ABD’li mağaracı Mark Dickey’nin Morca Mağarasından kurtarılması ile gündeme gelen mağaracılık sporu, çoğu insanda merak ve kimi zaman da korku uyandırıyor. Soğuk, karanlık, dar, çamurlu bir ortam. Yukarıdan taş düşmesi riski var. Sel riski var. İçeride uçurumlar, çöküntüler var.
Ucunda maddi kazanç yoksa, insan böyle bir yere niye girer? Böyle bir şeyi niye yapar? BÜ Fizik Bölümü öğretim üyesi Arkadaş Özakın 9 soru cevapta mağaracılık sporunu yazdı. Kendisi de BÜ Mağara Araştırma Kulübü'nden yetişmiş 30 yıllık bir mağaracı.
Tüm fotoğraflar: Yaman Özakın
Şaşırtıcı belki ama dünyada hala keşfedilmemiş, gizemli yerler var. Çok uzağa da gitmeden, yeni kıtalar peşinde denizlere açılmadan.
Örneğin Kırklareli’nde bir ormanda, neye benzediği dışarıdan pek de anlaşılmayan acayip bir mağaranın derinliklerinde yürürken, günlük hayatta hayal bile edemeyeceği bir tecrübe yaşayabiliyor insan. Mistik bir yanı da olan, atalarımızın muhtemelen daha sık yaşadığı bir tecrübe. Kafadaki fenerin ışığı, zümrüt yeşili bir yeraltı gölünün üzerinde parıldayıp uzaklara doğru kaybolurken, ışığın gücünün yettiği son noktanın ötesindeki koyu ve derin karanlık, basit ama esaslı bir soru sorduruyor insana: Orada ne var?
İnsanın kendi derininden, en ilkel yerlerinden çıkan bir soru bu. O görüntüyle karşılaşan herkesin aklında beliriveriyor.
O karanlığa doğru yürüyüp bu sefer daha da ilerideki karanlığa bakınca, kimi zaman hiç beklenmedik bir anda bir sarkıtla-dikitle, bir uçurumla, gölle, şelaleyle karşılaşınca, yerin altında, dağın içinde, yıldızsız, kapkara bir göğe doğru yükselen koca kayaların, devasa duvarların dibinde kendini ufacık bir böcek gibi hissedince, insan bunun müptelası oluyor.
Benzerlikleri var ama mağaracılık, dağcılıktan farklı bir disiplin. Amacı başka, teknikleri, yaklaşımı başka. Sportif bir yanı elbet var ama asıl amaç, keşif. Dağcılar kendilerine belirledikleri oyun kurallarına uyarak yükseklere ulaşmaya çalışıyorlar. Mağaracılar için ise oyun, bilinmeyene ulaşmak.
Mağaracılıkta ipler, düşeni yakalayacak bir emniyet olmanın ötesinde, merak edilen yerlere erişmek için doğrudan araç olarak kullanılıyor. Yukarılara ya da aşağılara ulaşmak için, dağcılıkta hoş görülmeyecek türlü numaralar da yapabiliyor mağaracılar. Bu yüzden bu iki alanın kullandıkları malzemeler, ipler, eğitimler, hep farklı.
Bu sporun adı: Mağaracılık. Sporcunun adı: Mağaracı.
Çoğunlukla bir grup sporu mağaracılık. Büyükçe arkadaş grupları ile gidiliyor etkinliklere. O zorlu ortamda, yerin yüzünden ayrılıp adeta bir başka aleme birlikte girince, zoru, acıyı, çamuru, soğuğu ve işin doğrusu türlü sefilliği birlikte yaşayınca, farklı tip bir yakınlık oluşuyor insanların arasında. Bu yakınlık, birbirini yeni tanıyan, hatta hiç tanımayan mağaracılar arasında da kolayca kurulabiliyor.
Bir mağaracı yerin altında mahsur kaldığında, dünyanın dört bir yanından mağaracıların işini gücünü bırakıp yardıma gelmesi, belki bundan.
Keyiflerine de düşkün insanlar mağaracılar. Kamp yerlerinde, ateş başında, bol bol yiyip içip muhabbet ediyor, birbirlerine mağara anıları anlatıp, şakalaşıp gülüyorlar. Sıklıkla, tuhaf, farklı merakları oluyor. Mağarada kurulan dostluklar, ömür boyu sürüyor.
İlk akla gelen sorular hep bunlar oluyor. İnsan yapısı kovuklarda, madenlerde ve kimi köhne çöküntülerde, temiz hava/zehirli gaz sorunu olabiliyor. Ama mağaracıların ilgi alanı, böyle yerler değil. Onlar suyun açtığı, doğal yapılı mağaralara giriyorlar ve buralarda çoğunlukla güçlü bir hava sirkülasyonu oluyor. Özellikle büyük mağaralarda, mağaranın nereden devam ettiğini bulmak için hava akışını takip etmek, sık rastlanan bir yöntem. O yüzden istisnai durumlar dışında hava sorunu olmuyor.
Yeryüzü canlıları, mağaraların derinlerinde yaşayamıyor. Nadiren de olsa suyun açtığı bir mağaranın girişini kendine yuva olarak kullanan hayvanlar olabiliyor ama bu da sık rastlanan bir şey değil. Binlerce faaliyetin yapıldığı Türkiye mağaracılık tarihinde mağarada bir ayı ile karşılaşma vakası bir-iki tane olsa gerek (ateş başlarında çok anlatılan bir tanesinde, ayı mağaracılardan, mağaracılar da ayıdan kaçıyor).
Bu soru, ne yazık ki çok sayıda insanın aklına geliyor. Soru olarak gelmenin ötesinde, mağaralarda türlü hazinelerin olduğuna dair bir yanlış inanış, ülkemizde ne yazık ki çok yaygın. Birçok doğal mağaranın kaya oluşumları ve güzellikleri, zaman içinde define arayan yurttaşlar tarafından tahrip ediliyor. Bir yerdeki güzel bir sarkıt, farklı bir kaya, “define emaresi” olarak görülüyor ve içindeki “hazineye” ulaşmak için kırılıyor.
Mağaracılığın ilgi alanına giren doğal mağaralar, eski insanların ilerleyebildiği ortamlar değil. Nadiren de olsa bir mağaranın sığınak olarak kullanılabilecek, girişe yakın bölgelerinde çömlek kırıkları, vb. kalıntılar olabiliyor. Ama büyük mağaraların derinlikleri, insanların ulaşıp “hazine” bıraktığı yerler değil.
Değil. (Hep de “üçüncü” derler!) Mağaralar, farklı kriterlere göre sıralanıyor. Bunlardan biri “uzunluk”, bir mağaranın tüm kolları ile birlikte toplam uzunluğu. Türkiye’nin bilinen en uzun mağarası olan Isparta’daki Pınargözü Mağarası, yaklaşık 9 km uzunluğunda. Dünyanın en uzun mağarası ise ABD’deki Mammoth Mağarası. Bunun uzunluğu ise 686 km.
“Derinlik” ise mağaranın bilinen en yüksek ve en alçak noktaları arasındaki kot farkı olarak tanımlanıyor. Türkiye’nin bilinen en derin mağarası, 1429 metre derinliği ile Mersin’deki EGMA/Peynirlikönü Düdeni. Dünyanın bilinen en derin mağarası ise Gürcistan’ın 2223 metre derinliğindeki Veryovkina Mağarası.
Bu kadar uzun ve derin mağaralardaki çalışmalar, “bir girip çıkarak” yapılamıyor. Mağaracılar, mağara içinde muhtelif kamp noktaları belirleyerek, kimi zaman günlerce mağaranın içinde kalıyorlar. Bu, ciddi teknik hazırlık ve lojistik planlama gerektiriyor.
Medikal düzeyde klostrofobi (kapalı yer korkusu), elbet ciddi bir şey. Öyle bir durumunuz varsa, evet, mağaralar size göre olmayabilir. Ama hemen her insan dar yerlerden bir derece rahatsız olur. Tecrübeli, yetkin mağaracıların da birçoğu, ilk girdikleri mağaralarda ortamdan, karanlıktan, varsa dar yerlerden ürkmüşlerdir. Başta kendini çok zorlamadan, içinde rahat hissedilen mağaralarda vakit geçire geçire, insan kendi sınırlarını tanımaya başlıyor ve bu işin kendine uygun şeklini seçiyor.
Mağaralar çeşit çeşit. İçinde sürünerek ilerlenen mağaralar olduğu gibi, bir metro galerisi kadar geniş olanlar da var. Baştan sona yürünerek gidilebilen mağaralar kadar, iplerle uçurumlardan sarkmayı gerektiren yerler de var. Bir sağlık sorununuz yoksa, nasıl ilerlediği baştan bilinmeyen bir yere girmek gibi bir merakınız da yoksa, keyfinize göre mağaraları seçip mağaracılığı size uygun şekliyle yapmak mümkün.
Mağaraları turizme açmak, onları daha geniş kitlelerin tecrübe etmesine olanak verebiliyor. Ancak mağaralar çok hassas ortamlar. Milyonlarca yıldır bozulmadan kalmış bir doğa harikası, içine dökülen betonla, fazla ısınan, aşırı parlak ampullerle, çok kısa süre içinde tüm özelliğini kaybedebiliyor. Ülkemiz bu şekilde bozulmuş, yosun kaplı, kötü kokulu, sevimsiz ve acıklı “turistik” mağaralarla dolu.
Bir mağaranın turizme açılmaya uygun olup olmadığına karar vermek ve açılacaksa bunu mağaranın kırılgan yapısını olabildiğince az bozarak yapmak, bir uzmanlık alanı teşkil ediyor. Türkiye Mağaracılık Federasyonu bünyesinde bu konuların uzmanları mevcut.
Malzemeden önce, bir eğitim gerekiyor. Elinize malzemeyi alıp mağaraya girerseniz, ilk girişte başınıza bir şey gelmeyebilir. Ama yerin altındaki bu büyülü ortam, art arda gelen ufak tersliklerle bir anda insana hayatı zehir eden, hatta ölümle sonuçlanan olaylara sahne olabiliyor. Tüm dünyadan mağaracılar, yıllar içinde yaşanan kazalardan, kötü olaylardan çıkarılan derslerle, mağarada güvenli hareket etmenin, tehlikelere karşı önlem almanın bir sistematiğini oluşturmuş durumdalar. Diğer yandan, bu kırılgan doğa harikası yerlerde olabildiğince az tahribat yaratarak ilerlemek de bir eğitim işi.
Bu eğitimler Türkiye Mağaracılık Federasyonu bünyesindeki derneklerde ya da köklü üniversite kulüplerinde veriliyor. Mağaracılık hakkında daha detaylı bilgi de Federasyon sayfasında mevcut. Meraklıları yeraltına ve ateş başına bekleriz!