‘Tuhaf bir kadın’, zor bir yazar: Leyla Erbil

‘Tuhaf Bir Kadın’, ‘Karanlığın Günü’, ‘Gecede’ ve ‘Cüce’ gibi klasikleri Türk edebiyatına kazandıran, Türkiye’nin en önemli yazarlarından Leyla Erbil tam 10 yıl önce bugün hayata veda etti. Geriye etkisini ve gücünü koruyan roman ve öyküleri kaldı.

Kültür Sanat 19 Temmuz 2023
Bu haber 1 yıl önce yayınlandı
Erbil, 19 Temmuz 2013'te hayatını kaybetti.

Türkiye’nin önde gelen yazarlarından Leyla Erbil, 10 yıl önce bir 19 Temmuz günü hayatını kaybetti. Ondan geriye cinsellik, kadın sorunları temalarını işleyen roman ve öyküleri kaldı. Eserlerinde kadın temasını işliyordu ancak kendini feminist bir yazar olarak tanımlamıyordu. Hatta kadın yazar vurgusundan rahatsız olduğunu, meselenin iyi veya kötü yazar kısmına odaklandığını söylüyordu. Ancak fikri sonra değişecekti…

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Filolojisi eğitimi alan Erbil, bir yıl sonra evlendiği için okulu bırakır. Ancak bu bir ara olur, eşinden ayrıldıktan sonra tekrar okula döner. Erbil, 1950’li yıllarda ilk öykülerini yazmaya başlar. Ancak ilk öyküsünün yayınlanması için biraz daha beklemesi gerekecektir. ‘Uğraşsız’ adlı öyküsü ilk defa 1956’da ‘Seçilmiş Hikâyeler’ adlı dergide yayınlanır.

Sait Faik etkisi

Bu dönemde belki de tüm hayatını etkileyen biriyle tanışır Erbil. Büyük hayranlık duyduğu, Türkçe edebiyatın en önemli öykücüsü Sait Faik Abasıyanık’tır bu isim. Öylesine hayrandır ki,  yazdıklarını utana sıkıla okuttuğunu anlatır yıllar sonra. Abasıyanık, Erbil’in şiirlerini eleştirir, hikayelerini ise över. Eserlerini düzyazı biçiminde yazmasında Abasıyanık’ın etkisi büyüktür. Erbil, bu hayranlık ve dostluğu ilk kitabı ‘Hallaç’ın ikinci bölümünü Sait Faik’e adayarak taçlandırır. Yıllar sonra Abasıyanık’ı ve edebiyatını şöyle anlatır:

Türk yazınının yatağını değiştirdiğine, ardıllarına yeni ufuklar sunduğuna inanırım. Gözümden bir perde de o kaldırmıştır. Yerli olsun yabancı olsun başka yazarları akla getirmeyen özgün metinlerdi ortaya çıkardıkları. (Özgünlüğe hâlâ inananlardanım.) Odak noktası daha çok kendisi olan insanı anlattı; kendine özgü biçimi, dili buldu.

Yazarlık kariyerinin yanı sıra bir süre İskandinav Havayolları’nda sekreterlik ve Ankara Devlet Su İşlerinde çevirmenlik de yapar Erbil. Yolunu Ankara’ya düşüren ise üniversite son sınıftayken tanıştığı Mehmet Erbil ile olan evliliğidir. Bu kez okulunu yarım bırakır Erbil.

‘Tuhaf Bir Kadın’

1968’de  ikinci öykü kitabı ‘Gecede’ yayınlanır. Takvimler 1970 yılını gösterdiğinde ise ilk romanı ‘Tuhaf Bir Kadın’ okurlarla buluşur. Bu kitap, Erbil’in Türkiye’de daha geniş kitlelere ulaşmasına vesile olur. Tartışmaları da beraberinde getirir. Eleştirilir, tartışılır lakin Erbil’i edebiyat dünyasında öne çıkaran bir kitap olarak anılır. Romanından üç yıl sonra üçüncü öykü kitabı ‘Eski Sevgili’ yayınlanır.

Erbil’in kariyerinin ikinci romanı ise 1985 tarihli ‘Karanlığın Günü’ olur. Hafıza temelli bir roman olan ‘Karanlığın Günü’ Erbil’in kendi hayatından, annesinden yola çıkan bir kitap. Erbil, Alzheimer annesinin hastanede kaldığı süreci anlatır bu romanı.

Ahmed Arif’in Leylası

Söz konusu Erbil olduğunda edebi yetkinliği, hayat görüşü, kitapları gibi konuşulması ve anılması gereken birçok konu var. Bunlardan biri de hiç şüphesiz Ahmed Arif ile ilişkisi. Edebiyatın meşhur aşklarından biridir Arif’in Leyla’ya duyduğu aşk. Bu tek taraflı aşk öylesine büyüktür ki ‘hasretten prangalar da eskitir’ ‘yokluğu cehenneme de eş değerdir.” Arif, ‘Leylisi’ne yazdığı mektuplara cevap alamaz ancak 60’tan fazla mektup, tek taraflı aşkının göstergesi olur. Yıllar sonra hem Arif’in oğlu ve Erbil’in izniyle, ölümünden sonra ‘Leylim Leylim’ adıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı.

Leylâ,

Ankara’ya  gelmiş  olmalısın  herhal.  Bundan  önce de sana -Ankara’ya- yazdım. Eline geçmedi anlaşılan. Yahut muhteşem balayında beni hatırlayabilmene fırsat bulamadın. Değil evlilik, insan düşüncesinin ulaşabildiği bütün kavramların üstünde, biz hep birbirimizi görecek, duyacağız. Dostluğumuzun uzun ömürlü -hiç olmazsa biz dünyamızı bırakıp gidinceye- oluşu, bundan…

Sana hep kendimden açayım derim. Oysa elim tutmaz, dilim  varmaz.  Ne zaman  bu  düşüne  kapılsam, aklıma hep senden açmak gelir. Kimselere karşı böyle değilim,  bilirsin  ne  hergele  asî  olduğumu.  Hoşuma gidiyor bu. Daha doğrusu hoşa gitmekten başka, baskın,  ayrılınmaz  bir  tutku. Seni anlatabilmek…  Kime ama? Bu bok düzenin, bu dört boyut zindanın, kâinat, sonsuzluk fâlan dedikleri bu ölümlü şakalar kaos’unun nesine, neresine anlatmak?

Oysa seni düşünmek, bu kokmuş erdemlerin çok uzağında. Onlarla hiçbir ilişiği, sebepliliği yok.  Belki de “mutluluk” bu. Beni susturabildiğine, yerimde çakılı bir taş gibi tutabildiğine göre de  değer olarak düşünülmesi zorunlu bir hâl.(18 Mayıs 1955, Diyarbakır)

‘Erkek egemen bir dildi bizim mirasımız’

Erbil, edebiyata cinsellik, ensest gibi konuları taşıyan ilk yazarlandır. Kitaplarında kadınların yaşadığı sorunlara değinir.  Kariyerinin ilk yıllarında “kadın yazar” söyleminden rahatsız olduğunu, aslolanın iyi ya da kötü yazar olmak olduğunu düşünen Erbil, yıllar sonra bu fikrinin değiştiğini, “geç bir bilinç” kazandığını söylemekten çekinmez:

Öte yandan o vakitler, insanın daha özgür bir dünya yaratma amacını içeren sosyalist mücadelenin herşeye yeterli olduğunu ve sosyalizmin iktidara geldiğinde, benim de ta 1959′dan (Hallaç) bu yana odak noktası kadın sayılabilecek çalışmalarımın öngördüğü sorunların tümünün çözüleceğine inanıyordum. Bugün o düşüncede değilim. Feminist hareket de o yıllarda yılan uykusundaydı. 68′de Gecede, 1970′lerde ‘Tuhaf Bir Kadın’ yayınlandıktan sonra, feminist hareketin ayrışması, güçlenmesi ve kitaplarıma sahip çıkmalarıyla sosyalizmi bekleme düşüncesinin saçmalığı ortaya çıktı. Kadının, kadın yazarın içine düştüğü ve orada yüzdüğü dilin erkeklerce kurulmuş ve yazılmış bir tarihin dili olduğu, tüm belleğimizin taraflı bir biçim aldığı olgusunu hayretle izledim. Evet, yazarlık gövdeyle değil beyinle yazılıyordu ama erkeklerce örülmüş ve kadınlık durumlarına gerçek yerin verilmemiş olduğu erkek egemen bir dildi miras aldığımız. Biz orada, o noktada sanki onların yoğurduğu gerçeklerin sürüp gitmesini sağlayan eklemeler yapmaktaydık.

Nobel’e aday ilk kadın yazar

2001’de Mustafa Horasan’ın desenlerini çizdiği yazarın son romanı ‘Cüce’ yayımlandı. Takvimler 2002 yılını gösterdiğinde ise yazar Türkiye PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilerek Türkiye’nin Nobel’e aday ilk kadın yazarı olur.

2005 ise Erbil’in hayatını değiştirdiği yıla denk gelir. O dönem çok nadir ve ağır bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Kendi sözleriyle “1800’lerde bulunmuş çok nadir bir hastalık. Kadınlarda milyonda bir rastlanıyormuş; nedeni pek bilinmeyen bir hücre hastalığı” diyerek anlatır. Lakin Erbil, kendi hastalığının nedenini bildiğini söyle: “Dünyaya gelmemle birlikte karşılaştığım ve ömrümce seyretmek zorunda bırakıldığım vahşet, haksızlıklar, insanlığın ödediği bedel, işte bu. Nasıl Baudelaire’i çıldırtan kapitalizmdir dedilerse, beni hasta eden de acı ve mutsuzluk.”

Erbil’in koleksiyonu sergilendi

2019’da ise hayatını kaybeden Leyla Erbil’in eserlerinin müsveddeleri, kişisel mektupları, biriktirdiği gazete, dergi kesikleri, aldığı notlar gibi kişisel arşiv malzemesi Boğaziçi Üniversitesi tarafından dijital ortama aktarıldı.

Erbil, çok sevdikleri dostlarını kaybetti, ülke halini, kadınların sorunlarını, insanların hallerini dert etti. Daima ses çıkardı.  Fikirlerini savunmak söz konusu olduğunda adım atmaktan hiç çekinmedi. 10 yıl önce bir 19 Temmuz günü de hayata veda etti. Geriye ‘Hallaç’, ‘Gecede’, ‘Eski Sevgili’, ‘Tuhaf Bir Kadın’, ‘Cüce’, ‘Üç Başlı Ejderha’, ‘Kalan’ gibi kült eserler ve fikirleri kalır. Eserleri Almanca, İngilizce, Fransızca, Kürtçe ve Rusçaya çevrildi, edebiyat araştırmalarına konu olmaya devam ediyor.

Yalnızlık onun kalemiyle edebiyattaki yerini buldu: Yusuf AtılganYalnızlık onun kalemiyle edebiyattaki yerini buldu: Yusuf Atılgan

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.