Sadeliğin lirik sesiydi: Nobelli şair Louise Glück veda etti
Nobel Edebiyat Ödülü alınca yazarların hayatı nasıl değişiyor? Yazmak için, ödül almadan önceki dönemleri kadar şevkli oluyorlar mı? Nobel Edebiyat Ödülü yazarlara nasıl bir sorumluluk yüklüyor? Son yıllarda bu ödülü alan yazarların dünyasında bir yolculuk yapıyoruz.
Perşembe günü saat 14.00’te İsveç Bilim Akademisi’nin yaptığı açıklamadan sonra Norveçli yazar Jon Fosse’nin sonsuza kadar isminin önünde taşıyacağı yeni bir sıfatı olmuştu: “Nobel ödüllü yazar.” Tıpkı Annie Ernaux, Orhan Pamuk, Abdulrazak Gurnah, Kazuo Ishiguro, José Saramago ya da John Steinbeck gibi.
Peki böylesine önemli bir ödülden sonra insan ne hisseder? Hayatını yazmaya adamış biri, alabileceği en prestijli ödülden sonra rahatlar mı yoksa omuzlarına aniden bir yük mü biner? Ödüllendirildikten sonra atacağı her adımın izlenmesi, nasıl etkiler yazdıklarını? Nobel ödüllü olmak demek sonsuza kadar yaşamanın ve okumanın garantisini de verir mi? Ya ödülü kazandığını öğrenme anı? Öyle ya da böyle tüm dünyanın gözü bir süre yazarın üzerinde olacak. Ödüle dair sorular soracak, ilk tepki tarihe geçecek. Peki ne söylenir?
Cevaplar muhtelif ancak son yıllarda Nobel kazanan yazarların neredeyse tamamı ödüle müteşekkir olsalar da ödülle aralarına bir mesafe koyuyorlar. Tabii bir de kamuoyunun artan ilgisinin yazmaya ayırdıkları vakitten çalmasından şikayetçiler. Ödüllendirilen yazarların hayatalarında neler değişmiş, ödüle nasıl tepki vermişler bakalım.
Örneğin 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Fransız yazar Annie Ernaux… Yazar, ülkesinin Nobel Edebiyat Ödülü kazanan ilk kadını. Bu nedenle olsa gerek yazar, ödülü kazandığına inanmamış en başta. Hatta 6 Ekim 2022 Perşembe günü çalan telefonunu açmamış. Çünkü çalışıyormuş. Çalışmasını tamamladıktan sonra biraz da gecikmeyle İsveç haber ajansı aracılığıyla 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığını öğrenmiş.
‘Babamın Yeri’, ‘Bir Kadın’, ‘The Possession’, ‘Seneler’ ve ‘Kürtaj’ın da bulunduğu yirmiye yakın kurmaca ve anı kitabının yazarı Annie Ernaux da bu ödüle karşı karmaşık duygular besliyor. Yazar, yayıncısı Gallimard’ın Paris’te bulunan ofisinde düzenlenen bir basın toplantısında yazmaya devam edeceğini, “Nobel Ödülü’nü almanın kendisi için devam etme sorumluluğu” anlamına geldiğini söylemişti.
Sonrasında katıldığı bir etkinlikte neredeyse ödülünden mutsuzdu, şöyle anlatıyordu hislerini: “Hayatıma bir bomba gibi düştü. Bu büyük bir kesinti; kazandıktan sonra yazamıyorum, oysa yazmak her zaman benim geleceğim olmuştur.”
Ernaux, 42. İstanbul Film Festivali kapsamındaki filmi ‘Super-8 Yılları’nın gösterimi için nisan ayında İstanbul’a gelmiş, katıldığı söyleşide Nobel’in yoğunluğunu artırdığını dile getirmişti: “Nobel’den sonra gerçekten yoğunluğum ve seyahatlerim arttı. Tüm bunları yaparken çok fazla yazacak vakit bulamıyorum. Oysa ki istediğim şey yazmak.” Yazmak için zaman bulamamanın kendisi için acı verici olduğunu söyleyen yazar, bu ödülün 40 yıllık yazma serüvenin bir takdiri olduğunu da söylemişti.
Ernaux ne kadar şaşkınsa, Fosse de bir o kadar duruma hazırlıklıymış. 64 yaşındaki yazar, Nobel ödüllü yazar olarak anıldığı ilk demeçte, “Aradıklarında hem şaşkındım hem de değildim. Ama bu telefonu almak benim için büyük bir sevinçti” dedi.
Şaşkın değilim demesi, Fosse’nin kibrinden değildi. Zira yazarın adı son 10 yıldır Nobel Edebiyat Ödülleri favorileri arasında yer alıyor. Ancak yazar korktuğunu söylemekten de çekinmiyor: “Biraz da korkuyorum. Bunu, başka kaygılar gütmeden, her şeyden önce edebiyat olmayı amaçlayan edebiyata verilen bir ödül olarak görüyorum”
Bu arada İsveç Akademisi’nin daimi sekreteri Mats Malm, ödülü bildirmek için telefonla Fosse’a ulaşmış. Norveç’in Bergen şehrinde yaşayan yazar, telefonu açtığında eve doğru gitmek üzere trafikteymiş. Malm’ın verdiği bu büyük haberden sonra eve dikkatli bir şekilde gideceğine söz vermiş.
Kendini, “Entelektüel olarak tükenmiş bir nesilden, bitkin bir yazar” olarak tanımlayan Kazuo Ishiguro, 2017 yılında Nobelli yazarlar arasına adını yazdırmıştı. Nobel Akademisi Ishiguro hakkında “dünyayla bağların aldatıcılığının altındaki boşluğu ortaya çıkaran büyük duygusal gücü bulunan romanlar yazan yazar” diyerek ödülü duyurmuştu. Ishiguro da tıpkı Ernaux gibi ödülün tüm yazma sürecini onurlandırdığını farkındaydı. Ne zaman ödülle ilgili bir soru gelse, “Yazarlar 30’lu yaşlarında yaptıkları çalışmalar için 60’larında Nobel ödülü kazanıyor. Bu durum benim için de geçerli” diyordu 66 yaşındaki yazar.
Türkçeye Yapı Kredi Yayınları tarafından kazandırılan ‘Klara ve Güneş’, Ishiguro’nun kariyerinin sekizinci, Nobel Edebiyat Ödülü sonrası ilk romanıydı. Yazar, okurlarını yapay zekalı bir arkadaşla tanıştırdığı bu romanın hazırlıklarına çok uzun süre önce başladığını duyurmuştu fakat yine de ‘Nobel sendromu’ olarak tanımlanan şeyden kaçmaya çalıştığını da söylüyordu:
“Hayır, sanmıyorum. Umarım olumsuz bir etkisi olmaz. Kazandığımdan beri pek çok Nobel Ödülü sahibi ile tanıştım, kazananlarının bir araya geldiği ve davet edildiğim yerler oldu. Pek çoğu bilim insanı. Bu toplulukta “Nobel Sendromu” diye bilinen bir durum var. İnsanların her konuda dahi oldukların inandıkları için yoldan çıkması diye tanımlanıyor. Özellikle bilim söz konusu olduğunda tüm bunlar daha da dikkat çekici oluyor, çünkü bilim insanları çok özel bir araştırma alanında uzmanlaşırlar ve bu araştırma için yıllarını harcarlar. Nobel sonrası bazıları ‘her şeyi bildiklerine’ karar verebilir. Belki televizyona çıkıp her türlü konu hakkında, siyaset ya da akla gelebilecek her konuda açıklamalar yapabileceklerini düşünmeye başlarlar. Bu yüzden Nobel Sendromuna karşı korunmam gerekiyor. Kariyerimi sanatsal olarak bitirmesini istemiyorum. “Klara ve Güneş” zaten yarı yolda yazılmıştı, bu yüzden bu biraz güvenliydi.”
2021 Nobel Edebiyat Ödülü’nün kazananı ise Tanzanya doğumlu yazar Abdulrazak Gurnah idi. Gurnah, 120 yıllık tarihinde ödülü kazanan dördüncü siyah yazar olarak da tarihe geçti. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, kararını açıklarken Gurnah’ı, “Kültürler ve kıtalar arasında sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine yönelik tavizsiz ve merhametli tavrı” nedeniyle övdü.
Gurnah, romanları dışında, Salman Rushdie, Anthony Burgess, Joseph Conrad, Vidiadhar Surajprasad Naipaul, Zoe Vicomb gibi yazarlar üstüne edebiyat eleştirileri yazmış, kitaplar hazırlamış bir isim. Ona da bir klasik olarak, ödüle layık görüldükten sonra hayatında ne değiştiği soruldu. Ödülü büyük bir onur olarak değerlendiren Gurnah, tıpkı Ernaux gibi kamuoyu ilgisi ve vakitsizlikten endişe ediyordu:
Bu kadar küresel bir olay olduğu için birçok insanın benim hakkımda bilgi edinmek, beni tanımak, benimle konuşmak istediği anlamına geliyor. Ayrıca ödülün bir sonucu olarak, daha önce hiçbir çalışmamı yayınlamamış birçok farklı dilde birçok yayıncı şimdi bunu yapıyor. Bu yüzden gazetecilerinin okuyucularına benden bahsetmesini istiyorlar. Bu yüzden ödülün verilmesinden bu yana birçok insanla konuşuyorum ve bu o zamandan beri gerçekten çok fazla zamanımı aldı. Peki ödülün verilmesinden bu yana neler değişti? Tam olarak değerlendirmek zor çünkü her zaman bir şeyleri açıklayan insanlarla konuşuyorum. Bildiğim şey, bu süre zarfında herhangi bir yazı yazmanın gerçekten mümkün olmadığı, ama sorun değil çünkü bir süre böyle olacağını biliyorum, ama sonra bir noktada geri dönüp tekrar yazmak mümkün olacak.”
Jean-Paul Sartre 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddeden tek yazar olarak tarihe geçti. Yazar, basına, yazılarının etkisini sınırlayacağı kaygısıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddettiğini söyledi. Gerekçesini ise İsveç basınına yaptığı açıklamada şöyle açıkladı:
“Ödülü reddetme sebeplerim, Akademi’ye yazdığım mektupta da açıkladığım gibi, ne İsveç Akademisi ile ne de Nobel Ödülü’nün kendisi ile ilgili değil. Mektupta, iki tür sebep zikrettim: kişisel ve nesnel. Kişisel sebepler şunlar: reddim fevri bir hareket değil, zira resmi ödülleri hep reddetmişimdir.
1945’te, savaştan sonra, bana Şeref Nişanı takdim edildiğinde, devlete yakınlık duyduğum halde nişanı reddettim. Benzer şekilde, birkaç arkadaşım teklif ettiği halde, Collège de France’a girmek için de uğraşmamıştım. […] İmzamı Jean-Paul Sartre olarak atmam ile Nobel Ödülü sahibi Jean-Paul Sartre olarak atmam aynı şey değildir.”
As it is #NobelPrize day for Literature , time to post the best ever reaction to hearing you’ve won, by Doris Lessingpic.twitter.com/IU50xp0Vvj
— Jonny Geller (@JonnyGeller) October 5, 2023
Takvimler 2007’yi gösterirken Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen İngiliz yazar Doris Lessing, 88 yaşındaydı. Bu da onu edebiyat ödülünün en yaşlı kazananı yapmıştı. Ayrıca Nobel Edebiyat Ödülü kazanan 11. kadın olarak tarihe geçmişti. Ödülü kazandıktan 10 yıl sonra, kendisine verilen Nobel madalyası açık artırmaya çıkarıldı. Daha önce 2016’da André Gide için yapılan müzayedede edebiyat dalında yalnızca bir Nobel madalyası satılmıştı. Bunların hepsi 2013’te 94 yaşında hayatını kaybeden Lessing’in adını tarihe yazdırsa da Nobel Edebiyat Ödülleri tarihine bambaşka bir şekilde izini bıraktı yazar. Ödülü kazandığını öğrendiği andaki ikonik tepkisiyle…
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı açıklandığında Lessing market alışverişi yapıyordu. Evine dönerken kapısında bir grup gazetecinin onu beklediğinden habersizdi. Zaten kazandığını da onlardan öğrendi. Önce “Aman Tanrım!” diye haykırdı. Sonra da dünyanın en prestijli ödülünü, olabilecek en havalı şekilde karşıladı.
“Tanrım. Daha az umurumda olamazdı. Açıkçası, çok şaşırdığımı da söyleyemeyeceğim. 88 yaşındayım. Herhalde ben nalları dikmeden, Nobel’i verelim bari, dediler. (…) Avrupa’da verilen bütün ödülleri aldım. Allah’ın cezası bütün ödülleri… Gayet hoşnutum. Floş royal yaptım.”
Lessing, 2008’de verdiği bir röportajda ise ödülün kendisini yazmak için zaman ve enerjiden yoksun bırakmasından sonra medyanın artan ilgisinin olduğunu söylemişti. Ve Nobel’i bir felaket gibi yaşadığını anlatmış hatta ödül yüzünden yazarlık kariyerinin sona ermek üzere olduğunu söylemişti. Zira yazar Nobel aldıktan sonra medyanın yoğun ilgisi nedeniyle, yazmaya zaman ayıramamaktan şikayetçiydi. Hatta o dönem üzerinde çalıştığı ‘Alfred ve Emily’ adlı romanın, son romanı olabileceğini söylüyordu. Nitekim öyle de oldu.
Ödülün getirdiği popülerliğin yazmaya ayrılan vaktin önüne geçebildiğini düşünen başka bir isim daha var. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen, Türkiye’nin ödüllü tek yazarı Orhan Pamuk. Nobel Komitesi, Pamuk’un “kenti İstanbul’un melankolik ruhunu araştırma yolunda, kültürlerin çatışmaları ve birbirleriyle iç içe geçmesinde yeni semboller bulduğunu” belirterek ödülü açıklamıştı.
Tüm Nobelli yazarlar gibi Pamuk da ödülün hayatında neleri değiştirdiği sorusuyla karşılaştı. Bir İtalyan gazetesine verdiği röportajda “Nobel Ödülü hayatımı değiştirmedi desem yalan olur. Elbette değiştirdi. Değiştiremeyeceği tek şey, benim çalışma tarzım. Yazmaya olan tutkum ve heyecanımda hiçbir değişiklik yok” dedi. Ancak o da ödülün dış dünyayla kurduğu bağı değiştirdiğini söylüyordu:
“Nobel Ödülü beni değiştirmez, değiştirmemeli diyordum. Ama yanılıyormuşum. Nobel, benim yazma tarzımı değiştirmedi, ama insanları ve okurları algılama biçimimi değiştirdi. Yayıncılar ve çevirmenler benim metinlerimi bekliyorlar, binlerce mail yazıyorum. Her yerden yağmakta olan davetleri geri çevirmek zorunda kalıyorum. ‘Üzgünüm ama gelemeyeceğim. Aksi taktirde çalışmalarım da aksayacak’ demek durumunda kalıyorum. Çok baskı var. Nobel sonrasında yazmak, büyük bir sorumluluk. Zira özellikle bu süreçte, yazacağım her kelimenin, büyük önem arz edebileceğinin, onu okuyacak kişilere göre farklı algılanabileceğinin bilincindeyim.”