Metallica’yı Türkiye’ye getirme bedeli 6 milyon euro: Ama umut var
Son yılların yükselen türü neoklasik ve minimal müziğin önemli temsilcisi Hollandalı besteci ve piyanist Joep Beving, yarından itibaren üç gün boyunca Salon İKSV'de. Bu özel isimle konser öncesi buluşup sorularımızı sorduk.
Onu ilk olarak 2015 yılında yayınladığı ‘Solipsism’ albümüyle tanıdık. Sakin piyano tonlarının hakimiyetindeki besteleriyle o dönem için yeni yeni yaygınlık kazanmaya başlayan minimal müziğe dikkat çekici bir armağan sunuyordu. Sonrasında gelen diğer albümler, Joep Beving isminin kalıcılığına hem de bu yeni müzik türüne dair bir rota olma özelliği taşıdı. Son olarak geçen yıl ‘Hermetism’ adını taşıyan yedinci stüdyo albümünü yayınlayan 47 yaşındaki Hollandalı müzisyen, yarın, çarşamba ve perşembe günleri Salon İKSV’de ‘Yeni Klasikler’ adlı seri kapsamında üç konser verecek. Konserin biletlerine passo.com.tr‘den ulaşmak mümkün.
Aynı mekânda 2018’de de performans sergileyen müzisyen Joep Beving ile İstanbul’daki konserleri öncesi bir araya gelme fırsatı bulduk. Klasik müzik eğitimiyle başladığı yolculuğunda piyanistle müziğini, felsefi altyapısı olan albümlerini, Konya ile İstanbul’a yaptığı yolculuğunu ve neoklasikle minimal müziğin geleceğini konuştuk.
Müziğimin ruhuna melonkoli hakim. Hüzün ve üzüntülü bir ruh haline sahip besteler yapıyorum. Ama elbette hayatta umut dediğimiz şey de hep var. Dolayısıyla bunun da bir yansımasını görmek mümkün.
Dünyada savaşlar ne yazık ki bitmiyor. Önce Ukrayna’da şimdi de Gazze’de masumlar ölüyor. Bir sanatçı olarak ne hissediyorsunuz?
İçimde ezici bir üzüntü var. İçinde bulunduğumuz dünyanın bu korkunç gerçeği kalbimi parçalıyor. Dolayısıyla genel manada inanılmaz bir mutsuzluk yaşıyorum bu olaylar karşısında. İnsanlığın geleceğine ümitvar bir şekilde bakabilmek istiyorum. Ama bu yaşananlar da açıkçası geleceğe dair endişendiriyor beni.
2018’de İstanbul’da bir konser vermiştiniz. O konser öncesinde ilhamlarınız üzerine konuşmuştuk ve ben de “İstanbul size ilham olabilir mi?” diye sormuştum. Aradan yıllar geçti ve son albümünüzde “Dervish” adlı bir besteniz var. Hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Aslında gerçekte hiç derviş görmedim. Üç yıl önce Konya’ya da gitmiştim. Ama ne yazık ki orada da denk gelmedim. Geleneksel bilgeliği ve mistisizmi seviyorum ve bunların hayatı anlamlandırmak için ortaya koyduklarını önemsiyorum. Yaşamım boyunca Doğu ile Batı arasında müzikal bir köprü kurabilmenin yollarını aradım.Konya ve İstanbul’da beni heyecanlandıran şeyler bunlar oldu. Bu seyahatim ve sufiler hakkında okuduklarım yaşama dair çok yalın cevaplar içeriyor.
Araya girip bu seyahatinizde sizi heyecanlandıran neydi diye sorsam…
Bence sufiler gerçekliğe bakmak için güzel bir yol gösteriyor. Son albümün ‘Hermetism’ de işte böyle bir yolculuğun ürünü oldu.
Albüm kapağı Antik Mısır’dan izler taşıyor
Müziği en çok da plaktan dinlemeyi seven biri olarak son albümünüz ‘Hermetism’i görür görmez aldı. Plağı özel kılan unsurlardan biri içinde onu var edene dair ipuçları bulmak. Albüm görsellerinde bir takım çizimler yer alıyor. Bunların bir hikâyesi var mı?
Albümün kayıt sürecinde Berlinli bir sanatçıyla tanışma imkânım olmuştu. Geleneksel Mısır sanatından izler taşıyan çizim yapan biriydi. Ben de bundan etkilenmiştim. Sonrasında evrenin yedi yasasını ilham olarak bir kapak tasarlama düşüncesi ortaya çıktı. Hayatın içindeki uyumu ve dengeyi de yansıttığını düşünüyorum. Saflık ve gerçeklik duygusuna da referans veren çizimler oldu. Üstelik benim müzikal anlayışımdaki o minimalliği de temsil ediyordu.
Aslında ben de sözü yavaş yavaş buraya, minimalizme getirmek istiyordum. İstanbul’da vereceğiniz üç konserin başlığı ‘Yeni Klasikler’ bu bağlamı da göz önünde bulundurduğunuzda neoklasik ve minimal müzik hakkında nasıl bir tanımlama yapabilirsiniz? Sizde bu kavramların karşılığı nedir?
Bu konu hakkında çok şey söyleyebilirim. İnsanlar neoklasik müziğin ne olduğunu anlamaya, onu anlamlandırmaya çalışıyor. Ben bu tip tanımlamalardan ziyade başta da belirttiğim gibi daha duygulara yönelik adlandırmaları tercih ediyorum. Ancak mevcut tanımlalar da sorunlu değil elbette. Müziğe ilk başladığım zamanlar “olmak istediğim yerdeyim” demiştim kendime. Bu sayede hayata dair şeyleri kafamda tanımlayabiliyordum. Bunu yapabildiğim müzik de klasik müzikti. Bence bunu başrabilecek başka müzik türü de pek yok. Avangart, elektronik ve minimal türler bence hayata dair tanımlamaları yapabileceğiniz diğer türler. Dolayısıyla da klasik müzikle bu sayede yolları kesişiyor. Ben bu halini seviyorum. Umarım insanlar da beğeniyordu.
Sanırım beğeniyorlar. Spotify ve YouTube verileri bize bu konuda bazı şeyler söyleyebiliyor. Öte yandan bu verilerde gördüğümüz bir şey daha var: Dünyada en çok dinlenildiğiniz kentler arasında İstanbul da var. Bu sizi şaşırtıyor mu?
Dünya üzerinde melankoliye sahip pek çok şehir var. İstanbul da bunlardan biri. Tıpkı çok dinlenildiğim Portekiz ya da İran gibi. Bu durum bence tamamen derin duygular ve onların yansımasıyla ilgili. O yüzden buralardaki insanlara ulaşabilmek, onlara hitap edebilmek benim için de gerçekten çok değerli.
İstanbul’da geçireceğim günler için büyük heyecan duyuyorum. Kente yapacağım ziyareti sadece performanslarımla sınırlandırmayacağım. Programımı bu tarihi şehri gezebilecek şekilde ayarladım. Şu sıralar gelecek yıl yayınlamayı planladığı yeni projem üzerine çalışıyorum. Bu albüm için hikâye arayışlarım umutla devam ediyor. İstanbul’da bu hikâye için bir şey bulacağım.
Müziğimi yeniden bu kentte seslendirebilmek gerçekten çok güzel bir his. Uzun zamandır Türkiye’de konser vermem yönünde mesajlar alıyordum. Vereceğim üç konserin de Türkiye ile Hollanda arasındaki kültürel alışverişe olumlu bir etki yapmasını diliyorum. Konser mekânına gelenler kendilerini evlerindeymiş gibi hissetsin.