Mustafa İspir, gençliğin merdivenlerini 'Hayatın anlamı nedir' sorusuyla tırmandı. Şimdi 40'lı yaşlarında durup etrafına bakıyor ve yeni sorular görüyor. Neyse ki artık bir cevap bulmak için acelesi yok, hatta belki cevaplara gerek bile yok.
Bu yazı bazılarınıza uzak, bazılarınıza çok derinden tanıdık gelebilir. Gençliğimin önemli bir kısmı anlam arayışıyla geçti. Zülfü Livaneli’nin yazıp bestelediği türkü, Sivas katliamında daha 22 yaşındayken hayatını kaybeden Hasret Gültekin’in sesiyle her adımımda beni izleyen bir gölge gibiydi.
“Bir insan ömrünü neye vermeli / Tükenip gidiyor ömür dediğin / Yolda kalan da bir yürüyen de bir / Savrulup gidiyor ömür dediğin”
Anlam arayışı üzerine konuşurken, Viktor E. Frankl’ın ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı eserinden bahsetmeden olmaz. Frankl, Nazi toplama kamplarındaki koşullara rağmen, anlam bulmanın insanları hayata nasıl bağladığını etkileyici bir şekilde anlatır. Her bireyin anlamının kendine özgü olduğunu vurgular.
İnsan hayatın anlamını farklı şekillerde bulabilir. Kimi bu anlamı sevdiklerine hizmet ederek, kimi doğayla olan bağını güçlendirerek, kimi bir yeteneğini geliştirerek, kimi ise belirli bir hedefe ulaşmaya çalışarak yapar bunu. Anlam arayışı, kişiden kişiye farklılık gösterebilir ve genellikle yaşam boyunca değişir ve gelişir.
Benim anlam arayışımda hep bir ortak tema vardı: Aç çocukların doyurulması, tacizlerin önlenmesi, fakirlikle mücadele, kimliklerin özgürce yaşanmasının önündeki engellerin kaldırılması, savaşların son bulması. Kısacası, ‘kimsesizlerin kimsesi olmak’ ve ‘özgürlük’.
Terapi seanslarında bu konu zaman zaman gündeme gelir. Çocukluğum, içinde aşırı fakirliğin de olduğu sert koşullarda geçti. Bir keresinde psikoloğum aklımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti: “Senin gibi sert koşullarda büyümüş çocuklarda gördüğümüz iki türlü baş etme mekanizması oluyor. Bazıları kurtarıcı bir lider ararken, bazıları diğerlerini kurtararak kahraman olma arayışına giriyor. İlk gruba ‘mazlumlar’, ikinci gruba da ‘kahramanlar’ deriz. Sen zor koşullarla başa çıkarken kendini kahramanlık yapma arayışıyla özdeşleştirmişsin. Bu, iş yerinde iyi bir lider ve yönetici olmanda etkili oluyor. Örneğin, ekibinin mutluluğunu kendi mutluluğun gibi benimsiyorsun.”
“Kahramanlık ne kadar güzel bir anlam, vatana millete etrafına faydalı olursun” diye düşünüyor olabilirsiniz. Halbuki burada çok temel bir sorun var: Aynı çabayı kendi mutluluğum için harcamayı ihmal ediyorum, bu beni zaman zaman aşırı stres ve tükenmişlik sendromunun kıyısına getiriyor. Öylesi bir yaşam da sürdürülebilir değil.
Bu konuya güzel bir örnek olarak abimi verebilirim. Abim koca yürekli bir kahraman. Henüz 18 yaşındayken tüm ailenin sorumluluğunu üstlenip bizi okuttu. Abime sık sık meditasyondan bahsederim. Derin bir sohbette bir gün, “Mustafa, boşver. Ben meditasyon yapmam. Benim meditasyon yapmamın kime ne faydası olacak” dedi. Altında yatan temel inanç şuydu: Kendi mutluluğum için çaba harcamak diğerlerine bir fayda sağlamaz. O zaman bir anlamı yoktur. Peki gerçekten öyle mi? Bu önemli konuyu soru işareti olarak size bırakıyorum. Gelin biz anlam arayışına devam edelim.
Meditasyon deneyimlerim, anlam arayışımda da bana açılımlar sağladı. Bir bilgiyi sadece entelektüel olarak bilmekle, o bilgiyi içselleştirerek anlamak arasında büyük bir fark vardır. Bu farkı örneklemek için çocukların sobayla ilişkisini düşünelim. “Elini sürme, acır” dediğimizde bu bilgi çocuğun zihninde sadece entelektüel bir bilgi olarak durur. Ancak, elini sobaya değdirerek yakmış bir çocuk için bu bilgi içselleştirilmiştir. İçselleştirilmiş bilgi, anlık kararlarımızı yönlendirebilir. Meditasyon sayesinde düşüncelerimizi inceleyerek ve deneyimlerimizi gözlemleyerek bir bilgiyi daha derinden idrak edebiliriz. Bir bilginin, derinlemesine içimize sinmesinin hayatta birçok karşılığı var. Buna örnek olarak, içimdeki kahramanın beni hangi yöne doğru ittiğinin idrakını anlatayım.
Bir meditasyon sırasında, içimdeki heybetli kahraman ile muhabbete oturdum. Muhabbet derinleştikçe o koca ve yıkılmaz kahramanın içindeki kırılgan çocuk kendini göstermeye başladı. O kırılgan çocuğa senin için ne yapabilirim diye sordum. “Kimsenin bana zarar vermesini istemiyorum” dedi. Bir de sırtımı okşayıp, “Aferin” der misin bana diyerek devam etti. İçimdeki yetişkin de muhabbete katıldı. O çocuğu kucakladı ve seni çok seviyorum, her zaman da senin yanında olacağım diyerek konuyu temelinden yakaladı.
Kahramanlık arayışı demişken, bunun tehlikeli yanına da kısacık değinmek istiyorum. Tarih ve günümüz “mazlum” bir geçmişten gelerek kurtarıcı olma hayaliyle büyülenmiş zalim lider örnekleriyle dolu. Dilerim geleceğin liderleri, kahraman rolünü benimserken yukarıda bahsettiğime benzer bir iç yolculuktan geçerler.
Kırılgan çocuk ile yapmış olduğum temas daha özgün bir yaşamın kapılarını araladı. “Bir insan ömrünü neye vermeli?” Belki de bu sorunun tutarlı bir şekilde formüle edilmiş bir cevabı yoktur. Belki de anlam, entelektüel bir bilgi değil, hayatı bütün belirsizliği ve de gizemiyle, acısı ve de büyüsüyle karşılamaya hazır merak dolu sevgiden beslenen bir histir.
Belki anlam arayışına bir cevap bulmak için çabalamak yerine tam da şu anda olanları merakla izleyemeye başlayabiliriz. Aklınızdan neler geçiyor? Bedeninizde neler oluyor? Çevrenizde neler oluyor? Size şu anda kim, ne anlatıyor? Siz şu anda kime, neyi anlatıyorsunuz? Size tam şu anda iyi gelecek ne yapabilirsiniz? Tam şu anda başka birine iyi gelecek ne yapabilirsiniz?