Raf Gezgini bu hafta, kasvetli öykülere uğramaktan çekinmiyor, yazarların ilk kitaplarına 'merhaba' diyor, George Orwell vesilesiyle "Bir yazar, neden yazar?" sorusunun peşinden gidiyor, Okşan Mağara aracılığıyla bizi mahveden değil iyileştiren yalnızlığın izini sürüyor. Fazlası da var...
Raf Gezgini bu hafta, kasvetli öykülere uğramaktan çekinmiyor, yazarların ilk kitaplarına ‘merhaba’ diyor, George Orwell vesilesiyle “Bir yazar, neden yazar?” sorusunun peşinden gidiyor, Okşan Mağara aracılığıyla bizi mahveden değil iyileştiren yalnızlığın izini sürüyor. Fazlası da var…
Sadece kadınların hayatta kaldığı bir köy. Erkeklerin ve çocukların hayatta kalma ihtimali yokken, mucizevi bir şekilde yaşama tutunan iki çocuk vardır: Yedi yaşındaki ikizler Bayram ve Seyran. Kardeşler anneleri Zêre’nin bir teyp ve kasetlerle yarattığı ritüellerle Tabaa’nın lanetine direnirken, kadınlar köyünün her bir sakini geçmişiyle yüzleşir. Devran Kaya, ‘Annemin Kasetleri’nde, kendi yaşamına dair izleri de heybesine aldığı bir anlatı sunuyor okura. Yazarın ilk romanı olduğunu da not düşelim.
Çok satan çocuk kitapları yazarı Michael Rex, Fangbone’un maceralarını anlatmaya devam ediyor. 3-G sınıfının en orijinal karakteri Fangbone vesilesiyle artık tüm sınıfın yeni bir evcil hayvanı var: Fangbone’un barbar dünyasından gelen çatlamamış bir Ak Titan Ejderha Yumurtası! Üstelik Zalim Drool bu yumurtanın peşinde…Fangbone ise onu düşman saldırısından korumaya yardım etmesi için sınıf arkadaşlarından yardım istemeli! Eastwood İlkokulu’ndaki bilim gösterisi hızla yaklaşırken, acaba üçüncü sınıflar hem mükemmel projelerini hazırlayıp hem de çatlamadan önce bu yumurtayı koruyabilecekler mi?
“Şans dediğimiz şey, her zaman iyi sonuçlar doğurmuyor. Ya da tam tersi, şanssızlık, bir felaketin eşiğinden dönmeye yarayabiliyor. İnsanlar basit olsa da dünya tuhaf.”
Tuhaf hem olumlu hem olumsuz kavramlar çağrıştıran, tekinsiz bir kelime. Bülent Ayyıldız ‘Kamikazeler El Ele Uçmaz’da yeni öykülerinde dünya tuhaflıkları ile tuhaflıklar dünyasını bir araya getiriyor. Kitap kapağını görür görmez biraz sonra kasvetli bir dünyaya davet edildiğinizi anlıyorsunuz. Yazar, büyülü gerçekçi ögeler kullanarak sınırları muğlaklaştırıyor, günlük yaşamın dertlerini, gündelik işleri, ilişkileri kendi yarattığı mikro evrende türlü şekillerde ele alıyor.
Edebiyat tarihine iz bırakan, eserleriyle tüm dünyada okunan bir yazar olduğunuzu hayal edin. Sizi yazmak için harekete geçiren ne olurdu? Bir yazar, neden yazar? George Orwell, totaliterlik karşıtı, sözünü sakınmayan toplumsal eleştirileriyle edebiyat sahnesine adım attığı günden beri adından daima söz edilen, gözlemleri hiçbir dönemde güncelliğini yitirmemiş cesur bir kalem. Ve neden yazmak istediğini anlamaya çalışan, yazmakla ilişkisini okurla paylaşmaktan çekinmiyor ‘Neden Yazıyorum’da: “Çok erken yaşlardan itibaren, belki beş ya da altı yaşımdan beri, büyüdüğümde yazar olmam gerektiğini biliyordum. On yedi ile yirmi dört yaşları arasında bu fikirden vazgeçmeye çalıştım, ama bunu gerçek doğama aykırı davrandığımın ve er ya da geç sakinleşip kitap yazmam gerektiğinin bilinciyle yaptım.” Orwell, kitapta kendi yazarlık macerasının dolambaçlı yolları kadar, 1936-1947 yılları arasında farklı mecralar için kaleme aldığı yazılarda, kitapçılık yılları anılarından radyoda edebiyat programı yaptığı günlere, dünya edebiyatının önde gelen isimlerine dair incelemelerinden sansürle gölgelenmiş roman ve şiir türleri üzerine gözlemlerine kadar, okura dönemin politik atmosferiyle bütünleşen bir kesit sunuyor.
Çevrenizde sizi seven, anlayan, her daim destek olacağını bildiğiniz insanlar olsa da kendi kendinize konuşmak zorunda olduğunuz anlar vardır. İç sesiniz ve siz. Sonu gelmeyen, çoğunlukla kırıcı diyalog ya da aslında monolog. Okşan Mağara, Kendine Ait Bir Oda Bir Salon’da yalnızlık hallerimizi anlatıyor. Yanıp bitip kül olduğumuzu düşünenlere inat, tüm olumsuzlukların içinde tebessüm ettirecek bir yan bulmayı da ihmal etmiyor. Hayatı bütünüyle kucaklıyor bir bakıma, madem ki varız, yaşayalım gitsin diye fısıldıyor okurunun kulağına. Bu öykülerdeki hisler tanıdık gelecek.
Yayımlandığı günden bu yana Kore’de çok satanlar listelerinin zirvesinde yer alan bir roman ‘Veda.’ Yazarın bilimkurgu ve distopyaya saygı duruşunda bulunduğu bu roman, robotlar, yapay zeka, insanlığın bitmek bilmeyen “robotlar bizi yok edecek” korkularının etrafında dolaşıyor. Ana karakter Cheol, babası Profesör Choi ile yaşıyor. Profesör Choi ise bir yapay zekâ geliştirme merkezinde ekibiyle birlikte yapay zekâ üzerine çalışıyor, robotlar ve hümaoidler geliştiriyor. Cheol, babası ve ikisi robot biri gerçek olmak üzere üç kediyle birlikte güvenli bir ortamda yaşıyorken, dış dünyada yapay zekâ ve insanların savaşı nedeniyle dünya genelinde bir kaos hâkim. Ve elbette güvenli ortamından çıkması gerekecek…
“Tepeden tırnağa patlayıcı yüklü bir matematik felsefecisi; aklı başında ama gözü pek, iyimser olmayan kararlı biri. Eğer bu bir kahraman değilse, o zaman kahraman kimdir?” siye soruyor Fransız filozof Georges Canguilhem, Jean Cavaillès için. Jean Cavaillès, matematik felsefesi ve bilim felsefesi alanlarında uzmanlaşmış bir Fransız filozof ve mantıkçıydı. Liberation hareketi içinde Fransız Direnişi’ne katıldı ve 17 Şubat 1944’te Gestapo tarafından tutuklandı ve 4 Nisan 1944’te vuruldu. ‘Mantık ve Bilim Teorisi Üzerine’ 20. yüzyıl akılcı Fransız felsefesi geleneğinin öncülerinden Cavaillès’in son eseri. Barış Dirican’ın Türkçeleştirdiği kitap, ikinci baskısıyla raflarda.
‘Tesadüfen Zümrüdüanka’ rüzgâr ya da güneş, çivi ya da duvar, kendisi ya da bir başkası arasında hiyerarşi kurmadan akan öykülerden oluşuyor. Kitapta iki satırlık anlatılar ya da üstü çizili satırlar görmek de bir okur olarak alışılagelmişin dışında bir tarz görmenin merakını da beraberinde getiriyor. Elif Erdoğan ikinci öykü kitabı ‘Tesadüfen Zümrüdüanka’da okuru şaşırtmayı başarıyor.
“Yetişkinlerin kitabımı okuması şart değil: Kitabımda onlara yönelik olmayan, hiç anlamayacakları, hatta alay edecekleri bölümler var. Madem o kadar istekliler okusunlar tabii, sonuçta büyüklere hiçbir şey yasaklanamaz, zaten yasaklara da uymazlar: O halde onları kim engelleyebilir ki?”
Bu satırlarla okuru karşılıyor Élisabeth Brami.Büyükler her zaman düşündüklerini söylemez ve söylediklerini yapmazlar. Peki Büyükler böyle davranırsa küçükler büyüdüklerinde nasıl davranacaklar? Brami çocukların büyürken karşılaşabileceği davranışlar karşısında yetişkinleri düşünmeye yönelterek büyüme sürecinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.
Edebiyatın usta isimlerinden Cemal Süreyya, şiirleriyle bilinse de kendisi aynı zamanda başarılı bir çevirmen, deneme yazarı ve eleştirmen ve iyi bir okur. Can Yayınları, yayınladığı üç yeni kitapla Süreyya’nın yazarlığının bu yönünü bir kere daha spot ışıkları altına çıkarıyor. Bu vesileyle okurlarla buluşan kitaplardan ilki ’99 Yüz: İzdüşümler / Söz Senaryosu’; ilk olarak 1982’de kitap olarak basılan ‘Günübirlik’ ve Cemal Süreya’nın özellikle Türk şiiri üzerine yazdığı kapsamlı yazılarının derlendiği ‘Şapkam Dolu Çiçekle’ de yeni baskısıyla okurlarla buluşuyor.
Deniz Feneri, Virginia Woolf’un geçmişin bellekte bıraktığı kalıcı izleri eşine az rastlanır bir yoğunlukla sergileyen en başarılı romanlarından biri.
Virginia Woolf’un çocukluğunda ailesiyle beraber St. Ives-Cornwall’da yaptığı tatillere dair anılarından izler ve aile fertlerine dair benzerlikler taşıdığı için otobiyografik bir boyutu da olan Deniz Feneri, ismini sekiz çocuklu ailenin en küçük ferdi James’in bir deniz fenerini ziyaret etme isteğinden alıyor. Mr. ve Mrs. Ramsay, Lily Briscoe, Augustus Carmichael gibi unutulmaz karakterleri edebiyat tarihine nakşeden Deniz Feneri, modernist romanın en zengin örneklerinden biri.
Onun adı Mehmet Aşçı. Kırk yedi yaşında. Her üç erkekten birinin adı ve her on kişiden birinin soyadıyla kutsanmış, alelade bir fert… Ancak klişelerin boşuna klişe olmadığı düşünülürse öylesine atanmış gibi duran bu ismin de bir sırrı var mıdır? Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’ne layık görülen ‘Ölüler Kıraathanesi’ ve ikinci romanı ‘Suni Tebessü’ ile okurdan büyük ilgi gören Fatih Gezer, üçüncü romanında unutmanın, hatırlamanın ve aşkın kimyasına doğru bir yolculuğa çıkıyor.
Tomris Alpay 1950’li yılların İstanbul’undan kadın hikâyeleri anlatıyor. Gülsün, Ağavni, Zilha, Eleni, Nurhayat, Gülizar… Farklı geçmişlerden, dillerden, inançlardan gelen bu kadınlar köklü dostlukları, mücadeleci ruhlarıyla ördükleri dayanışma ağları, yalnızlıkları arasında kurdukları köprülerle bir hayatı yaşanır kılmaya çalışıyor. Tarçın kokulu farnupialar, bahçelerde dolaşan kediler, renkli ampuller, çavuş üzümleri, mahlep ve sakız kokulu çörekler…
Sömürge döneminden kalma eski binanın çinko damlarını, kırık dökük kiremitlerini kızdıran güneş, içerideki pis havayı daha da yoğunlaştırıyor; ter, kan ve sidiğin ağır kokusu sıcak havada nefes almayı dahi güçleştiriyor… Bir parça ekmeğe ulaşmak için gün boyu çamaşır kolalamak, dikiş dikmek, gemilere yük taşımak, dilenmek, bedenlerini satmak zorunda olanlar; yarınsız ve mülksüzler, karınlarını doyurabilmek için her gün yeniden dalıyorlar hayat kavgasına… Latin Amerika’nın usta kalemlerinden Jorge Amado, tek göz odalarında aynı yokluğu paylaşanların ortak yaşam alanı Pelourinho Yokuşu 68 numaranın sakinleri üzerinden uzunca bir dönemin ve koca bir coğrafyanın röntgenini çekiyor. Boş kaynayan tencerelerin tıkırtılarına ve veremli öksürüklere patlamakta olan grevlerin sloganları, zengin nişanlı düşleri kurduran ucuz melodramlara anarşistlerin bildirileri karışıyor. Böylelikle bu ortak geleceksizlikten kurtuluşun yol haritası da giderek şekilleniyor. Sınıflar ortadan kalkmadığı sürece güncelliğini yitirmeyecek Alınteri, ilk kez Türkçede.
Iğrıp/ Erol Toy
Erol Toy’un, diğer tüm kitaplarından farklı bir teknikle yazılmış, bu yönüyle farklı bir yere konulabilecek kitabı…Bir balıkçı adasındaki yaşama tutunma gayretini, bilinçsel, tarihsel geçişlerle ve gelenekselin dışında bir kurguyla kaleme alan Toy; seçtiği sözcüklerden, kitabın dizgisinde yer alan ayrıntılara kadar, benzersiz bir yazı işçiliğiyle çıkıyor okurların karşısına.
Hiç ağacın olmadığı, ormanların yok olduğu bir evren düşünün. Türkiye orman yangınlarıyla mücadele ederken bunu düşünmek bile yeterince can sıkıcı ancak fantastik romanlarıyla bilinen İrem Uşar, okurlarını bu kez ağaçsızlaştırılmış aşrı bir evrene götürüyor. Sıradışı özellikleriyle dikkat çeken üç arkadaşın büyüme yolculuğu, geçmişe sıkı sıkı bağlı, gelecekten korkan ülkelerinin gizemli tarihiyle kesişiyor.