Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz’un detaylarına henüz hakim olamadığımız atışmasının "düzeysiz" olduğunu düşünüyorsanız, bir daha düşünün. Yalnızca sinema değil bütün sanat dünyası bu tip örneklerle dolu.
Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz’un atışmasına filmlerini izleyen izlemeyen herkes kendini kaptırdı. Ne diyelim hayaller Oscar, hayatlar magazin. Ama “işte Türkiye’nin çapı,” “adam Cannes jürisine lavuk dedi” diyenler kendini kandırmasın, dünyada bu tip kapışmaların bini bir para. İşte benim ilgi alanımdan, edebiyattan, birkaç örnek.
Hemigway ve Faulkner modernizmin iki önemli yazarı. Gelin görün ki bu, Faulkner’ın Hemingway’e “kavgada söylenmeyecek” sözler sarf etmesine mani olmamış. 1947 yılında Faulkner, Mississippi Üniversitesi’nde bir derse konuk olur. Derste çağdaşlarıyla birlikte kendi yazarlığını değerlendirmesi istenir, Faulkner da bir sıralama yapar.
Bir numaraya Thomas Wolfe’u, iki numaraya kendini koyar. Üç numarada John Dos Passos, dörtte ise Hemingway vardır. Hemingway için şunları söyler: “Cesareti yok, risk almıyor. Okuyucunun sözlüğe bakmasını gerektirecek herhangi bir sözcük kullandığı görülmedi.”
Hemingway ise Faulkner’a gecikmeli de olsa cevap vermekten geri durmaz: “Zavallı Faulkner. Gerçekten büyük duygular büyük kelimelerden mi gelir sanıyor? 10 dolarlık kelimeleri bilmediğimi zannediyor herhalde. Bilmez olur muyum? Ama daha eski, daha sade, daha iyi kelimeler var ve ben onları kullanıyorum. Son kitabını gördünüz mü? Artık tamamen sosa bulanık yazıyor. Oysa bir zamanlar iyiydi.” Vay gidi vay. Sosyal medya çağında olsalar, ortalık yıkılırdı.
Hemingway mi, Faulkner mı deseniz, oyum Hemingway’den yana olur. Kelime ekonomisindeki güzellik, hikayenin esas yazılmayan ve söylenmeyende vuku bulması… Hemingway’in ‘Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler’ öyküsü bu hususlarda bir “masterclass.”
Will Smith Chris Rock’a sahnede yumruk atmadan çok önce, Llosa Marquez’i dövmüş. İki olayın ortak noktası var: Kadın meselesi. Llosa ile Marquez esasında başlarda arkadaş. 1976’da bir sinema prömiyerinde karşılaşırlar, Marquez olağan şekilde Llosa’ya selam verir, bunun üzerine Llosa “Patricia’ya Barcelona’da yaptıklarından sonra bana ne cüretle selam veriyorsun” diyerek Marquez’i yumruklar.
Lithub’da Emily Temple’ın makalesine bakılırsa Llosa çapkınlık yapar, Llosa’nın eşi Patricia da Marquez’e akıl sorar. Marquez hem Patricia’ya boşanmasını tavsiye eder, hem de Patricia’yı tam olarak bilinmeyen bir şekilde teselli eder. Llosa ile Patricia barışıp, Patricia olan biteni Llosa’ya anlatınca, Llosa ilk gördüğü yerde Marquez’i pataklar. Sonradan her ikisi de Nobel alan Llosa ve Marquez, bu olaydan sonra bir daha birbirleriyle konuşmamış.
Nazım Hikmet’in pek çok edebiyatçıyla atışması var. Atışmaların temelinde, Sabiha ve Zekeriye Sertel’lerin dergisi ‘Resimli Ay’da yaptığı ‘Putları Yıkıyoruz’ isimli yazı dizisi yatıyor. Dergide “Sahte dehaları, kafamıza zorla dikilen putları yıkalım” diye yazar.
İlk itiraz ettiği “put” Abdülhak Hamit Tarhan olur. Daha sonra Yakup Kadri’yi de eleştirir. Yakup Kadri geri durmaz, Nazım için “Anadolu harbi sırasında düşmana karşı çıkmaktan ürkerek Maarif Vekaleti’ni dolandıran… iki vatansızdan biri” der. Bir grup gencin Serteller’in bürosunu basmasına sebep olan, epey fırtına koparan bu yazılar, Abdülhak Hamit Tarhan ve eşinin Nazım Hikmet’i çaya davet etmesine engel olmaz. Çay esnasında Tarhan, “biz Divan şiirini yıktık, siz de bizi yıkacaksınız” mealinde sözleriyle Nazım’ı öyle etkiler ki, Nazım takma isimle ‘83 Yaşında Delikanlı’ isminde şiir yazar. İşler, en azından bu iki yazar arasında, tatlıya bağlanır.
Kaynak: Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi
Ünlü edebiyat eleştirmeni Tahsin Yücel de sonradan Nobel alan Orhan Pamuk’u vaktiyle yerden yere vurmuştu anımsarsanız. Tahsin Yücel Kara Kitap için aynen şöyle yazmış: “Kimi yazarımızın öve öve bitiremedikleri bu kitabı alıcı bir gözle okumayı denerseniz, kötü çevirileri bile geride bırakan hantal anlatımı, tekdüze ve topal tümceleri günümüz Türkçesinin çok gerilerinde kalmış sözcük dağarcığı, sıradan imgeleri karşısında böyle bir kitabın yazarının ‘iyi yazar’ olarak nitelemenin olanaksız olduğunu görürsünüz.”
Bu laflar ortalığı epey karıştırmıştı. Ben Kara Kitap’ı severim. Postmodern roman anlatı normlarını zorlayan, çok katmanlı yapısıyla herkese göre olmayabilir, ancak Kara Kitap postmodernizmin dört dörtlük bir örneğidir. Öte yandan kaba lafları sevmem. Hasan Öztürk’ün t24’teki yazısına göre Orhan Pamuk ‘Kütüphanemle Aşk ve Nefret: Bazı Kitaplarımdan Nasıl Kurtuldum’ (Kitap-lık, Mart-Nisan 2000) yazısında, “kütüphanemin Türk edebiyatı raflarında, elli yaş ile yetmiş yaş arasında, doğuştan hayatı kaymış, yarı başarılı, yarı şaşkın, vasat, erkek ve kel yazarların kitapları hızla eksiliyor” derken Tahsin Yücel’i kastediyor.
Biz okurlar, sanatseverler sevdiğimiz eserleri yaratanları insan olarak da çok beğenmek istiyoruz. Ama insan halleri hele de bu sosyal medya ve kendini sürekli ifade etme çağında daha da gözle görünür oluyor, kimi zaman eserlerini bastırıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın Reha Muhtar tadında “az sonra” demesi tuhaf geliyor. Oysa o da alt tarafı bir insan, dolduruşa gelmiş olabilir, tepesi atmış olabilir, itidalli davranmak zorunda mı? Biz okurlar, izleyiciler olarak çizgiyi nerede çekeceğiz, bileti nerede keseceğiz? Kesmeli miyiz? Hoşgörü nerede, ne kadar gerekli? Bu soruları sormalıyız, çünkü elimizdeki esas güç dikkatimizi seçerek vermektir.
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı