Üvey çocuklarını bulmak için Müge Anlı’ya başvurdu: Aradığı kızlara tecavüzden gözaltında
Nobel Edebiyat ödüllü Alice Munro'nun kızı Andrea Skinner yıllarca üvey babasının cinsel istismarına maruz kaldığını, annesinin ise haberi olmasına rağmen sessiz kaldığını açıkladı. Sanat ve edebiyat dünyası şimdi bu sessizliği tartışıyor.
'Alice Munro bir canavar mı?' tartışmanın ana konusu bu. Konuyla ilgili yazar Meghan Daum'un yazdığı yazıyı yayımlıyoruz.
Modern zamanların en büyük kısa öykü yazarlarından sayılan Alice Munro bir canavardı.
Dünya bunu geçen pazar günü Toronto Star’ın Munro’nun kızı Andrea Skinner’ın makalesini ‘yayınla’ düğmesine basmasından birkaç dakika sonra öğrendi. Makalenin başlığı her şeyi anlatıyordu: “Üvey babam çocukken bana cinsel tacizde bulundu. Annem Alice Munro ise onunla kalmayı seçti.”
Skinner, Munro’nun ikinci kocası Gerald Fremlin’in dokuz yaşındayken kendisine saldırdığını ve yıllarca ona ve diğer çocuklara karşı ahlaksız davranışlarda bulunduğunu yalın ama zarif bir düzyazıyla anlatıyor. İlk saldırıdan kısa süre sonra Skinner olayı üvey annesine anlatmış, o da Munro’ya söylememeye karar veren babasına anlatmış. Birkaç yıl sonra aile dostları Munro’ya Fremlin’in 14 yaşındaki kızlarına kendini teşhir ettiğini söylediğinde Fremlin reddetmiş ve Munro da hiçbir şey yapmamış. Munro kendi kızına da aynı şeyi yapıp yapmadığını sorduğunda Fremlin “O tipim değil” cevabını vermiş.
Fremlin’in davranışı acımasızlığı ve küstahlığıyla mide bulandırıcı; Munro’nun inkarları ve narsisizmi de vicdan sarsıcı. Yıllar sonra, 20’li yaşlarındayken Skinner annesine olanları anlatan bir mektup yazıyor (Bu mektubun Munro’nun okuduğu bir hikayedeki karakterin üvey babasından gördüğü istismarı annesine anlatmak yerine neden intihar ettiğini anlamadığını belirtmesi üzerine yazılması ilginç). Munro Skinner’ın mektubunu koruyucu bir anne olarak değil, terk edilmiş bir eş olarak, kocası kızı tarafından baştan çıkarılmış aşk üçgenindeki diğer kadın gibi yanıtlamış.
Skinner ‘Babamın onu küçük düşürmek için bu sırrı saklamamızı sağladığına inanıyordu’ diye yazıyor: ‘Daha sonra bana Fremlin’in ‘arkadaş’ olduğu diğer çocuklardan bahsetti ve kişisel olarak ihanete uğradığı duygusunu vurguladı.’
Buradan sonrası daha da kötüleşiyor. Skinner’a ‘yuva yıkan kadın’ diyor Fremlin ve polise giderse onu öldürmekle tehdit ediyor. Munro, Fremlin’e geri dönüyor ve Skinner’ın babası Munro ile dostane bir ilişki sürdürüyor. Skinner yıllar yıllar sonra istismarı nihayet polise bildirdiğinde Fremlin kendisini Nabokov’un Humbert Humbert’ıyla kıyaslayarak saldırı suçunu kabul ediyor ve 14 yaşından küçük çocuklardan uzak durma emrini de içeren iki yıllık şartlı tahliye cezasına çarptırılıyor.
Fremlin artık kabul edilmiş bir pedofil olsa da Munro 2013 yılında ölümüne kadar yanında duruyor onun. Skinner’ın yazdığına göre Munro ‘kendi ihtiyaçlarını inkar etmesi, çocuklarını feda etmesi ve erkeklerin hatalarını telafi etmesi bekleniyorsa bunun suçunun kadın düşmanı kültürümüzde olduğunu’ iddia ediyor.
Şimdiye kadar Munro’yu duymadıysanız, en azından şunu bilin: Yüceltilmiş bir kısa hikaye yazarı, Nobel Edebiyat ödüllü bir yazar ve tartışmasız Kanada’nın en ünlü edebi figürüydü o. Uluslararası tanınırlık kazanmadan önce 40’lı yaşlarının sonlarına kadar mücadele eden Munro özgüven sorunları yaşıyordu ve sadece kısa hikayeler yazıyordu, çünkü roman yazma fikri onu korkutuyordu. Yine de Munro’nun kusursuz bir kontrolle yönettiği ve tuhaf dönüşler barındıran hikayeleri roman kadar psikolojik derinliğe sahip kabul ediliyordu. Kendisi de kısa hikaye yazarı olan edebiyat eleştirmeni Cynthia Ozick ona ‘Bizim Çehov’umuz’ demişti.
Skinner’in yazısı yayımlandıktan sonraki 48 saat içinde edebiyat dünyası tepeden tırnağa sarsıldı; yazarlar ve diğer endüstri liderleri dehşete düştüklerini söyledi tek tek ve Munro’yu bir daha asla okumama yemini ettiler. Munro üç ay önce 92 yaşında öldüğünde bu kişilerin adeta rekabete girip yas tutma yarışına giriştiği düşünüldüğünde durum epeyce garip.
Bir kahramanın düşüşünden sonra onu kamuoyu önünde reddetmenin değeri ve samimiyeti başka bir günün konusu. Şu an için daha alakalı olan Skinner’ın açıklamasının Munro etrafında örülen feminist mitosu nasıl çözdüğüdür. Nobel Ödülü kazanmak her zaman büyük bir meseledir. Ama Munro 2013’te ödülü kazandığında bu ekstra büyük bir meseleydi. Sadece yaşından (82 yaşındaydı) ya da ödül komitelerinin ‘önemli romanlar’ lehine kısa hikayeleri göz ardı etme eğiliminden dolayı değil, karmaşık kadın karakterler hakkında yazdığı için de büyük bir mesele.
New York Times kitap eleştirmeni Michiko Kakutani, Munro’nun hikayelerini ‘duygusal genişlik ve psikolojik yoğunluk’ için övdü ve 2013 yılında Munro’nun “içsel yaşamları dikkatle gözlemlenen bir toplumda karakterlerinin yerini aynı anda detaylandırma yeteneği, ev hayatının müziğini anlama yeteneği ve zamanla değişip dönüşen ‘aşkın ilerleyişini’ haritalandırma yeteneği” ile “çağdaş kısa hikayenin sınırlarını yeniden şekillendirdiğini” yazdı.