Türkiye ‘diyabet salgınında’ Avrupa’nın zirvesine çıktı. Ve rakamlar buzdağının yalnızca görünen kısmı. Uzmanlar gelen yılların çok daha karanlık olacağına işaret etti.
Türkiye, ‘diyabet salgınında’ Avrupa’nın zirvesine çıktı… Ancak rakamlar buzdağının yalnızca görünen kısmı. Uzmanlar, önümüzdeki yılların çok daha karanlık bir tabloya işaret ettiğini söylüyor. Peki ne oldu da 13 yılda vaka sayısı yüzde 170 fırladı? Günlük hayatımızdaki hangi küçük alışkanlıklar görünmez bir şekilde bizi bu noktaya getirdi? Cevaplar, düşündüğümüzden çok daha çarpıcı…
Diyabet, dünya genelinde hızla yaygınlaşan ve yaşam kalitesini ciddi biçimde etkileyen kronik bir metabolik hastalık olarak küresel bir halk sağlığı sorunu haline geldi.
Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun (IDF) 2025 Diyabet Atlası Raporu’nda Avrupa genelinde yetişkinlerin (20-79 yaş) yüzde 9,8’inin diyabetle yaşadığı ve bu oranın 2050’ye kadar yüzde 11,8’e yükseleceği öngörülüyor. Ancak Türkiye’nin durumu çok daha korkutucu…
Rapora göre Avrupa genelinde yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 10’u diyabetle yaşamını sürdürürken Türkiye’de bu oran yüzde 16,5! Bu da ülkemizi hem toplam hasta sayısı hem de nüfusa oran bakımından Avrupa Bölgesi’ndeki 60 ülke arasında ilk sıraya taşıyor.
İskandinav ülkelerinde oranlar yüzde 4-6 arasındayken Almanya ve Fransa yüzde 6,5-7 civarında. Birleşik Krallık yüzde 7-8 olarak açıklanırken Güney Avrupa’da özellikle İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan yüzde 8-10 aralığında yüksek risk grubunda yer alıyor. Balkanlar’da da durum pek farksız değil; Sırbistan ve Karadağ yüzde 9-10 oranında…
IDF’nin karşılaştırmalı analizine göre, 2011-2024 arasında Türkiye’de diyabet vakaları yüzde 170 artarken, örneğin Fransa’da sadece yüzde 20, Yunanistan’da ise yüzde 10’un altında kaldı. Türkiye’de bu yükselişin devam etmesi halinde, 2050’ye kadar vaka sayısının 14,1 milyona ulaşması öngörülüyor ki bu, uzmanların en çok korktuğu senaryo…
Bu veriler doğrultusunda konuyu İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Mercan’a danıştığımda, “Türkiye’nin, diyabetli sayısı ve diyabet sıklığı açısından Avrupa’da ilk sırada yer alması tıbbi açıdan çok ciddi bir halk sağlığı uyarısı. Ancak bu, sadece “çok sayıda diyabet hastamız var” demek değil; aynı zamanda önümüzdeki yıllarda kalp krizi, inme, böbrek yetmezliği, görme kaybı ve amputasyon gibi ağır komplikasyonların da artacağı anlamına geliyor” dedi.
“Biz nerede hata yapıyoruz?” sorusunun tek bir cevabının olmadığını söyleyen Dr. Betül Mercan, birkaç temel noktayı şu şekilde özetledi:
1- Beslenme kültürünün bozulması: Geleneksel olarak nispeten sağlıklı sayılabilecek bir mutfaktan yüksek şekerli içecekler, beyaz un ağırlıklı hamur işleri, kızartmalar, fast-food ve paketli gıdaların yoğun tüketildiği bir yapıya geçtik. Porsiyonlar büyüdü, ara öğün sayısı arttı, şeker ve tuz tüketimi yükseldi.
2- Fiziksel aktivite yetersizliği: Günlük yaşam içinde hareketin çok azaldığı, asansör-araba-masa başı üçgenine sıkışmış bir hayat modeli yaygınlaştı. Çocukluktan itibaren ekran süreleri arttı, oyun alanları ve güvenli yürüyüş/bisiklet ortamları sınırlı kaldı.
3- Obeziteyle yeterince etkili mücadele edememek: Obeziteyi bir “görünüş sorunu” değil, kronik bir hastalık ve diyabet için temel risk faktörü olarak ele alan, bütüncül ulusal programlara ihtiyaç var.
4- Koruyucu hekimliğin ve toplumsal farkındalığın yetersiz kalması: Düzenli tarama, erken tanı programları, okul ve işyeri temelli sağlıklı yaşam projeleri, vergi ve gıda politikaları gibi yapısal önlemler diğer bazı Avrupa ülkelerinde bizden daha güçlü. Bizde bilinçli birey çok ama sistem düzeyinde sağlıklı seçimleri kolaylaştıran ortam hâlâ yeterince güçlü değil.
Bu yüksek artış, aslında bize şunu söylüyor: Klasik sağlık hizmeti modeliyle, sadece tanı koyup tedavi ederek bu gidişi durduramazsınız; yaşam tarzını ve çevresel koşulları değiştirmeden sonuç alınamaz.
Dr. Betül Mercan, ideal Akdeniz beslenmesini “sebze, meyve, kurubaklagil, tam tahıl, yağlı tohumlar, zeytinyağı ve balığın temel olduğu; kırmızı ve işlenmiş et ile şekerli içecek ve tatlıların sınırlı tüketildiği; porsiyonların makul, yemek temposunun yavaş ve sofranın sosyal olduğu bir yeme biçimi” olarak tanımladı.
Ancak günümüzde pek çok Akdeniz ülkesinde tablo farklı. Dr. Mercan, fast-food zincirlerinin yaygınlaşması, şekerli içecekler ve beyaz unlu hamur işlerinin artışı ile işlenmiş gıda tüketimindeki yükselişin, geleneksel Akdeniz sofrasının yerini “Batılı tarz, yüksek kalorili bir diyete” bıraktığını belirtti.
Uzmanlara göre haritalarda görülen yüksek diyabet oranları, Akdeniz diyetinin etkisizliğinden değil; bu diyet modelinin bölgede ciddi biçimde terk edilmesinden kaynaklanıyor
Akdeniz diyetinin doğru uygulandığında diyabet riskini anlamlı ölçüde azaltan güçlü bir koruyucu faktör olduğunun altını çizen Dr. Betül Mercan, “Ancak tek başına yeterli bir “zırh” değil. Fiziksel aktivite, kilo kontrolü, sigara-alkol kullanımı, uyku düzeni, stres yönetimi gibi diğer faktörlerle birlikte ele alınmalı. Yani “Akdeniz diyetini kâğıt üzerinde benimsemek” değil, günlük hayatın genel ritmini sağlıklı bir yaşam tarzına çevirmek belirleyici” ifadelerini kullandı.
Dr. Betül Mercan, fiziksel inaktivitenin açısından obezite kadar güçlü bir risk faktörü olduğunu belirterek, hareketsiz yaşamın metabolizma üzerindeki etkilerini üç başlıkta özetledi.
Dr. Mercan’a göre ilk olarak, kasların glukoz kullanımı hareketsizlikle belirgin şekilde azalıyor. Vücudun en büyük glukoz tüketicilerinden olan kas dokusunun yeterince çalışmaması, kan şekerinin daha yüksek seyretmesine ve pankreasın daha fazla insülin salgılamak zorunda kalmasına yol açıyor.
İkinci olarak, insülin direnci artıyor. Düzenli fiziksel aktivitenin kas hücrelerini insüline daha duyarlı hale getirdiğini hatırlatan Dr. Mercan, hareketsizliğin tam tersine insülin direncini güçlendirerek tip 2 diyabete zemin hazırladığını söyledi.Üçüncü mekanizma ise kilo artışı ve özellikle karın bölgesi yağlanması. Günlük enerji harcamasının düşmesiyle, beslenme düzeni aynı kalsa bile yağlanma arttığını belirten Dr. Mercan, karın içi yağlanmanın salgıladığı hormon ve inflamatuvar maddeler nedeniyle insülin direncini daha da artırdığını ifade etti.
Bazı uzmanlar 2050’ye kadar Türkiye’de diyabetli sayısının 14 milyona ulaşmasını öngörüyor. Eğer bu durum gerçekleşirse sağlık sistemi ve sosyal güvenlik üzerindeki olası etkileri neler olabilir?
Soruya “Mevcut eğilim devam ederse, Türkiye’de diyabetli sayısının 2050’ye kadar çift haneli milyonlara ulaşması maalesef gerçekçi bir olasılık” cevabını veren Dr. Betül Mercan “Rakam tam olarak 14 milyon olur mu, bunu bugünden yüzde yüz söylemek mümkün değil; ancak gidişatın bu yönde olduğunu gösteren güçlü veriler var” dedi ve şöyle devam etti:
1- Sağlık sistemi üzerine etkisi: Diyabet; düzenli takip, sık laboratuvar tetkiki, çoklu ilaç (antidiyabetikler, tansiyon ilaçları, kolesterol düşürücüler vb.) ve sık poliklinik kontrolü gerektiren kronik bir hastalık. Hastaneye yatışlar; kalp krizi, inme, böbrek yetmezliği, enfeksiyonlar, diyabetik ayak komplikasyonları nedeniyle artar. Uzun vadede nefroloji, kardiyoloji, göz, nöroloji ve damar cerrahisi gibi birçok branşta yük belirgin şekilde ağırlaşır.
2- Sosyal güvenlik ve ekonomik etkiler: İlaç, tetkik, hastane, ameliyat ve yoğun bakım maliyetleri sosyal güvenlik sisteminin üzerinde ciddi baskı oluşturur. Çalışma çağındaki bireylerde iş gücü kaybı, erken emeklilik, iş günü kaybı ve üretkenlikte azalma gibi dolaylı maliyetler de eklenir. Dolayısıyla diyabet sadece bir “sağlık harcaması” değil, aynı zamanda büyük bir “ekonomik yük” anlamına gelir.
Dr. Betül Mercan diyabetin ölümcül etkilerinin çoğu zaman hastalığın kendisinden değil, yol açtığı kalp-damar hastalıkları, inme ve organ yetmezliklerinden kaynaklandığını söyledi.
Dünya genelinde diyabetin ölüm nedenleri arasında üst sıralarda yer aldığına dikkat çeken Dr. Mercan, diyabeti olan bireylerde kardiyovasküler riskin, diyabeti olmayan kişilere kıyasla belirgin şekilde yüksek olduğunu vurguladı.
Dr. Mercan, Türkiye’de de benzer bir tablo bulunduğunu ifade etti. Diyabete bağlı kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği ve diğer komplikasyonların, ülkenin yükü içinde önemli bir paya sahip olduğunu belirtti. Çalışmalar arasında rakamların değiştiğini ancak eğilimin net olduğunu söyleyen Dr. Mercan, “Diyabetin yaygınlığı arttıkça, diyabete bağlı ölüm ve sakatlık oranları da yükseliyor” dedi.