğumlu piyanist ve besteci yılın en sevilen dizilerinden ‘Wednesday’ için yaptığı düzenlemeyle Grammy’ye yıllar sonra aday olan iki Türkten biri oldu. Rolling Stones efsanesi ‘Paint it Black’i çelloya uyarladığı düzenlemesiyle ödüle aday olan müzisyen bu çalışmasını pandemi sırasında Türkiye’de tamamlamış. Bu yıl müzikal çalışmalarını ağırlıklı olarak Los Angeles’ta sürdürecek olan müzisyeni hazır İstanbul’da yakalamışken başta Grammy adaylığı süreci olmak üzere Sertab Erener için hazırladığı projeyi ve daha pek çok konuyu konuştuk. Yılın bu ilk röportajında sanatçıdan barış ve çocukların korkmadan yaşadığı bir dünya dileği geldi.
-İstanbul’dan Berklee’ye uzanan bir müzikal eğitim. En başından sararsak hikâyeyi, yolculuk nasıl başladı? Ailenizin yönlendirmesi var mıydı?
Müzik yolculuğum Tahir Dede’min gazete kuponlarını biriktirerek aldığı küçük bir klavye ile başladı. Onun öncesinde annemin yurt dışından getirdiği ve her notası farklı renkte olan bir oyuncak ksilofonum vardı. Annem klavyenin tuşlarına notaları kolay öğrenebilmem için ksilofondaki notaların renginde kağıtlar yapıştırdı ve ben de sevdiğim şarkıları kulaktan çıkarmaya başladım. Sonrasında özel dersler vs. derken kendimi okuduğum okulların koro, müzikli oyun ve okul orkestrası gibi müzik dolu seçmeli derslerinde ve bir de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nın yarı zamanlı piyano bölümünde buldum. Her ne kadar piyano çalışmayı çok sevmediysem de sahnede olmaktan hep çok büyük keyif aldım. Beste yapabildiğimi fark ettiğimde ise müzik benim için bambaşka boyut kazandı ve bunu kariyere dönüştürmek istediğimi fark ettim. Ailemin yönlendirmesi ve yüreklendirmesi tabii ki hep vardı. Aslında ikisi de doktor, ama özellikle babam tam bir müzik aşığı. Onun bu özel ilgisi sayesinde hep konserlerde, provalarda, festivallerde büyüdüm.
İKSV’nin klasik müzik ve caz festivallerine bayılırdım -ve klasik müzik konserlerinde gözlemlediğim bazı şeyler beni çok şaşırtırdı: Mesela seyircinin yaş ortalaması. Neden neredeyse benden başka hiç çocuk yok diye merak ederdim hep. Birlikte uyum içinde çalan bir orkestra dünyadaki en sihirli şeylerden biri bence. Buna olan ilgimi ailem sayesinde keşfettim.
– İstanbul sonrası Berklee yılları nasıldı? Eğitim anlayışı ya da yabancı olmakla ilgili karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Berklee’de öğrencilik gerçekten bir müzisyenin başına gelebilecek en güzel şey! Hem çok şey öğrendim, hem de çok eğlendim. Müzik okumayı istememin en büyük sebebi çok sevdiğim bir meslek edinmem ve dolayısıyla durmaksızın çalışsam bile bunu severek yapmak istememdi. Berklee bu açıdan şu anki hayatımın çok güzel bir simülasyonuydu. Çift ana dal ve yan dal yaptığım için sürekli dersler, kayıtlar, projeler ve performanslar arasında koşuşturuyordum. Bir yandan okula gelen misafir sanatçıların konserlerini ve workshoplarını kaçırmamaya çalışıyor, bir yandan performans okuyan arkadaşlarımın resitalleri için düzenlemeler yapıyor, piyano çalıyordum. Çok dolu dolu ve renkli geçen bir beş sene oldu. O kadar güzeldi ki hiç bitmesin istedim. Berklee’deki öğretmenler de çok sıra dışı insanlar. Öğrencilerine öğrenci değil meslektaş gibi yaklaşıyor ve çoğu akademisyenlikle yetinmeyip aktif olarak müzik kariyerine de devam ediyor. Dolayısıyla onlar tarafından ciddiye alınmak ve hatta yer yer okul dışındaki projelerine dahil olmak sizi çok motive ediyor. O kadar yetenekli kişinin içinde hem sürekli ne kadar iyi olduğunuzu sorguluyor, hem de çevrenizdeki herkes çok iyi birer müzisyen olduğu için daha da iyi olmaya çalışıyorsunuz. Orada olmak benim için o kadar büyük bir hayaldi ki başıma başkalarının zorluk olarak adlandırabileceği şeyler geldiyse bile ben onları fark etmeden yoluma devam ettim. Bence oraya giden tutkulu bir yabancı müzisyeni zorlayabilecek tek şey dil olabilir. Yeterli İngilizce bilginiz yoksa hem akademik olarak hem de sosyal hayatta zorlanabilirsiniz.
-Halihazırda müzikal üretiminizi ABD’de sürdürüyorsunuz. Elbette yapımcı olarak Ahmet Ertegün’ün açtığı bir kapı vardı. Ama sonrasında başka kalıcı isimler pek göremedik gibi. Bir Türk olarak Amerikan müzik endüstrisinde varolmak nasıl bir his?
Hedeflediğim şeyi yapmak ve hayal ettiğim yerlere gelebilmek tabii ki çok güzel. Ama aslında daha yolun çok başındayım. Amerikan müzik endüstrisine ek olarak müziğimle dünyanın her yerinde var olmak istiyorum. Hollywood filmlerine müzikler yazarken aynı zamanda dünyanın dört bir yanındaki saygın orkestralar tarafından eser siparişleri almak ve müziğimle dünyayı gezmek istiyorum. Uzun metrajlı bir Disney/Pixar filminin bestecisi olmak ve dünyanın bütün çocukların hayatına dokunmak istiyorum. Umarım bir gün bu hayallerim de gerçek olur. Amerikan müzik endüstrisinde var olmanın en güzel yani bu sayede otomatik olarak dünyaya açılabilmeniz. Özellikle Los Angeles ve New York gibi bir şehirde yaşıyorsanız etrafınız dünyanın dört bir yanından gelen aşırı tutkulu ve motive sanatçılarla çevrili oluyor.
-Sanırım film ve müzik endüstrisinin kesiştiği bir noktadasınız? Bu kariyer yolculuğu nasıl şekillendi?
Beste yapabildiğimi fark ettiğim zaman 13 yaşındaydım. Hem şarkılar yazardım, hem de enstrümantal eserler. Bunları çevremdekilere dinlettiğimde de çoğu zaman “aa film müziği gibi” şeklinde tepkiler alırdım. Aslında bu yola girmemin başlıca nedenlerinden biri de bunun henüz Türkiye’de eğitiminin verilmemesi ve dolayısıyla filmlerin bana ihtiyacı olabileceğini düşünmemdi. Bilmiyordum ki ABD’de bununla ilgilenen ve bunu meslek olarak çok yüksek seviyede yapan yüzlerce insan var! Mezuniyetten sonra hemen Los Angeles’a taşındım. Çok geçmeden daha büyük bestecilerin daha büyük projelerinde, onların besteci ekiplerinde yer aldım. Özetle hem benden daha deneyimli ekiplerle beraber çalışıp da kendimi geliştirdiğim, hem de kendi projelerimde müzik alanının patronu olduğum bir denge yaratmaya çalıştım.
-‘Wednesday’e gelmek istiyorum. Walt Disney sonrası bir Netflix projesi. Üstelik yıla da damga vuran bir dizi. Müziklerinin düzenlemesinde imzanız var. Bunun hikayesini sizden duyabilir miyiz?
‘Wednesday’ projesi ben pandemi nedeniyle Istanbul’da ailemin yanındayken son derece sürpriz şekilde gerçekleşti. Daha önce çeşitli projelerine yardımcı olduğum ve aynı zamanda kendime de örnek aldığım prodüktör Alana Da Fonseca bir akşam arayıp “Tim Burton’ın yeni bir Netflix projesi varmış. Addams Ailesi’nin küçük kızları Wednesday’i konu alıyormuş. Bir de Wednesday viyolonsel çalışıyormuş. O yüzden bazı popüler şarkıların viyolonsel aranjmanları lazımmış. Beraber yapalım mı?” dedi. Tabii ki hemen evet dedim. “Evet” der dermez yapacağımız ilk düzenleme olan ‘Paint It Black’in ertesi sabaha yetişmesi gerektiğini söyledi. Bizim sektörde çoğu şey son dakika golüdür zaten. Bu da öyle oldu. Zaman kısıtlılığının getirdiği adrenalin, insan sesinin rock çello gibi duyulduğu çılgın ses notları, bölük pörçük çıktı alınan çello kayıtları ve kahkaha dolu FaceTime konuşmaları derken aranjmanın solo çello versiyonunu bir gecede bitirdik. Biz bu çalışmalarımızı yaparken elimizde dizinin senaryosu, görsel dünyası veya oyuncuları ile ilgili hiçbir bilgi yoktu. Aylar sonra çekimler tamamlanıp da kurgunun kabataslak versiyonunu gördüğümüzde gözlerimize inanamadık. Bu aşamada aranjmana orkestra eklenerek düzenlemenin daha da epik hale getirilmesine karar verildi ve Chris Bacon’ın da katkılarıyla sizlerin de bildiğiniz, Grammy’lere de aday olan bu son versiyon ortaya çıktı.
-Grammy adaylığı neler hissettiriyor? İstanbul’dayken böyle hedefleriniz var mıydı? Ek olarak Grammy’de beklentiniz nedir?
‘Wednesday’in dizi olarak iki Golden Globe, 12 de Emmy adaylığı var. Grammy’de ise aranjman kategorisinde aday olduğumuz için aranjör olarak bizzat kendim aday oldum. Bu kadar ilgi gören ve içinde bulunduğum endüstrideki profesyoneller tarafından da yüceltilen bir projenin ufak da olsa parçası olabilmek tabii ki çok özel. İnsan hem inanamıyor, hem de kendini çok şanslı hissediyor. Şu an olan bitenler aslında mucize gibi gelse de yıllardır çok büyük emek verdiğim için “artık zamanı gelmiş olmalı” da diyorum bir yandan. Çok değişik ve duygusal olarak yoğun bir süreç. Böyle hedeflerim tabii ki vardı. Bu kadar erken olacağını asla beklemiyordum ama çocukluğumdan beri Grammy, Oscar vb ödül törenlerini izlemeye bayılıyorum. Benim gibi büyük hayaller kuran insanları hayallerine kavuşurken ve dünyaya örnek olurken görmek çok güzel. Kazanmamız için her türlü enerjiyi gönderiyorum evrene, gerisi Akademi üyelerine kalmış!
-Türkiye’de de bu başarılarınız yer buldu. Ancak kimi görüşler yetersiz kaldığı yönünde. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?
Sanatın biraz lüks olarak algılandığı ve gündemi hep çok yoğun bir ülkeyiz. O yüzden adaylığım Türkiye’de biraz geç fark edildi. Ama fark edildiğinde gelen ilgi beni çok mutlu etti.
– Bundan sonrası müzikal çalışmalarda ağırlık hangi alanda olacak?
Zamanımın çoğunu bestecilik ve şeflik arasında dengelediğim ve ek olarak aranjör, piyanist ve müzik direktörü olarak da projeler almaya devam ettiğim renkli bir gelecek hayal ediyorum. Stüdyomdan eserler üretmek ve onları tam istediğim hale getirene kadar değiştirip durmak çok keyifli; ama sahnede olup da müziği dinleyenlerle bizzat paylaşmanın getirdiği duygular apayrı. Müziğin bütün güzelliklerini yaşamaya devam ettiğim bir kariyer istiyorum ve bunu yaparken de dünyayı pozitif olarak değiştirecek projelerin bir parçası olmak ve dünyayı gezmek!
-Yakında dinleyicilerle buluşturacağınız projeleriniz olacak mı?
Sertab Erener için birkaç orkestral düzenleme yapıyorum. İnsanın hayranı olduğu müzisyenlerle çalışabilmesi çok özel. Onur Doğan, Ömer Seyfettin’in ‘Bomba’ isimli hikayesinin kısa filmini çekti. Onun müziklerini yapıyorum. Şubat ve mart aylarında New York’ta bir oda müziği, bir de orkestral bir eserimin prömiyerleri olacak. İlki Carnegie Hall’da, ikincisi ise Skirball Center’da. Skirball Center’da yapılacak konser Türkiye’yi temsil edeceğim çok özel bir Dünya Kadınlar Günü kutlaması. Detayları paylaşabilmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Şu anda beni en çok heyecanlandıran projeler bunlar.
Berklee College of Music’teki bölüm başkan yardımcılığı görevim sebebiyle 2022 ve 2023’te müziğime istediğim kadar zaman ayıramamıştım. 2024’te hem Los Angeles’a geri dönüyorum, hem de tekrar müziğe. O yüzden hem Hollywood’dan, hem de Türkiye’den güzel projeler gelmesini umduğum bir dönem. Umarım her şey şimdiye kadar gittiği kadar güzel gider ve hayallerimi gerçekleştirmeye devam ederim. Dünya için de barış diliyorum. Keşke toplumlar daha huzurlu olsa, hiç kimsenin canı yanmasa, çocuklar korkarak değil, hayaller kurarak büyüyebilse.