Medya ve pazarlama sanatın üzerindeki gücünü artırıyor. Yazar Gündüz Vassaf "Günümüzdeki kadar düzene uyumlu ve uyuşuk bir sanat olamaz" diyor. Sanat Vassaf 'ın dediği gibi "düzenin afyonu" mu, gezegenimiz alarm verirken bizi oyalıyor mu?
Yalan yok, Barbie filmini sevmedim, sevmediğimi de yazdım. Ödül sezonunda olduğumuzdan, Barbie gene gündemde. Bu hafta Oscar adayları açıklandığında Ken’i oynayan Ryan Gosling aday gösterilip yönetmen Greta Gerwig ve Barbie’i canlandıran Margot Robbie aday gösterilmeyince yer yerinden oynadı. Kimse film ne anlatıyor anlamamış mıydı? Bu film patriyarkinin suratına bir tokat atarak, dev bir toplumsal aydınlanmaya sebep olmamış mıydı?
Keşke her şey böyle basit olsa. Yine de bu polemik dev bütçeli pazarlama kampanyası ile zirveye taşınan filmin ekmeğine yağ sürmüş olsa gerek.
Barbie’nin feminizme değil kapitalizme işaret ettiğini ve esas kazananın Barbie’nin üreticisi ve filmin destekçisi Mattel olduğunu unutmayalım. Forbes’da yayınlanan bir habere göre Mattel yöneticileri Barbie filmi sayesinde satışların yıllarca yukarı doğru gideceğini öngörmüş.
Oscar ile ilgili sosyal medya postlarından gına gelse de, Oscar adaylarını açıklayan Academy of Motion Pictures Arts and Sciences, Annette Bening ve Jodie Foster’ı Nyad filmindeki rolleriyle aday göstererek yine de mutlu etti.
Nyad, 64 yaşında Florida Boğazı’nı yüzerek geçen Diana Nyad’ın bu zor işi nasıl başardığını ve en yakın arkadaşı Bonnie Stoll’un bu başarıdaki rolünü anlatıyor. Nyad ve Stoll’un gay olmalarının malzeme edilmemesi, Foster ve Bening’i doğal, makyajsız, estetiksiz ve yaşlarının güzeli olarak izlemek, bu sakin filmin tatlı taraflarıydı. Güzellik dayatması, kapsayıcılık, ‘agism’ gibi büyük harfli laflara ihtiyaç duymadan, kadın dostluk ve dayanışmasını izlemek güzeldi.
Margot Robbie’i aday göstermeyen de, bu iki oyuncuyu aday gösteren de aynı Akademi. Her yerde komplo, her durumda ahlaki üstünlük taslama fırsatı arayan bakış, bizleri de şaşı ediyor.
Müthiş bir içerik bombardımanı altında olduğumuz bir gerçek. Ödül gibi mekanizmalar bir “üst zevkin” seçimleriyle bize bu bombardımanda yol gösteriyor, zaman kazandırıyor, değerli vaktimizi doğru yerlerde harcamamıza yardımcı oluyor diye düşünebiliriz.
Ama ne yazık ki giderek bu “üst zevk” üst olmaktan çıktı, hem pazarlamanın ezici gücü hem birtakım kutulara tik atma telaşı ile biçimleniyor; artık pek liyakat odaklı değil, hep bir gündemi var. Sivri uçlar törpüleniyor, sürekli ortalama ve sığlık dayatılıyor, tüm bunlardan kaçınmak, iyiyi, güzeli bulmak giderek daha fazla irade gücü gerektiriyor. Bize gösterilene razı gelmek, ona mahkûm olmak bazen daha kolay.
Tüm bunları düşünürken karşıma ArtDog Istanbul’un Vasat Dünya, Vasat Sanat konusunu işleyen yeni sayısı çıktı. Editör Şebnem Kırmacı’nın yazdıkları çarpıcı: “Vasatlığın kol gezdiği, sergilerin ve sanat eserlerinin ışıltılı parti karelerinin ardında fon olarak kaldığı bir ortamın her geçen gün daha da yaygınlaştığı bir dönemdeyiz.”
Kırmacı, “iyi ve kötüyü ayırt etmenin neredeyse imkansızlaştığı bir sirk ortamında “Gördüklerimiz Ne Oranda Hakikati Verir” başlıklı yazıya göz atmamızı öneriyor. Güzel soru, atacağım.
Aynı sayıda Gündüz Vassaf ile de bir söyleşi var. Vassaf söyleşide şöyle demiş: “Günümüzdeki kadar düzene uyumlu ve uyuşuk bir sanat olamaz. İngilizler zamanında Çin’le ticari dengelerini düzeltmek için savaş açarak, bu ülkeye zorla afyon sattılar. Günümüzde sanat düzenin afyonu gibi. Gezegenimiz alarm verirken bizi oyalıyorlar. Üstüne para da verip düzene uyumlu oportünist bir sanatın şakşakçısı, tüketicisi, bağımlısı olduk.
İyi güzel roman yazıyorsun da bir bozacının hayatını anlatırken insan merak etmez mi bu bozacının dünyasında, ülkesindeki iktidarda kimler vardı, sorunlar neydi, o sorunlar bozacıyı nasıl etkiledi diye. Bunlar filmlerimize, romanlarımıza girmez oldu artık.”
Vassaf, uygun pası attı. Lafı edebiyata getirelim. Vassaf, bozacı ile Orhan Pamuk’un romanı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ı mı kastediyor acaba? Bir zamanlar “düzene uyumlu oportünist sanat” bağlamında Orhan Pamuk ve Elif Şafak ne çok konuşulurdu. Orhan Pamuk benim hemen her kitabını okuduğum bir yazar. Elif Şafak ise öyle değil.
‘Mahrem’i okuyup beğendiğimi, ‘Siyah Süt’ü ise beğenmediğimi, bir-iki kitabını da başlayıp bıraktığımı hatırlıyorum. Şafak’ın imajı bende kitaplarının önüne geçti. Nil Karaibrahimgil’in klibinde oynadı, İskender kitabının kapağında erkek olarak poz verdi, TED Talks yaptı. Bende kendi pazarlamasının fazlasıyla bilincinde bir yazar izlenimi yarattı, kitapları siyaseten doğrucu temaları sıradan elden geçiriyor gibi duruyordu, soğudum ve okumadım. Neticede bu tercihimi kitapları dışındaki faktörler de etkiledi.
Artık eserler kadar, eserleri yaratanların da bize sunulduğu bir dünyadayız. Okuma, kendini ve dünyayı tanıma ve anlamlandırma üzerine bir serüven, bu serüvene kendi gerçeğimizin içinden ve dışından ne kadar çok ses eşlik ederse o kadar iyi.
Bu serüven, sadece edebi başyapıt okumak anlamına gelmez, çok satan da okunur, kişisel gelişim kitabı veya sıradan bir roman da. Yeter ki vasat bize başyapıt diye dayatılmasın, dar gündemlere hapsolmayalım, ayarlarımızla oynanmasın.
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı