'Eat the rich' (Yiyin zenginleri) kökleri Fransız İhtilali’ne dayanan bir söylem. Geçtiğimiz hafta sonu bir markanın düzenlediği Golden Opulence (Altın Muhteşem Zenginlik) davetinden sosyal medyada yer alan görüntüler 'eat the rich' kavramına bir göz atmak için uygun pası verdi.
Siz de benzer bir halet-i ruhiye içinde misiniz bilemiyorum. Ama bu aralar her şey sinirime dokunuyor. Bu duygu durumumdan son nasibini alan bir perakende markası oldu. Bu marka 50. yılı sebebiyle ‘Golden Opulence’ isimli bir sergi tertip etti, bir kitap çıkardı. Geçtiğimiz hafta sonu da Çırağan’da pırıltılı konuklarından ötürü sosyal medyada çokça yer alan bir yemek daveti düzenledi. Opulence muhteşem zenginlik demektir. Tek başına yeterli olmamış, başına Altın anlamında ‘Golden’ı da ilave etmişler.
Sergi, kitap neyse ama bir “spectacle” (gösteri) olarak sunulan bu kutlama daveti bana zamanlaması ve sergilenişi itibariyle gayet yersiz geldi. Bir yandan Filistin- İsrail haberleri, diğer yandan ülkemizin hareketli gündemi, ekonomisi… Şu sıra bana kutlanacak yegâne şey Cumhuriyet’in 100. yılına erişmiş olması gibi geliyor. Davetten gelen paylaşımlar, markanın bizzat paylaştığı röportajlar ise “Eat the rich” lafını çağrıştırıyor.
“Eat the rich” (Yiyin zenginleri”) lafı bir süredir antikapitalizm ve sol akım politikayla bağdaştırılan bir politik söylem. Bu laf sınıf çatışmasının nişanesi ve zenginliğin dağılımındaki korkunç eşitsizliğe dikkat çekmek amacıyla kullanılıyor. Lafın kökeni ise Jean Jacques Rousseau. Fransız İhtilali’nde Rousseau’nun “İnsanların yiyecek bir şeyi kalmadığında, zenginleri yiyecekler” dediği rivayet ediliyor. O yıllardan bu yıllara laf tazeliğini koruyor, 2021 yerel seçimlerinde Güney Afrika’da bir partinin sloganı dahi olmuş. Yakın zamanda Joker, Parazit, Menü ve Hüzün Üçgeni gibi ünlü filmlerin de bu temayı işlediği söylenebilir.
Bu laf öyle uluorta kullanılacak bir şey değil. Herhangi bir zümrenin insanlığını azımsayan her tür söyleme dikkat etmemiz lazım. Öte yandan hakikaten tahayyül edilemeyecek derecede zenginleşmiş bir ultra-zengin zümrenin dünyaya ağırlığını koyduğu da bir gerçek. Bu zenginlik bazen o kadar ani ve ölçüsüz ki tüm çarpık düzenekleri ifşa ediyor. Bakınız Dilan Polat. Bazen de o kadar sistematik biçimde ayrımcı ki tüyler ürpertiyor. Bakınız Harvard üniversite kabullerine ilişkin yazılıp çizilenler.
“Eat the rich” temasını, yani 21. yüzyılın bu önemli açmazını düşünmeye teşvik eden elbette birçok kitap da var.
Mesela Jonathan Swift’in ‘Alçakgönüllü Bir Öneri’si. 21. yüzyıl desem de Jonathan Swift tam da bu konuda 1729 yılında hiciv sanatını konuşturarak bir makale yazmış. Makalenin tam başlığı, ‘Fakirlerin Çocuklarının Anne Babalarına veya Ülkelerine Yük Olmasını Önlemek veya Onları Kamuya Yararlı Hale Getirmek İçin Alçakgönüllü Bir Öneri.’ Swift’in bu makalesi İngiliz elitlerinin İrlanda halkının çektiği çileleri bir insanlık sorunu olarak görmemelerini, bu konuya rahatlarını bozan bir şeymiş gibi muamele etmelerini eleştirmek üzere yazılmıştır. Swift’in alçakgönüllü önerisi neymiş bir ipucu vermek gerekirse, yemek ile ilgili.
F. Scott Fitzgerald’dan ‘Muhteşem Gatsby’i nasıl unutabiliriz? Kimse zenginleri Fitzgerald kadar iyi yazamaz desem, çok mu iddialı olur? Birinci Dünya Savaşı sonrası, Caz Çağı’nda geçen bu roman, materyalizm ve elitizm üzerine bir etüttür. Gatsby, yeni zengindir ve onun partilerine katılsalar, ikramlarından yararlansalar da “eski” zenginler Gatsby’i bir türlü kabullenmez. Açgözlülük bu romanda önemli bir izlektir.
Yenilerden Tim Schwab’ın yazdığı ‘The Bill Gates Problem: Reckoning With the Myth of the Good Billionaire’ (Bill Gates Problemi: İyi Milyarder Mitiyle Hesaplaşma) kitabını ise çok merak ediyorum. Çağımızdaki zenginlik hakkında düşünüp, dünyanın en zenginlerinden birini incelememek olur mu? Yeni basılmış ve henüz Türkçe’ye çevrilmemiş bu kitap, başlığıyla beni hemen tavladı. Bill Gates Vakfı’nı dünyanın en gizli kapaklı vakıflarından biri olarak nitelendiren araştırmacı gazeteci Schwab, hayırseverliğin nasıl bir iktidar aracına dönüştürüldüğünü ortaya koyuyor.
Bu yazıyı bir kutlamanın tetiklediğini düşünecek olursak, son olarak şu soruları da sorayım: Ne yapsalardı, bu yemeği yapmasalar mıydı? Bir şeyleri kutlamayalım da kararıp kararıp oturalım mı? Neşemizi kaybedersek, umudumuzu, direniş gücümüzü de kaybetmez miyiz? Bahsettiğim davette, davetlilerle sosyal medya için röportaj yapan kişi, ünlü bir markanın CEO’suna şevkle şunu sordu: “Sizin için lüks ne demek?” CEO da cevabı yapıştırdı: “Biz hiç lüksten bahsetmeyiz, her zaman kaliteden bahsetmeyi tercih ederiz.” Lüks mü kalite mi? Kutlama mı gösteriş mi? Vicdanımız ne söylüyor? Sürdürülebilir ve adil bir dünya için sorgulamaya devam.
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı