Kut-ül Amare: Bir de İngiliz askerlerin gözünden okuyun

Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşındaki önemli askeri başarılarından biri, Çanakkale zaferinden sonra Bağdat yakınlarındaki Kut kasabasında yaşandı. Buradaki İngiliz ve Hint askerler komutanları General Townsend'le birlikte esir alındı. Bu önemli zaferi iki İngiliz askeri 1963 yılında BBC'ye anlatmıştı.

Kültür Sanat 29 Aralık 2025

Birinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü 1915 yılının sonları. Britanya İmparatorluğu, Osmanlıların Körfez’deki İngiliz petrol kaynakları için bir tehdit oluşturduğuna inanıyordu. Bunun için Hindistan’dan birlikler sevk ettiler ve petrol şehri ve limanı olan Basra’yı işgal ettiler.

Ama bu Britanya İmparatorluğuna  yetmedi, Bağdat’a da yürümeye, orayı da ele geçirmeye karar verdiler.

Bunun için Dicle Nehri boyunca iç kesimlere doğru ilerlemek üzere, Britanya Hint Ordusu’ndan 10.000 kişilik bir güç görevlendirildi.

Bağdat’a yaklaşık 40 kilometre kala, Tizpon harabelerinin yakınlarında kendilerinden daha büyük, müstahkem Osmanlı güçleriyle karşılaştılar. Ve büyük bir çatışma başladı. İngiliz güçler Osmanlı’yı aşamayınca geri çekilmeye başladılar ve Kut kasabasına sığındılar. Osmanlı da Kut’u kuşattı, aylar süren siper savaşları yaşandı. En sonunda General Townsend komutasındaki İngiliz ve Hint askerleri teslim oldu. Bu olay da bizim tarihimize ‘Kut-ül Amere Zaferi’ olarak geçti.

Bu muharebede ve daha sonraki Kut kuşatmasında yer alan İngiliz askerleri Onbaşı F.G. Ponting ve Er R.G. Hockaday, başlarından geçenleri 1963’te BBC’ye anlatmıştı. Bu anlatımları BBC Türkçe derledi ve yeniden haberleştirdi.

İngiliz General Townsend (ortada oturan), Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Anadolu’da esir kaldı. Onu savaşta teslim olmaya zorlayan Halil Paşa (oturanlar, sağda), Kut zaferi sonrası bu fotoğrafı çektirmişti.

‘Türkler iyi askerlerdi’

Er R.G. Hockaday, Selman-ı Pak muharebesi diye adlandırılan mücadeleyi şu sözlerle tanımlıyordu:

“Savaş alanı düzdü, ağaç görünmüyordu, ara ara çalılıklar vardı, sonra kum o kadar yumuşaktı ki ilerlemeyi zorlaştırıyordu. Yaklaşık 300 metre ilerledikten sonra ateş açtılar. Sanırım, onlardan daha çok kayıp verdik. Yarımız kadarı vurulmuştu ama Türklere şapka çıkartıyorum, Türkler iyi askerlerdi.”

Bu yenilgi üzerine aylar önce ele geçirdikleri Kut kasabasına geri döndüler. Kut bugünkü Irak sınırları içinde ülkenin doğusunda yer alıyor.

Ancak Osmanlı Ordusu tarafından takip edildiler ve böylece tam 110 yıl önce, 27 Aralık’ta tarihe Kut-ül Amare Kuşatması diye geçecek muharebe başladı.

Ponting ve Hockaday, Kut kasabasında, daha sonra Kut soyadını alacak Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından kuşatılan binlerce İngiliz ve Hint askeri ve kasaba sakinlerinin arasındaydı.

Onbaşı Ponting şöyle anlatıyor:

“Kut çok düz bir yerdi, tıpkı bir masa gibiydi ve siper kazmaya başlamamız gerekiyordu. Ertesi gün bize top ateşi açmaya başladılar ve siper kazmak zorunda kaldık. Her şeyi kullandılar, top ateşi, tüfek ateşi, makineli tüfek ateşi. Kut bir siperler labirentiydi.”

Hockaday de kuşatmayı “Yerin altına indik ve neredeyse beş ay boyunca yer altında kaldık” diye özetliyor.

Kuşatma altındaki sefalet

Hockaday ayrıca kuşatma altındaki zorlu yaşamı da anlatıyordu.

“Su almak için Dicle Nehri’ne inmek zorundaydık ve yiyecek de çok azalmıştı. Tayınımız günlük 110 gram ekmek ve 700 gram yulaftı. Katırlar ve eşekler bizden daha iyi besleniyordu.”

Sisir Sabadikari de Kut’taki gönüllü Hint askerlerinden biriydi. 1950’lerde anılarını yazdığı kitabı, King’s College London’da akademisyen Dr. Shantau Das tarafından gün ışığına çıkarıldı.

Sabadikari “Mermi ve top mermileri çevremize dolu gibi yağıyordu. Birçok kişi öldü, birçoğu yaralandı. Her tarafta insan ve hayvan cesetleri vardı” diye yazmış ve şöyle devam etmişti:

“Çok sayıda yaralı siperlerin önündeki dikenli teller boyunca yatıyordu. Bazı siperlerde, dört veya beş ölü askerin uzuvları birbirine karışmış haldeydi. Türkler, Hintler, İngilizler, Gurkalar, hepsi bir aradaydı.”

Onbaşı Ponting de kuşatmanın ilk iki ila üç ayında Osmanlı güçlerinin bombardımanla kendilerini Kut’tan çıkarmaya çalıştığını söylüyor ve “Her gece baskınlar düzenlediler ama püskürtmeyi başardık” diyor.

Kut kasabasında aylar süren siper savaşları yapıldı.

Ancak kasabadaki yiyecek stokları kısa sürede azalmaya, zaman geçtikçe insanlar zayıflamaya ve açlıktan ölmeye başladı.

Ponting durumu “Sonunda her gün 8 İngiliz ve 12 ila 16 kasaba sakini açlıktan ölüyordu” diye anlatıyor.

Er Hockaday de “Sonunda insanlar bıkmıştı. ‘Neden teslim olmuyorsunuz?’ diyorlardı. Biz de öyle diyorduk ama içten içe istemiyorduk” diye konuşuyor.

Kuşatmayı kırmak için Kut’a doğru savaşarak ilerlemek üzere kısa süre sonra ikinci bir Anglo-Hint kurtarma kuvveti gönderildi.

Hockaday “Kuvvetlerimizin bize ulaşmaya çalıştığını ve tüfeklerinin yansımasını gördük, silahların sesini duyduk ve tamam artık, kurtulduk dedik. Sonra aniden her şey sessizleşti” diyor.

Kurtarma kuvveti ilerleyemedi. Nisan 1916’ya gelindiğinde, beş aylık kuşatmanın ardından General Townsend teslim olmaktan başka çaresi olmadığına inanıyordu.

Ponting esir düştükten sonra olanları ise “28 Nisan’da, herkesin silahları ve teçhizatı imha etmesi emrini aldık. Sonra esir olacağımızı biliyorduk. Ertesi sabah yola çıktık ve bizi çöle götürdüler” diye anlatıyor.

Bağdat’a yürüyüş

Açlık ve hastalıktan muzdarip Hintli ve İngiliz askerler, kavurucu sıcakta Bağdat’a kadar yürümek zorunda kaldılar.

“O zamanlar çok zayıftık ve elimizden geldiğince yürümeye çalıştık. Ama sürekli arkamızdaydılar ve “Haydi, yürüyün çabuk” diye bağırıp tüfekle arkanızdan vuruyorlardı” diyen Ponting şöyle devam ediyor:

“Birçok Arap köyünden geçtik ve sürekli bize ulaşmalarını engellemek için dörtnala aşağı yukarı gidip geliyorlardı. Bıçaklarını boğazlarına götürüp İngilizce “Bittiniz” diye bağırıyor ve tükürüyorlardı. Çok güçsüzdüm. Bağdat’a ulaştığımızda bir Arap kalabalığı vardı, bize çamur atıp tükürdüler.

“Yolda giderken bize taş atıyorlar, tükürüyorlar, vurmaya çalışıyorlardı. Pek popüler değildik. Orada oldukça zor günler geçirdik.”

Hem Hint hem de İngiliz esirlerin çoğu daha sonra Irak’ın kuzeyine, hatta bazıları Türkiye’ye yürümeye zorlandı. Kut’ta esir alınanların sadece yarısı sağ kurtuldu.

Bağdat, ertesi yıl yeni bir bir İngiliz saldırısıyla sonunda düşse de, Kut’taki teslimiyet, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yaşadığı felaketlerden biri olarak kabul edildi.

Osmanlı içinse, en nihayetinde kaybedilecek savaşta Çanakkale’yle birlikte alınan önemli zaferlerden biriydi.

Hatta Kut-ül Amare zaferi, 1952’ye kadar bayram olarak kutlandı ama NATO’ya girilmesinin ardından bu uygulamaya son verildi.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.