Türkiye’de çoğu insan adını eski ABD Başkanı Barack Obama romanı ‘The Anthropologists’i tavsiye ettiğinde duydu Ayşegül Savaş’ın. Hiçbir kitabı Türkçeye çevrilmemişti, İngilizce yazıyordu. Romanlarını ve edebiyatını BBC Türkçe’ye anlattı.
Ayşegül Savaş ilk duyunca tanıdık bir isim gibi duruyor; çünkü hem Ayşegül en yaygın kadın isimlerinden biri hem Savaş en yaygın soyadlarından biri.
Ama “Romancı Ayşegül Savaş” denince tanımadığınızı anlıyorsunuz; çünkü öyle bir romancı bilmiyorsunuz. Oysa Ayşegül Savaş iyi ve önemli bir romancı. İngilizce yazıyor, hiçbir kitabı Türkçeye çevrilmediği için burada onu kimse tanımıyor.
Zaten ismini ve romancı olduğunu eski ABD Başkanı Barack Obama’nın “2024’te okuduğum favorim kitaplarım” listesinde The Anthropologists-Ayşegül Savaş satırları yer alınca öğrendi çoğu kimse. Bu liste ilk yayınlandığında 10Haber’de Ayşegül Savaş’ı tanıtmıştık ama bugün BBC Türkçe’den Mere Kara-Kaşka’nın onunla konuşarak yazdığı profil yazısı geldi. Bu yazıyı aynen yayınlıyoruz:
ABD’nin eski başkanı Barack Obama, 2024’te en sevdiği kitapların listesini yayınladığında aralarında Ayşegül Savaş’ın son romanı The Anthropologists de vardı.
Roman, dünyanın en önemli edebiyat dergilerinden New Yorker ve popüler Time dergisinin 2024 listelerinde de yer aldı.
The Guardian gazetesi kitabı okuyucularına önerirken “Modern yaşam ve modern aşk üzerine bilgili ve zarif bir meditasyon” betimlemesi yaptı.
The New York Times romanı tavsiye ederken “büyüleyici” dedi.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ayşegül Savaş, üçüncü kitabının bu denli ses getirmesinin kendisi için sürpriz olduğunu söylüyor.
İngilizce yazan Savaş, The Anthropologists’i “günlük hayat ve günlük hayatın ufak mutlulukları üzerine ‘sessiz’ bir kitap olarak” tanımlıyor.
“Benim gözlemlediğim kadarıyla böyle kitaplar genellikle küçük bir okur kitlesine ulaşır” diye ekliyor.
İstanbul’da doğan Ayşegül Savaş, diplomat bir ailenin çocuğu olarak Adana, Ankara, Londra ve Kopenhag’da yaşamış.
Lise eğitimini almak için tekrar İstanbul’a dönen Savaş, ABD’nin Vermont eyaletindeki Middlebury College’da antropoloji ve sosyoloji okumuş.
Bir süre San Francisco’da çalıştıktan sonra 2012 yılında Litvanyalı eşiyle Paris’e taşınmış.
Savaş hem yazarlığının hem de son kitabının bu deneyimlerden etkilendiğini söylüyor.
The Anthropologists, Savaş’ın eşiyle birlikte sekiz sene Paris’te yaşadıktan sonra daha kalıcı bir düzene geçmeyi düşündükleri döneme dair deneyimlerinden yola çıkıyor.
Okurlar, Asya ve Manu’nun iki yabancı olarak yaşadıkları isimsiz bir kentte, kendilerini ait hissedecekleri bir ev alma yolculuklarına tanık oluyor.
Kitap Asya’nın bakış açısıyla günlük hayat, yeni ilişkiler, yeni mekanlar ve geride bırakılanlara dair karmaşık birçok soru ve gözlemi aktarıyor.
Savaş, kitabın merkezinde yer alan konulardan biri olan ev arayışının biyografisiyle kesişimine dair şunları söylüyor:
“İlk defa Paris’te uzun vadeli yaşayacağımızı idrak etmiştim. İstanbul dahil hayatımda beş seneden fazla hiç bir yerde yaşamamıştım; ömrümün sonuna kadar bir yerden ötekine gideceğimi düşünürken, birden emlakçılarla görüşüyorduk.
“Halbuki biz buraya çok gençken, hayatın bize apaçık göründüğü dönemlerde taşınmıştık. Peki bir yerde temelli yaşamak ne anlama gelirdi? Buradaki ‘aile’miz kimlerden oluşacaktı? Hayatımızın ritüelleri, gelenekleri ne olmalıydı? Dilini düzgün konuşmadığımız bir ülkede yaşlanmak bize ne hissettirecekti?
“Karakterlerim de benim gibi sorumsuz gençliklerini arkalarında bırakmak üzereydiler. Bu kısacık, bilinmezliklerle dolu ve çok eğlenceli dönemi kaybolmadan bir romanda korumak istedim.”
Farklı şehirler ve ülkeler arasında hareketli bir hayatı olan Savaş, küçük yaşlardan itibaren edebiyatın kendisi için bir sığınak olduğunu söylüyor.
Savaş’ın geçmişte yaşadığı ve bugünkü Ayşegül’ün dünyaya bakışını şekillendiren ana olayların neler olduğu sorusuna verdiği yanıtta, ”Küçük yaşta, dilini konuşmadığı bir ülkeye taşınıp, çekingen bir çocuk olduğu için kitaplarda kendine arkadaş bulmak” da var.
Diğerlerini, ”karizmatik, çelişkili, komik, sırlar ve küskünlüklerle dolu bir geniş aileye doğmak; üniversiteyi aile ve ülkesinden uzakta, dağ başında bir kampüste geçirerek kendi kimliğini ‘yaratma’yı tatmak, hayat arkadaşıyla tanışmak; koşmaya başlamak ve anne olmak” diye sıralıyor.
38 yaşındaki yazar bugün ”Bir kitap veya hikaye yazarken kendime kısa süreli bir ev inşa ettiğimi hissederim” diyor ve ekliyor:
”Sonra kitap biter, evsiz kalırım, ve uzun bir arayıştan sonra bir sonraki evime taşınırım.
”Kendi kendime inşaa ettiğim bu barınakların yanısıra bir de kitap okumanın bana açtığı kapılar vardır. Kendi yazılarımın sunduğu geçici korumanın tersine, edebiyat sığınakları kitap bittikten sonra da varlıklarıyla beni emniyette hissettirirler.”
Savaş’ın edebiyatını BBC Türkçe’ye değerlendiren Boğaziçi Üniversitesi Batı dilleri ve edebiyatı bölümünden akademisyen Deniz Gündoğan İbrişim, yazarın The Anthropologists ile kimlik inşa etmenin ne demek olduğunu sorguladığını söylüyor:
“Tam da bu nedenle, Fransa’da yaşayan bir Türk’ün içkin göçmen deneyimi üzerine bir hikayeden çok daha evrensel bir ev arama hikayesini okuyoruz.
“Gençliğin türlü hallerinden geçerek kimi zaman bir arkadaşta, kimi zaman bir belgeselde ve sanatın kendisinde, kimi zaman ise bir mekânda ev kurulabilir ve hayattaki tüm detaylar önemlidir.”
İbrişim, The Anthropologists’in edebiyata dair “Hayatın önemsiz görünen, dikkate alınmayan ve hatta atılmış ögelerini kucaklayan” yaklaşımın “bir kutlaması gibi ” olduğu yorumunu yapıyor.
Gerçekten de Savaş’ın son kitabının dokusunu modern hayatın ritüellerine dair detaylar oluşturuyor.
Ayşegül Savaş, bunların esin kaynağının romanı yazdığı sürede eşi ve kendisi gibi farklı kültürlere ait, aralarında iki, üç, hatta dört dil konuşan arkadaşlarının hayatlarındaki ritüelleri olduğunu söylüyor:
“Pizza ısmarlayıp dizi izlemekten sabahları birbirlerine rüyalarını anlatmaya, günün ilk kahvesini içmeye kadar verdikleri renkli cevapları ben de karakterlerimin hayatına keyifle ekledim.”
Savaş ayrıca bugüne kadar yazdığı tüm kitapların “kimliklerimizin katmanlarıyla” ilgili olduğunu söylüyor:
“İnsan olarak temel özelliklerimizden biri kültür yaratabilmemiz, ve kültürlere adapte olabilmemizdir. Bu çok basit kapasitemizi, hepimizi çok korkutan ‘yabancılaşma’ olarak değil de klasik antropologların incelediği egzotik kabileler gibi incelemek benim için çok eğlenceli oldu.”
Ayşegül Savaş’ın yazılarında ortak olan bir diğer öğe de ana karakterlerin iç dünyasına aldığı mesafe.
BBC Türkçe’ye konuşan yazar ve edebiyat eleştirmeni Kaya Genç, Ayşegül Savaş’ın da başvurduğu “hakkında az şey bilinen” karakterlerin gözünden “bütün dikkati dışarı çeviren” anlatımın, çağdaş dünya edebiyatı için bir “perspektif kırılımı” olduğunu söylüyor:
“Proust gibi yazarlara baktığımızda insanın kendi hayatıyla, kendi geçmişiyle, bilinciyle en derinine kadar inmesi söz konusuyken, burada adeta yokmuş gibi. davranıp bütün dikkatin aslında dışarıya yönelmesi sözkonusu.”
Deniz Gündoğan İbrişim ise Savaş’ın edebi hikaye anlatıcılığında yenilikçi yanlardan birinin, “Çoğu göç, göçmenlik ya da mültecilik anlatılarında, göçmen romanlarında görülen merkez ve çeper modelinden uzaklaşması ve ona meydan okuması” olduğunu söylüyor.
“Bunun aksine [Savaş] çoklu merkezler, çoklu çevrelere doğru yöneliyor. Savaş’ın metinleri hareket etme, dönüşme etrafında şekillenen bir edebi soy ağacı gibi. Bunu en yoğun örneğini The Anthropologists’te görüyoruz. Romandaki doğa yürüyüşleri, gece geç saatlerde yapılan sohbetler ve bir dizi ev turu daimi bir hareket evreni sunuyor okura…”
Savaş’ın hikayeleri uzun yıllardır The New Yorker, The Paris Review, Los Angeles Review of Books, Granta gibi prestijli edebiyat dergilerinde yayımlanıyor.
İlk romanı Walking on the Ceiling ise 2019 yılında yayımlandı.
Bundan iki yıl sonra ikinci romanı White on White okurlarla buluştu.
2024’te The Anthropologists romanının yanı sıra lohusalık dönemini anlatan The Wilderness kitabı yayımlandı.
Savaş’ın kitapları bugüne kadar altı dile çevrildi.
The Anthropologists önümüzdeki yıllarda Türkiye’de de yayımlanacak. Ancak tarihi henüz belli değil.