‘Okuyacağız’ dediler altınları çaldılar
Willem Dafoe’nin eser çalmak için girdiği evde tutsak kalan sanat hırsızını canlandırdığı 2023 yapımı 'Inside', sanatın toplumsal ve kişisel değerini sorguluyor. Soygun filmi olarak başlayıp sanat filmine evriliyor.
Manhattan’daki bir gökdelenin tepesindeki lüks daireye giren gri tulumlu hırsız görüntüsüyle açılıyor ‘Inside‘. Uzaktan duyulan helikopter sesi buraya nasıl ulaştığına dair bir ipucu. Evin içi adeta sanat galerisi. Hangi tarafa baksa değerli bir eser var.
Teknik destek veren ortağıyla yaptığı telsiz konuşmasından, Egon Schiele tabloları peşinde olduğunu anlıyoruz. İkisini hemen duvardan alıyor. En değerli Schiele otoportresi, olması gerektiği yerde yok. Etrafa bakınırken, telsizin öteki ucundan gelen ses zamanın daraldığını söylüyor. Dışarı çıkma telaşı içinde sisteme yanlış bir kod girince, kulakları sağır eden bir alarm eşliğinde ev kendisini dış dünyaya kapatıyor. Hırsız içeri hapsoluyor. Ve ardından kurtulma mücadelesi başlıyor. Hırsızın filmde bir kere bile geçmeyen, ancak sondaki jenerikten öğrendiğimiz adı, ‘Nemo’. Anlamı, hiç kimse.
Willem Dafoe, sanat hırsızı Nemo kişiliğine büründüğü olağanüstü performansıyla bir buçuk saati aşkın filmi tek başına götürüyor. “Inside”ın her karesinde var ve biz büyülenmiş gibi onu izliyoruz. Tüm rollerini ilginç kıldığı kariyerini özetleyen bir oyunculukla umut, çaresizlik, kızgınlık duygularını yaşıyor, yaşatıyor. Kafasını buzluğa sokup duvarlarındaki nemi yaladığı an bizi susatıyor, açılmayan camların dışındaki yaralı güvercinle konuşurken hüzünlendiriyor.
Yönetmen Vasilis Katsoupis ile senaristi Ben Hopkins, filmin örgüsünü psikolojik gerilim filmine yaraşır kurnaz öğelerle kurmuşlar. Teknolojik donanımlı evin alarm sistemi, doğalgaz ile suyu kesiyor ama elektrik var. Nemo ne yemek pişirebiliyor, ne banyo yapabiliyor, ne sifonunda su kalmayan tuvaleti kullanabiliyor. Buna karşın neredeyse bomboş buzdolabı çalışıyor, hatta kapısı uzun süre açık kalırsa Macarena şarkısını çalıyor. Bozulan ısıtma sistemi, Nemo’ya bazen çöl sıcağı, bazen kutup soğuğu yaşatıyor. Bilgisayar yok. Lobiye bağlanan telefon da televizyon da bozuk. Dış dünyayla tek ilişkisi, ekranda izlediği güvenlik kamerası görüntüleri; en çok da içerideki varlığını duyurmaya çalıştığı bina temizlikçisi genç kadın.
“Inside”ın tipik bir soygun filmi olduğunu, suçüstülerin, polislerin, silahların işin içine karışacağını düşünüyorsanız, yani çokça gördüğümüz bir Hollywood klişesi peşindeyseniz, bu film o film değil. “Inside” bir sanat filmi. Kahramanı Nemo, kapalı kaldığı süreçte bir yandan büyük bir yaşama ve kurtulma mücadelesi verirken, bir yandan da yaratmayı öğreniyor, sanat hırsızından sanatçıya doğru evriliyor.
‘Inside’ın izleyici yorumları iki kutuplu. Ya nefret, ya aşk! Bir yıldız veya beş yıldız. Ben beş yıldızcılardanım. Filmi iki ay kadar önce Brüksel’de iki arkadaşımla birlikte izledim. Ardından iki saat boyunca üzerine konuştuk. Evde neden telefon ve bilgisayar yok, camlar neden açılmıyor, hırsız neden cep telefonu edinmemiş gibi teknik ayrıntılardan, filmin tiyatro oyununa benzeyişine, arkasında yatan anlama, içerdiği simgelere, apartmanın brüt mimarisine kadar detaylara girdik. Hatta kendimizi Nemo’nun yerine koyup, biz ne yapardık teorileri ürettik.
‘Inside’, bir dirayet ve azim hikayesinden çok daha derin. Sanatın anlamı ve değeri üzerine düşündürtüyor. Koleksiyonerin muhteşem evi –içinde bahçe bile var– hırsızın hapishanesine dönüştüğünde, milyonluk eserler yaşam mücadelesi veren kişi için ne ifade ediyor? O anda milyon dolarlık bir tablo mu daha önemli yoksa bir kutu konserve mi? Sanat lüks mü, içgüdü mü, sermaye aracı mı, ihtiyaç mı?
Filmin başları içeri hapsolma, panik, alarm, telsizle dışarı ulaşmaya ve kapı-cam kırmaya çalışma gibi çabalarla sürükleyici. Sonrası ise Nemo’nun evdeki eserler ve Kazakistan’da olduğunu öğrendiğimiz mimar ev sahibinin salondaki portresiyle kurduğu ilişki üzerinden yavaş ilerliyor. Yalnızlık, çaresizlik, umut, yaratıcılık, kendini bulma üzerine bir sanat performansına dönüşüyor.
İtalyan küratör Leonardo Bigazzi’nin film için seçtiği eserler, Nemo’nun içinde bulunduğu durumla bağlantılar kurarak anlatımı güçlendiriyor. Resim, heykel, video, fotoğraf, çizim, enstalasyon ve kavramsal çalışmalar görüyoruz lüks evde. Sanat dünyasının büyük isimlerine ait eserlerin bazıları gerçek, bazıları film için yaptıkları kopyalar. Hayali ev sahibini küçük kızıyla birlikte gösteren ve kameranın sık sık takıldığı portre, Francesco Clemente’ye özel ısmarlanmış.
İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın, galerici Massimo De Carlo’yu duvara yapışkan bantla tutturduğu 1999 tarihli performans fotoğrafında, Nemo bir anlamda kendini görüyor ve onu ‘özgürlüğüne kavuşturuyor’. (Cattelan’ın duvara yapıştırdığı muz eserini ve 18 ayar altın klozet işini de belki hatırlarsınız. Muzu bir izleyici yemiş, klozet çalınmıştı.)
Hapis evdeki eserlerden biri, Arnavut sanatçı Adrian Paci’nin 2007 tarihli Centro di permanenza temporanea (Geçici Kabul Merkezi) adlı videodan enstantane fotoğrafı. Uçak merdiveninin üzerine çıkmış, gelmeyen uçağı bekleyen bir grup mülteciyi gösteriyor. Yani Nemo gibi onlar da olmak istedikleri yere gidemiyorlar, kısılıp kalmışlar. Evdeki görkemli merdiven Nemo’yu, uçak merdiveni onları hiç bir yere ulaştırmıyor.
Siyah beyaz güvenlik kamerası görüntüleri ise, Nemo’nun onlara yüklediği anlamlarla video enstelasyon özelliği kazanıyor. Onlar Nemo’nun eseri!
Nemo filmin başında ve sonunda bir çocukluk anısını anlatıyor bize. Evde yangın çıksa kurtaracağı üç şey nedir diye soran öğretmenine, kedisi, en sevdiği plağı ve eskiz defteri cevabını verdiğini söylüyor. Ama sonra kedisi ölüyor, plağını bir arkadaşı ödünç alıp geri getirmiyor. O zaman Nemo anlıyor ki, kalıcı olan sanattır. Ve sanatın gerçek potansiyelini, ancak yalnızlığında fark ediyor. Duvarlara desenler çizmeye başlıyor. Üç boyutlu bir totem yapıyor. Rüya-halüsinasyonlarda ev sahibiyle konuşuyor. Farklı bir düzleme geçiyor. Yaratıyor.
Bir taraftan da, hazine dolu mezar odasına dönüşen apartmandan kurtulma çabası sırasında eve ve içindekilere zarar veriyor. Biri duyup gelir umuduyla yangın alarmını çalıştırınca evi su basıyor. “Yıkım olmadan yaratıcılık olmaz” diye tekrarlıyor sürekli. Kendi kendini yok eden (daha doğrusu kağıt öğütücüden geçiren) eserini nasıl yaptığını anlatan Banksy’nin, “Yok etme dürtüsü aynı zamanda yaratıcı bir dürtüdür” deyişini akla getiriyor. Ya da 1842’de “Yok etme dürtüsü yaratıcı bir tutkudur” diye yazan, ikisi arasındaki sinerjik ilişkiye değinen anarşist filozof Mihail Bakunin’in teorisini. Ya da, “Bende resim, yıkımların toplamıdır” diyen Picasso’nun sözlerini.
Nemo evde dolaştığı sırada, eve giriş nedeni olan Egon Schiele otoportresinin yerini de keşfediyor. Willem Dafoe’nin, o çizimdeki Schiele’ye ne çok benzediğini görmek ne şaşırtıcı! Sanki Nemo, eserle birlikte kendini keşfediyor.
Bir başka keşif daha yapıyor. İngiliz şair William Blake’in ‘Cennet ile Cehennemin Evliliği’ kitabının çok nadir basımlarından birini buluyor. Akıl ile enerjinin zıt doğasını araştıran yazarın metinlerini sürekli tekrarlayarak yaptığı meditasyonlarla, özgürlüğe ancak yaratma yoluyla ulaşabileceğini fark ediyor. Ve evin tavanındaki küçük –ama perçinli– pencereye ulaşmak için, eşyaları parçalayarak en büyük eserini yaratıyor, bir kule yapıyor, sanatının zirvesine ulaşıyor. Peki çatıya ulaşıp kurtuluyor mu? Cevabını bilmiyorum. ‘Inside’da gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz her şey gibi, filmin sonunu yorumlamak da izleyiciye kalıyor.
Çekimleri 2021’de tamamlanan ‘Inside’ın sanat odaklı örgüsü ilk bakışta çok kişiye uzak gelebilir. Oysa pandemi kapanışları sırasındaki yalnızlığımızı, zaman kavramını yitirişimizi ve klostrofobi duygumuzu yansıtışıyla aslında çok tanıdık öğeler içeriyor. Sanatın, dışa kapalı lüks evde simgelenen yalıtılmış elit bir dünya yaratma ya da tam aksine Nemo’nun yaptığı gibi yalıtılmış varoluştan kurtulup kendini bulma aracı olabileceğini gösteriyor.