Raf Gezgini: Vakit bol, seri kitapları bitiriyoruz artık
Bu haftanın radarında aile üzerinden belleğin izini sürenler, ölmeden önce son sözünü söylemek isteyenlerin satırları ve ötekilerin hikayelerinin peşine düşenler var.
Dört gözle yolunu gözlediğimiz kitaplar, Türkçeye yeni çevrilenler, ‘Okuma listeme aldım ama hala başlamadım’ dediğimiz uzun listelerin değişmezleri… Raf Gezgini bu kitapların izini sürüp raflarda geziyor. Kimi zaman yeni çıkanların peşine düşüyor, kimi zaman uzun zamandır raflarda demlenen kitapları keşfediyor. Ama en çok da ‘Bu aralar ne okusam?’ sorusuna yanıt arıyor.
Bu haftanın radarında aile üzerinden belleğin izini sürenler, ölmeden önce son sözünü söylemek isteyenlerin satırları ve ötekilerin hikayelerinin peşine düşenler var.
Unutamadığımız, altını çizdiğimiz, bir şekilde hayatımızı etkileyen romanlar okuyoruz. Tüm bunlar yaşanırken en çok merak ettiğim şey, yazar ‘gerçekten’ ne kadar ödünç almış, kurgusal dünya ile gerçeklik arasındaki bağ ne kadar kuvvetli sorusu oluyor.
İtalyan edebiyatının parlayan yıldızı Claudia Durastanti imzalı ‘Yabancı’ da bu soruyu akla düşüren bir romanla karşımızda. Durastanti, işitme engelli olup işaret dilini kullanmayı reddeden bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya geliyor. Hem İtalyanca hem de İngilizceyi kendilerine özgü şekillerde eğip bükerek konuşan göçmen bir ailede büyüyor yazar. Siren Yayınları tarafından yayımlanan romanda da ailesinden aldığı gerçekliğin yansımaları görülüyor.
Çocukluğunuza dair anıları ve geçmişinizi ailenizden öğrenirsiniz. Belleğin ilk kaynağı ailedir. Ve bizi biz yapan da bellektir. ‘Yabancı’, bir aile hikayesi üzerinden hatırlamanın herkes tarafından farklı olabileceği ve bunun bireye etkilerini, “Her ailenin kendi mitolojisi vardır, ancak bu ailede mitlerin hiçbiri birbiriyle uyuşmuyor” diyerek anlatıyor. Örneğin romanın kahramanı Claudia’nın annesi, babasıyla onu köprüden atlamaktan alıkoyduğunda tanıştığını söylüyor. Babası ise annesini bir hırsızlık girişiminden kurtardığında tanıştıklarını söylüyor. Her iki ebeveyn de sağır ama daha farklı olamazlardı; kimin kurtarılmaya ihtiyacı olduğu bir yana, nasıl tanıştıkları konusunda bile anlaşamıyorlar. Ortak bir bellek mümkün mü peki?
Aile demişken… Binbir özenle saklanmış, üzerine hem acılar hem de anılar belki biraz da geçmiş zamanda kalmış olmanın getirdiği hüzünlü bir bavul. İçinde bir aileye ait belgeler var. Bu bavuldan çıkanlar ünlü yazar Amin Maalouf’un hayatı. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Yolların Başlangıcı’nda yazar kendi ailesinin köklerine uzanan bir yolculuğa çıkıyor. Yazarın satırlarında ailesinden izler görmeye alışkınız ancak bu kitap, tam anlamıyla ailesinin köklerine inen bir araştırmanın ürünü. Üstelik romanda Osmanlı’ya, Atatürk’e ve Türkiye’ye dair satırlar da var. En ilginci de yazarın halasının isminin ilham kaynağını öğrendiğimiz bölüm:
‘Babaannem o sırada hamileydi (…)1921 yılının aralığında doğuracaktı ve dedem daha o zamandan, çocuğuna koyacağı adı seçmişti: Adı ‘Kamal’ olacaktı, Atatürk’ün onuruna (…)
Ayrıca bu kitabın öne çıkan iki kahramanı var. Maalof’un dedesi Butros ve dedesinin kardeşi Cebrail. İki kardeşin yazışmalarından ortaya çıkarılan olay örgüsü göçebe ruhu, ülküleri, koşulları, koşullar karşısındaki farklı insan tutumlarını küçücük notlardan ya da uzun araştırmalardan aydınlığa kavuşturup Beyrut’tan Küba’ya uzak anakaraları birleştiriyor. ‘Yolların Başlangıcı’ sürgündeki yazarın ailesine adadığı “bir aşk şarkısı” olarak tanımlanıyor.
“Artık sesini duymayacağım. Olduğum kadını, bir zamanlar olduğum çocukla bir araya getiren onun sesi, sözleri, elleri, tavırları gülüşü ve yürüyüşüydü. Geldiğim dünyayla aramdaki son bağ da koptu.”
Bir çocuğun, annesine vedası. Bir kere daha aileden devam…
2022 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Annie Ernaux hafıza yolculuğunda bu kez annesinin hayatını kendine durak belirliyor ve annesinin hayatını anlatan bir otobiyografik bir romanla karşımıza çıkıyor. Ve elbette alametifarikası olduğu üzere annesini, annesiyle ilişkisini anlatırken yine kişisel olandan yola çıkarak “herkesin” hikayesini anlatıyor.
Annesinin Alzheimer olmasının ardından annesinin hayatını ve kendi hayatını anlatarak bir kadının hayatındaki değişimleri ve en sonunda Paris’in banliyölerindeki bir hastanenin geriatri koğuşunda ölmesini takip eden bir hikaye okuyoruz bu kısacık kitapta. Kimilerine göre Ernaux’nun en dokunaklı metni, kimilerine göre annesinin ardından yazılmış bir ağıt…
Aileler, ebeveynler, bitmek bilmeyen sorular ve sorunlar… Neredeyse her yerde karşımıza çıkan bu konuya dair pek çok da kitap var elbette. Hadi, bu da bu haftanın aileyi merkeze alan son örneği olsun. Rotamızı Kore edebiyatına kıralım.
Çocuklar ne kadar özgürdür? Ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına ve kararlarına yönelik önyargılarının bir sonu var mıdır? Ortak nokta bulunabilir mi? Herkesin hayatta en az bir kere üzerine düşündüğü, cevabının bulunamadığı ya da herkeste farklı olduğu sorular bunlar. Koreli yazar Kim Hye-jin’e 2018 yılında Shin Dong-Yup Edebiyat Ödülü’nü kazandığı ‘Kızım Hakkında Her Şey’ ile bir bu soruların peşinden gidiyor. Bir anne ve kız hikayesi bu. Anne huzurevinde hemşirelik yapan altmışlı yaşlarının ortasında bir kadın, göze çarpmayan ve mütevazı bir hayat sürüyor. Kızı üniversitede akademisyen, sabit bir geliri yok ve annesinin onaylamadığı bir kız arkadaşı var. Green sevgilisiyle beraber annesinin yanına taşınmak zorunda kalınca birbirine tamamen zıt iki hayat görüşü karşı karşıya geliyor. Kitap, bir neslin önyargılarına yakından bakıyor, yaşlılık, ölüm ve yalnızlık üzerine korkularımızı hatırlatıyor.
Osamu Dazai bu dünyaya ölümünden sonra bir şey bırakmaya, sözü ilk ve son kez kendine vermeye karar vermişti. Belki bir intihar notu olabilirdi bu. Dazai de yola böyle çıktı. Sonra kendi hayatını anlattığı ‘Hatıralar’ öyküsünü yazdı. ama durmadı, 1932-1934 yılları arasında yirmi öykü daha yazdı. Aralarından en iyi 14 tanesini seçti. Diğerlerini yaktı. Seçtiği on dört öykü ve kısa romanı ‘Soytarı Çiçekleri’, 1933’ten 1936’ya kadar çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı, daha sonra Dazai bu 15 eseri ‘Son Yıllar’ adıyla bir araya getirdi.
Bu ismi seçmesinin de bir nedeni vardı. ‘Son Yıllar’ın ölümünden sonra yayımlanacak hem ilk hem de son kitabı olacağını düşünüyordu. Kitabını teslim etti, artık söyleyeceğini söyledi inancıyla intihar etti ancak ölmedi. Osamu Dazai’nin yayımlanan ilk kitabı olan ‘Son Yıllar’, İthaki Yayınları etiketiyle Türkçede de ilk kez okurların karşısına çıkıyor.
‘Yeryüzü Yorgunları’ ile Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü’ne değer görülen, geçen sene ‘Küçük Bir Mesele’ öykü kitabını yayımlayan Neslihan Önderlioğlu, “ötekilerin” izini sürdüğü yeni romanı ‘Cüret’ ile okurla buluşuyor bu kez. Everest Yayınları’ndan çıkan kitabın ithaf edildiği isim, nasıl bir roman okuyacağımızın işaretini veriyor aslında. Önderlioğlu, 2015’te Yunanistan’a şişme botla geçmeye çalışırken annesi ve kardeşi ile birlikte boğularak hayatını kaybeden üç yaşındaki Suriyeli Aylan Kurdi’ye ithaf ediyor romanını.
Neslihan Önderoğlu bir evde ya da sokakta tüm ötekilerin hikayelerinin izini sürerken bir yandan da sorular bırakıyor okura: “Bir evin ve bir ülkenin sakinleri uzun zamandır patlamaya hazır vaziyette dolaşıyorsa fitili kim ateşler? En mazlum görünen midir o, en zalim olan mı? “Güç” el değiştirdikçe kurbanlarla failler de yer değiştirir mi?”
20. yüzyılın en önemli romancılarından biri Robert Musil. Avusturyalı yazar, sadece dönemin değil, tüm edebiyat tarihinin en önemli romanlarından ‘Niteliksiz Adam’ı kaleme almasıyla bambaşka bir şekilde parlıyor. Can Yayınları’nın yayımlandığı ‘Birleşmeler’ ise Musil’in ilk dönem eserlerinden biri. Başrolünde kadın kahramanların yer aldığı 102 sayfalık bu kısa macera, ‘Aşkın Tamamlanışı’ ve ‘Sakin Veronika’nın Baştan Çıkışı’ adlı iki uzun öyküden oluşuyor. Utku Lomlu’nun ellerinden çıkan kapak tasarımına da bir kalp bırakalım.
Öykü, roman, çocuk ve genç kitapları, deneme, inceleme, eleştirileriyle Türkçenin en önemli edebiyatçılarından Feyza Hepçilingirler’den bir mübadele romanı. Yazar bu kez Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan ‘Zesto Psomi’ (Sıcak Ekmek) ile Girit’ten Ayvalık’a gelen bir aile üzerinden, bir imzayla hayatları değişen yüz binlerce insanın kaderini anlatıyor. Tanıtım bülteninden iştah açıcı bir tadımlığı da şöyle bırakalım:
“Bu romanda anlatılanlar, kaderi bir gecede değişen yüz binlerce insanın hikâyesidir. Bu romanda anlatılanlar, adı ister Yorgo olsun ister Yusuf, ister Eleni olsun ister Emine, kuşaklar boyu vatan diye bildikleri topraklarından yüzlerini hiç görmedikleri birileri tarafından koparılan insanların hikâyesidir. Kimisi kurulu sofrasında bir lokma yiyemeden yola koyuldu, kimisi “yeni” vatanına gidiş yolunda canını verdi, kimisi sağ salim vardığı yeni topraklarda “memleket” özlemiyle yaşadı. Aradan yüz yıl geçti, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelenler, Türkiye’den Yunanistan’a gidenler acılarını ve hikâyelerini daima akıllarında tuttular… Bu roman akıllardan hiç silinmeyen mübadeleyi anlatıyor.”
‘Kar Masalları’, Beyhan Eczacıbaşı’nın, çocukları Bülent Eczacıbaşı ve Faruk Eczacıbaşı’na anlattığı masallardan esinlenerek, ilkgençlik çağına yeni adım atan çocuklar için yazdığı 1962 tarihli bir roman. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 60 yıl aradan sonra Kar Masalları’nın gözden geçirilmiş baskısını, Merve Atılgan’ın resimleriyle yeniden sunuyor.
Kahramanımız Ayşe. Tek isteği, bir mayıs günü evinin bahçesindeki kiraz ağacına tırmanıp en tepedeki kirazı almaktı. Fakat üstüne bastığı dal kırılınca, yürümesine engel olacak çok kötü bir kaza geçirdi. Yaşam sevincini kaybeden Ayşe, tedavi görmek için Uludağ’ın eteklerinde bir klinikte kalmaya başladı. Ancak bu sıkıcı bir süreç olmaz. Bu klinikte hayatı paylaştığı çocuklar, onlara yardım etmek için canla başla çalışan yetişkinler ve hayaller diyarında rastladığı sevgi dolu kahramanlar Ayşe’nin yaşamını tümden değiştirecektir. Ayşe ve yeni arkadaşları hem yetişkinlere hem de çocuklara unuttuğumuz şeyleri hatırlatacak.
Abidin Dino, Aziz Nesin, Leyla Gencer, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Yıldız Kenter, Gülten Akın, İdil Biret’in de aralarında bulunduğu 30 isim. Gazeteci-yazar Zeynep Oral, Türkiye’nin önde gelen sanatçılarıyla yaşadığı anıları anlatıyor; bilinmeyen detaylar sunuyor ve bu isimlerin portrelerini sunuyor. İlk olarak 2011’de yayımlanan ‘O Güzel İnsanlar’ İnkılâp Kitabevi etiketiyle bir kere daha okurların karşısında. Oral, kitabın yeni baskısıyla bugünün gençlerine de o güzel insanları anlatabileceği için mutlu olduğunu söylüyor kitabın sunuş yazısında:
” (…)Ama gelin görün ki emeğin ve yaratıcılığın değil, “reyting, sansasyon, şan, şöhret” sarmalının en yüce değer bellendiği, tüm ilişki lerin hızla pazarlama ilişkilerine dönüştüğü, sanatın her geçen gün daha da magazinleştiği, tüketim arsızlığın, değerleri un ufak ettigi bir ortamda kendimi mecbur hissediyorum bugünün gençlerine güzel insanları anlatmaya!
“İktidarın yüzü neye benzer? Sanatta kimler, neden anılır? Nefret ettiğimiz siyasetçilerin heykellerine nasıl tepki veririz?”
Mary Beard, Acımasız Iulius Caesar’dan tutun da sineklere işkence eden Domitianus’a kadar, Suetonius’un ‘On İki Caesar’ı üzerinden Batı dünyasındaki zengin, güçlü ve ünlü insanların portrelerinin nasıl olup da Roma imparatorlarının imgesi tarafından biçimlendirildiğini anlatıyor. Üstelik fotoğraflar da bu anlatının bir eşlikçisi. Romalı hükümdarların imgelerinin antik zamanlardan günümüze sanatı, kültürü ve iktidarın temsilini nasıl etkilediğini okumaya davetlisiniz.
2023 Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülleri’nde Mansiyon Ödülü kazanan Hande Ortaç, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Sakinler’ ile bir rehabilitasyon merkezine davet ediyor okuru. Merkeze, dertlerine deva bulmak için gelen insanların ‘kazandığı’ yeni dertleri takip ediyor. Büyük ve karanlık bir çıkmazın hikayesini anlatıyor. Bir yandan da “dışarının” aslında nasıl da her yer olabileceğini, her yeri kendisine benzetebileceğini gösteriyor.