Kerem’den Yunus’a veda
Beşiktaş Teknik Direktörü Giovanni van Bronckhorst daha ilk ‘resmi’ sınavında ‘futbolumuz bilmeden, ligimizi tanımadan’ son iki sezonun şampiyonu Galatasaray'ı darmadağın etti. Sarı-Kırmızılılar ise ligin başlamasına bir hafta kala acı bir ders aldı.
Futbolda dün yoktur… ‘Dünkü’ mücadele bu klişeyi bir kez daha hatırlattı. Son iki sezonu domine eden Galatasaray ‘Son Lig Şampiyonu’ unvanıyla çıktığı ‘Süper Kupa’ karşılaşmasında ‘Son Kupa Şampiyonu’ Beşiktaş’a boyun eğerken son dönemdeki en farklı mağlubiyetini aldı…
Futbolumuzun en eski organizasyonlarından biri olan TSYD Kupası bir zamanlar İstanbul’un ‘Üç Büyükler’i için sezon öncesi son ihtar niteliği taşırdı. Futbolun modernleştiği, daha doğrusu endüstrileştiği dönemlerde ezeli rakipler karşısında alınacak olası yenilgiler dolayısıyla lig başlamadan moraller bozulmasın diye bu turnuva yıllar önce askıya alındı. Sezon sonu oynanan ve lig şampiyonuyla kupa şampiyonunu karşı karşıya getiren ‘Cumhurbaşkanlığı Kupası’ yerine sahaya sürülen ‘Süper Kupa’ organizasyonu zamanla hafiften ‘TSYD Kupası’nın günümüzdeki uzantısı tadına ulaştı. Ama bu tat elbette iki takımın da ‘Üç İstanbullu’dan ikisi olması şartıyla kendini hatırlatıyordu.
Dünkü mücadeleye gelince herkesin bildiği gibi Galatasaray oturmuş bir kadroya sahipti ve iki eksikleri vardı; sağ bek ve ortada Torreira’yla yükü paylaşacak yeni bir isim. Bu puzzle’daki iki eksik parça için hem süre hem de ekonomik bütçe vardı, ama yönetim bu konuda o kadar ağır adımlar attı ki dün bu meseleye ilişkin serzenişlerin doğru olduğu kıyıya vurdu. Ama asıl olarak ‘Kral Çıplak’ı ete kemiğe büründüren öncelikli unsurlar transferdeki ağırkanlılık değildi tabii ki. Oyunun hemen başında Nelsson’un hatasıyla gelen gole karşılık vermekte ve beraberliği sağlamakta zorlandı Sarı-Kırmızılılar. İkinci devrede arka arkaya gelen defansif hatalarla da fark açıldı, Danimarkalı stoperin kırmızı kartla oyun dışı kalmasıyla birlikte de skor 5-0’a dayandı ve ‘Son Şampiyon’ ligin başlamasına bir hafta kala acı bir ders aldı.
Bence Galatasaray’ın asıl problemi transfer dolayısıyla kapanacak hatlar değil. Okan Buruk yönetimdeki takım ne zaman karşılarına iyi organize edilmiş, sert ve mücadeleci bir rakip çıksa zorlanıyor. Geçen sezondaki Molde, Kopenhag, Sparta Prag ve Fenerbahçe mücadeleleri bu gerçeğin kıyıya vurduğu randevulardı. Dünkü Beşiktaş’ın sert ve dinamik bir oyun ortaya koyduğunu iddia edemeyiz ama yine de hafif bir dirençle Sarı-Kırmızılıların çok çabuk dağıldığını gördük. Geçen sezonki Şampiyonlar Ligi ön eleme maçları sırasında şöyle bir tweet atmıştım: ‘Bayramlık ağzımı’ erken açayım:)))) Bu takıma bir ‘Hoca dokunuşu’ var mı? Yok. Geçen sezonda da yoktu. Ama ‘Yıldızlar’ topunu oynayınca başarı ve şampiyonluk gelmişti. Bugün geçen sezonun taşıyıcı isimleri yoktu, oynanan futbolun kalitesini gördük…
Elbette sonrasında bir hayli tepki gördüm. Bugün de enikonu aynı noktadayım; benim ‘dokunuş’tan kastım bu takımın bir hoca takımı olup olmadığına ilişkindi. Elbette ben de biliyorum bu denli bir takımın başında olan çalıştırıcının belli noktalarda dokunuşlara sahip olduğunu ama Buruk, Galatasaray serüveni boyunca hep elindeki ‘Yıldızlar’ın performansına bağlı olarak başarı kazandı. Bu da futbolun doğasındaki bir gerçektir ama şöyle spesifik bir durum var; ligimizin kalitesi ‘modern futbol’un gerçek alanlarında tutunamayanlara burada fırsatlar sunuyor ve oyunun genelinde varlığını ortaya koyamayanlar bu topraklarda yıldız statüsünü uzun aralıklarla sürdürebiliyor.
Galatasaray’ı geçen sezon zafere taşıyanlardan Ziyech örneğini düşünelim; yıldızlaştığı ve skoru kopardığı maçların hepsinde halı sahaya ter atmak için gelen ve topla buluştuğunda enfes vuruşlarla kaydettiği gollerle takımını zafere taşıyan eski amatör futbolcudan farklı bir portre çizmiyordu bana kalırsa. Lakin bu profiliyle takımdaki yerini garantiledi ve bu sezon başında da sağ kanat ona teslim edildi. Dün Ziyech ve son derece etkisiz bir görüntü sunan Icardi takımı eksik oynatan iki isimdi. İlk yarıdaki Kerem Aktürkoğlu’nun performansını da eklersek alın size Beşiktaş karşısında üç eksikli bir Galatasaray. Buruk’un teknik direktörlük becerisi işte bu noktada devreye giriyor. Icardi’ye büyük bir vefa borcu var ve ne kadar kötü oynarsa oynasın kenara alamıyor. Dün de daha önceleri görmediğimiz bir şekilde Arjantinli golcüyü çıkaramamak adına Batshuayi’yi alarak çift forvete döndü. Ama bu plan da görüldüğü gibi işe yaramadı. Öte yandan maç sırasında sürekli hakeme itiraz etmek her zamanki gibi kendisine yakışmadı, yakışmıyor, yakışmayacak da. Son iki sezonun şampiyonuna bu topu oynattıran biri olarak hakeme horozlanmak başvurulacak bir bahane değil… Kadroya ilişkin bir not daha ekleyeyim; Ben Zaha’nın sürekli bireysel hamlelerle öne çıkmak istediği, takım oyuncusu olmadığı ve Premier Lig’de alamadığı bu kültürü ve disiplini Süper Lig’de hiç alamayacağı ve edinemeyeceği kanısındayım.
Beşiktaş cephesine gelince bir önceki sezonda 46 puan geride kaldıkları bir rakibi sürklase etmek denecek böyle bir sonuçla mağlup ettikleri için onları alabildiğine tebrik etmek gerekiyor. Ama farkın son dakikalarda geldiğini hatırlatırım ve onların da maçın büyük bölümünde çok da doyurucu bir futbol ortaya koyduğu kanısında değilim. Ama kazanan, hele hele böyle bir skorla kazanan daima haklıdır. Üç nokta transfer de (Immobile, Silva ve Paulista) dün oyuna ve sonuca büyük katkı sundu… Öte yandan dünkü sonuç geçen sezonu hüsranla geçiren camiaya büyük bir moral-motivasyon olacaktır ve nihayetinde yeni ve farklı bir kimlikle birlikte futbolumuzu sadece iki takımın domine ettiği bir lig modelinden uzaklaştıracaktır.
Ben bir futbolsever olarak açıkçası şampiyonluk ‘yerli hoca’larla gelir yargısının da bir şekilde kırılmasından yanayım. Çünkü bu toprakların çorak futbol yorum iklimi “Futbolumuzu bilen, ligimizi tanıyan” diye son derece manasız bir görüşü zihinlere yerleştirdi. Dün Giovanni van Bronckhorst daha ilk ‘resmi’ sınavında ‘futbolumuz bilmeden, ligimizi tanımadan’ son iki sezonun şampiyonunu darmadağın etti. Nihayetinde tarih ağustosların değil mayısların şampiyonunu yazıyor, her şey için çok erken, ama dünkü maç Beşiktaş’ın bu sezonki serüveninde hem camiaya hem de tüm futbolseverlere yeni bir umut ve seçenek adresi gösterdi. Ben Hollandalı hocanın Mustafa Erkan Hekimoğlu gibi bir yeteneği de süreklilik dahilinde futbolumuza kazandırması ya da bu sezonun yıldızlarından biri haline dönüştürmesiyle de önemli bir hamleye imza atacağı kanaatindeyim.
Ait olduğumuz futbol kültürü sürekli transferlerle ayakta duruyor. Böyle bir ortamda ‘Gargantua’ misali sürekli beslememiz gereken bir dev yarattık. Aslına bakılırsa birkaç fırça darbesiyle genç Hekimoğlu bu takımı sırtlayacak bir kaliteye sahip ama yönetim taraftarın isteklerine cevap vermek için 34 yaşındaki bir ‘yıldız’ı kadrosuna dahil etti ve Bronckhorst sürekli ona yer açmak, yer bulmak, sahaya sürmek zorunda. Hele hele Immobile dün iki gol de atınca Siyah-Beyazlıların gönlünde daha ilk maçtan taht kurdu bile. Ekonomik açmazdaki bir ülke için elbette lüks hamleler bunlar ama günümüz futbolunun da bir başka acımasız gerçeği. Umarım Hollandalı teknik patron hem Immobile’yi de Hekimoğlu’nu da verimli bir şekilde kullanmanın üstesinden gelebilir…
Sonuç olarak dünkü maç Galatasaray adına çok çok erken bir dersti, Beşiktaş adına da yepyeni bir umut ışığı ve yeni sezon adına bambaşka bir heyecanın ifadesiydi. Ama ortada doyurucu bir futbolun olmadığı da bir başka gerçekti (en azından benim için diyeyim).
Önümüzdeki cuma gecesi başlayacak yeni sezon için de şimdiden hayırlı olsun dileklerimi sunayım, iyi oynayan, hak eden kazansın…
Son bir not: Maçı birlikte izlediğim sevgili Ümit Metin Yıldız hocam daha mücadele 1-0’ken “Galatasaray böyle oynarsa beş yer” dedi ve nihayetinde dediği çıktı…