Şampiyonlar Ligi müziği bu kez Galatasaray’ın kadınları için çalıyor
Kâğıt üstünde zor geçmesi beklenen Galatasaray - Kayserispor maçında ‘yıldız’ farkı sahaya çabuk yansıdı. Icardi, ‘Aşkın Olayım’ diyerek tribünlerden kendisine seslenen sarı-kırmızılı koroya sevdalarının karşılığını verdi.
Kelime dağarcığı kısıtlı futbol dünyamızın o en bilinen klişelerinden biri de “Ligin boyu kısaldıkça”dır. Bu ‘mutena’ niteleme her bahar, maratonun sonuna doğru yazı ve yorum bahçelerimizdeki yerini alır. Nitekim an itibariyle 38 haftalık yarışın 29’uncu dönemecindeyiz ve ligin boyu en azından geçtiğimiz haftalara göre bir hayli kısalmış durumda. Böylesi tablo içinde dün ‘lider’ evinde, karşılaşma öncesi puan sıralamasındaki yeri ‘yedincilik’ olan Yukatel Kayserispor’u ağırladı…
En yakın rakibinin altı puan önünde zirvede yer alan Galatasaray, ‘cuma mesaisi’ni kayıpsız atlatıp stres yükünü takipçilerine devretmek amacıyla sahaya çıkmıştı kuşkusuz. Kâğıt üstünde zor geçmesi beklenen maç ilk 15 dakika dengede seyretse de ‘yıldız’ farkı sahaya çabuk yansıdı ve Okan Buruk’un öğrencileri arka arkaya buldukları gollerle farkı bir anda açtı; devre de 4-0 ev sahibinin galibiyetiyle sona erdi. Üstelik konuk ekip Hosseini’nin 45+10’da gördüğü kırmızıyla mücadelenin kalan kısmını 10 kişi oynamak zorunda kaldı.
Perdenin ilk bölümüne ilişkin öne çıkan notlar şöyleydi: Ligin genç ve heyecan dolu teknik direktörlerinden Çağdaş Atan’ın takımı rakibini oyun içi bir sertlikle karşılayıp seri ve atletik ön hattıyla Galatasaray’ı yoklar bir görüntü arz ediyordu. Ev sahibi ise karşı tarafı küçük darbelerle hafiften sarsmaya yeltenir, yakalarsa da atar bir vaziyetteydi. Nihayetinde kontra bir topla çıkan Aslan’da Kerem, Icardi’yi gördü; Arjantinli de seri birkaç hareketle ağları… 18’de açılan perdeye ikinci ek 23’te geldi; bu kez asist sırası Icardi’de, kaleyi bulma sırası da Rashica’daydı. Rakip ceza sahası içinde Kerem’e ve Torreira’ya yönelik hamle hatalarıyla iki kez beyaz noktanın başına geçen Arjantinli, ‘Aşkın Olayım’ diyerek tribünlerden kendisine seslenen sarı-kırmızılı koroya sevdalarının karşılığını verdi: 4-0.
İkinci 45’te ise oyun ve skor üstünlüğünün yanı sıra rakibin bir kişi eksik oynamasını da fırsat bilerek rölantide bir görüntü sundu ev sahibi. Fırsat buldukça da karşı kaleyi yokladı; Kerem’in klas frikiği ve Zaniola’nın vuruş kalitesi yüksek hamlesiyle tabelayı 6-0’a taşıdı. Daha fazla gol bulması da mümkündü ama bu kadarı da yeterdi elbet… Averaj 41’e çıkartılmış, puan farkının en az altı olması sağlanmış, stadı dolduran onca taraftar memnun edilmiş, Icardi yeniden neşesini ve ruhunu bulmuş, Zaniola ikinci yarı oyuna girmiş, golünü atmıştı; daha ne olsundu…
Ama bence bütün bu tablo kimi sorunları ört bas etmeye yetmiyor. Ne mi o sorunlar? Bazı detaylarda gezinerek şöyle özet geçeyim: Bu sezon takımın gerçek anlamda bir ‘maestro’su yok. Eski tabirle ‘beyni’ yani… Bu rolü soyunması beklenen isimlerden Sergio Oliveira’nın söz konusu görevin üstesinden gelecek bir enerjisi, istikrarı ve kalitesi yok. Belki daha genç ve dinamik olsa umut ışığı taşımaktan çok her maçta bunu bizatihi sahada ispatlardı ama tutarlı ve yeterli bir çizgiden uzak olduğunu gözlerimizle görüyoruz. Keza Mertens de maç içinde zaman zaman parlıyor, birkaç güzel hareket ya da pasla heyecan veriyor ama onun da bu görevi tam layıkıyla yapacağı yıllar muhtemelen gerilerde kalmış. Peki ama ‘maestro’ yokluğuna rağmen bu takım nasıl bu kadar başarılı? Şöyle; Türkiye Süper Ligi’nin genel kalitesinin üzerindeki ayaklardan oluşan kadro, böylesi bir eksikliği gideriyor. Herkes yeteneği ölçüsünde katkı koyuyor, açıklar kapanıyor, ritm tutturulduğunda fark geliyor, olmazsa kötü oyuna rağmen tek farklı galibiyetlerle yola devam ediliyor.
Öte yandan Kerem Aktürkoğlu’na ilişkin de görüşlerimi nakledeyim: Dün çok güzel bir vuruşla tabelaya ismini yazdırdı ama bir türlü kalitesini arttıracağı yönünde (bence) umut ışığı vermiyor. Özellikle Rashica-Icardi verkaçlarında seyirci olarak bir an içiniz geçiyor ve “Ne güzel oynuyorlar” diye düşündüğünüz anda top Kerem’e gelince sistem ‘error’ veriyor; çünkü ya alışverişi durduruyor ya pas hatası yapıyor ya da kendi gol atma hırsını yenilerek kaleyi yokluyor. Lakin zayıf ve teknik olarak sırıtan vuruşlarla… Evet, arada Kasımpaşa’ya attığı türden ayak için kavisi oturmuş gollerini izliyoruz ama genel olarak bence hâlâ problemli bir tekniği var ve akışkanlığı bozan ilk isim olarak göze çarpıyor. Mesela Rashica’nın da istikrarı yok ama yine de ‘Premier Lig görmüşlüğü’ ve oyunu okuma becerisi bazı açıklarını kapatıyor. Bence o müthiş ciğerinin karşılığını skora yansıtmada sorunlu bir isim olarak da Sacha Boey dikkat çekiyor. Muhteşem bir fizik, rakibini buldozer gibi geçen ve çoğu kez geride bırakan bir sürat ama son vuruşlar hep sorunlu, ortalar ezbere ve oyun aklından uzak. Bir ara necip spor basınımızda o her şeyi abartma tavrımız sonucu “Fransa Milli Takımı’nda sağ bekte Boey oynamalı” türünden yazılar çıkıyordu. Bu haliyle Boey’un Kounde ve Pavard’ı kesmesi bence mucize olur…
Adekugbe’nin de eldeki en iyi seçenek olduğu için kadroda yer bulduğunun altını çizeyim; yoksa onun da ortaları ezber ve sürekli yerini kaybediyor. Topu kaptırdıktan çok sonraları geriye dönüyor. Neyse, 6-0 kazanılmış bir maçın ardından bu eleştirilere gerek var mı diyebilirsiniz ama ben gördüğümü çalarak müsterih olmayı yeğlerim… Bu arada Zaniola’nın vuruş kalitesine de bir kez daha dikkat çekmek isterim, pozisyon sıkıştığında da uzun toplarla oyunu diğer kanada taşıma becerisi de bence önemli.
Klişe bir yargıyla bitireyim: ‘Sonuç olarak Galatasaray zorlu Yukatel Kayserispor dönemecini kolay geçti.’ Hafta sonu televizyon karşısına geçip takipçilerinin maçlarını gönül rahatlığıyla izleyecek…