Bu hafta bir akademisyenle tesadüfen yapılan sokak röportajı çok ses getirdi. Türkiye’de sosyal çürüme olduğunu söyleyen Burtek, acaba Romantizm ve Modernizm dönemlerinde yaşasaydı, benzer bir saptama yapar mıydı?
Geçtiğimiz günlerde Sokak Gazetesi isimli Youtube kanalı için sokak röportajı yapan genç, rasgele bir kişiye “Geçinebiliyor musunuz” diye sorunca, bu tip bir röportajdan beklenmeyecek bir saptamayla karşılaştı.
Yoldan çevirdiği kişi akademisyen Zeliha Burtek’ti ve Burtek şöyle dedi: “Bence Türkiye’nin başka bir gerçekliği var. Bu gerçeklik iktisadi gerçeklik değil. Türkiye’de sosyal çürüme var. Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. Bir sürü krizler görüldü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz.
Şu anda Türkiye’de sosyal çürüme var. Sosyal çürüme şu; etik denen şeyin yok olması. Etik yaşam felsefesi demek. Türkiye’de yaşam felsefesi kalmadı. Türk edebiyatını, Türk sinemasını, Türk tiyatrosunu düşünün. Bu edebiyatta, bu tiyatroda, sanatta, yazında ve düşünde hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya ya da kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama şu anda biz yavaş yavaş kültürel anlamda bütün ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek, başka bir toplum olduk.”
Göçmen kültürü ve mülteci kültürü sözlerinin mafya ve kara para aklama ile aynı gruba konmasına katılmamakla birlikte, Burtek’in neden bahsettiğini elbette anlıyorum.
İçinden geçerken pek çok değişim sert geliyor, zaten değişimler büyük tahribat yapıyor, bunun tarihte çok örneği var. Gelin bu sefer edebiyattan, tam da bu olguya yaslanan, iki örneğe bakalım.
“Gençlik, gençlerin elinde israf olur” sözüne katılmamak elde değil. Edebiyat okurken, bazı konuları hiç içselleştiremezdim. Bunların başında Batı edebiyatındaki Romantizm akımı gelir.
Ne de olsa 80’ler çocuğu olarak, kapitalizmin elinde güle oynana büyüdük. Hazır patates püresini ev yapımı patates püresinden daha iyi bir şey zanneden nesiliz. Ve Romantizm tam da bu üretme biçimine bir tepkidir. Bu akım, hızla endüstrileşme yoluna giren, giderek pozitivizme paye veren 19. yüzyıl dünyasında, doğayla insan arasındaki bağın kutsallığını vurgular, bu bağın tehdit altında olduğunu göstermeye çalışır, duyguların ve hayal gücünün akıldan önemli olduğunu savunur.
Romantikler de toplumun bir sosyal çürüme içinde olduğunu düşünüyorlar mıydı? Mutlaka. Özellikle endüstri toplumunun ortaya çıkardığı yeni tip şehirli fakir insanlar ve doğal kaynakların talanı Romantikleri üzüyor, rahatsız ediyordu. Samuel Coleridge’in 1798’de kaleme aldığı ünlü şiiri ‘Yaşlı Gemici’, bu bağlamda çok önemlidir. Bu uzun şiir, felaket dolu bir deniz yolculuğundan dönen yaşlı bir gemicinin, hikayesini genç bir delikanlıya anlatmasına dayanır. Yolculuğun bir aşamasını “Su, su her yerde, ama içecek tek damla yok” diye tarif eden şair, adeta bu günlere bir uyarı fişeği atar.
T.S. Elliot’ın ‘Çorak Ülke’si hem ürkütücü, hem büyüleyici. Bu modernist başyapıt, Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan çöküşü dile getirir.
Her şey kırılmış dökülmüştür, kaybedilmiştir, dünya çürümediyse bile çoraktır. Şiir birçok farklı kaynağa atıfta bulunan yapısıyla bir hazine avı gibidir. Budist metinlerden, Orta Çağ efsanelerine, İncil’den Shakespeare’e tüm kaynakları tespit ederek şiiri incelemek, sonsuz ödüller sunar.
Bir yandan da şiirin bütünlükten kaçınan, parçalanmış hali dünyanın ahval ve şeraitini yansıtabilecek tek estetik form gibidir. Çorak Ülke modern insanın içine düştüğü ruhani boşluğu dert edinir. Buradan kurtuluşun dünyevi istekleri frenlemekten geçtiğini ima eder. Çorak ülke tekrar verimine kavuşur mu, savaşın kol gezdiği yerde barış tekrar yeşerir mi?
Şiir, yazıldığı 1922 yılından bu yana bizi bu sorularla baş başa bırakır, net bir cevap vermez. Bazen soruların sorulması, cevapların net olmasından daha önemli. Ben net cevaplardan çekinirim.
Evet Zeliha Burtek’in dediği gibi kara para, mafya gibi varlıkları hep var olagelmiş ve şimdi daha gözle görünür hale gelen olgular yapıtlarda daha çok karşımıza çıkıyor, çıkacak.
Esas mesele, bunların yapıtlarda yer alması mı, nasıl ele alındıkları, ele alınışlarıyla nasıl bir değer sistemi önerdikleri mi? Baksanıza ‘İnci Taneleri’ dizi tanıtımına, kadına yönelik şiddetle ilgili ne kadar sorumsuz, bunu estetize etmeye çalışmanın alemi mi var?
Ama işte sanatla kuru gürültüyü, doğru sorularla, boş cevapları ayıran çizgiler var. Bu çizgileri sahiplenmeliyiz. Gün olur devran döner. Bir güçlü şiir yazılır, bir billur ses çıkar. Yavaş yavaş bu iyiliğin ışığında, çürümeden tiksinilir. Birken beş olunur, yeni, farklı bir dönem sessizce başlar, giderek güçlenir. Hep böyle olmuş. Ben Burtek kadar ümitsiz değilim. Yalnız yapay zekayı kestiremiyorum. Ne yapalım, oradaki gelişmeleri de- bize gösterildiği kadarıyla- takibe devam.
Samuel Coleridge, Yaşlı Gemici
T.S.Elliot, Çorak Ülke
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı