Finlandiya morali… Efeler kendine geldi
Milliler, Cardiff’te eksildikten sonra çoğalan bir takım izlenimi vermedi ama 10 kişiyle gol yememeyi başardı. Galler deplasmandan bir puanla dönmek fena değil. Oyuncu değişikliklerini ağırdan alan teknik direktör Montella ise eleştiriyi hak etti.
Mesut-mutlu geçen ve ‘Çeyrek finalist’ unvanıyla sona eren ‘Euro 2024’ serüveninden sonra ilk randevusuna dün, UEFA Uluslar B Ligi 4. Grup müsabakası ilk maçında çıktı Türkiye. Karşılaşma deplasmandaydı; rakip de son dönemde sık sık karşılaştığımız Galler’di. Britanya futbolunun belki de en zayıf halkası olan ‘Ejderhalılar’, sevdaları yeteneklerinin ve kapasitelerin çok çok önünde bir futbol profiline sahipler. Özellikle Disney +’da izlediğim ‘Wrexham’a Hoşgeldiniz’ (Welcome to Wrexham) adlı dizi dolayısıyla bu hissiyatım daha da ileri noktalara taşındı. Kariyerleri itibariyle çoğu ağırlıklı olarak Premier Lig’de boy göstermiş John Benjamin Toshack, Ian Rush, Ryan Giggs, rahmetli Gary Speed, Mark Hughes, Dean Saunders ve Gareth Bale gibi yıldızları yetiştiren ama bir türlü üst seviyelere ulaşamayan milli takımları günümüzde de aynı profili çiziyor. Şimdiki zaman kadrosunda, düne baktığımızda Davies, Roberts, James, Williams, Wilson ve ‘lanetli’ futbolcu Aaron Ramsey gibi oyuncular takımın nispeten daha tecrübeli ve yetkin ayaklarıydı.
Böylesi bir ekip karşısında elbette yetenekli ve dinamik isimlere sahip Türkiye’nin ne yapacağı ve futbol adına nasıl güzellikler sunacağı merak konusuydu. Lakin Montella’nın öğrencileri dün mücadelenin ilk yarısında savruk, oyunu kendi sahasında kabul etmeye razı bir görüntüdeydi. Ve en önemlisi de gereksiz bir agresifliğe ve sertliğe sahipti. Niye bu kadar sinirliydiler, böylesi bir görüntü yerine enerjilerini oyuna yönelik kullansalardı tabii ki daha iyi olurdu ve mantıklısıydı da buydu. Lakin çok kart gördüler ve gereksiz yere oyunu gerdiler.
Peki n’oldu? Bu durum ikinci yarı beklenen sona doğru ilerledi ve ilk yarıda manasızca sarı gören Barış Alper ikinci sarıdan kırmızıyla atıldı. Beklenti şuydu, neyse ilk yarı kötü oynadık, ikincisinde toparlarız. Ama 62’de 10 kişi kalınca takım ne kendini toparlayabildi ne dengeyi kurdu ne de futbol adına ortaya bir şey koyabildi.
Cardiff’teki mücadelede Türkiye Ferdi Kadıoğlu’nu aradı, ikinci yarıda sahne alan Hakan Çalhanoğlu’nu aradı (ama futbol hayatını Serie A’da sürdüren başarılı orta sahaya oyuna dahil olana kadar takım bir eksilmişti bile). Öte yandan Abdülkerim Bardakçı’nın formsuzluğu sürüyor, bakmayın ikinci yarıdaki tek tehlikeli pozisyonda kafasıyla az daha gol atıyormuş gibi görünmesine, asli görevi olan savunmada çok uzun süredir başarısız… Zeki Çelik de çok vasat bir profil, Çağlar iyi bir kesici ama topu oyuna sokmada ve isabetli pas vermedi çizginin altında. Mert Müldür dün yüreğiyle ve enerjisiyle mücadele etti ve sanırım defansın en iyisiydi. Orkun Kökçü de takımın müzmin vasatlarından, fiziki gücüyle takıma tutunuyor ama yanında kreatif bir isim olmayınca falsoları daha bir fazla ön plana çıkıyor. Çok uygun bir pozisyonu da heba ederek olası bir gole imza atamadı. Kenan Yıldız dün ışıltısını zaman zaman ortaya koydu ama gereksiz bir sarı kartla o da kendince manasızlığa imza atanlar arasındaydı. Arda Güler markajdan pek kurtulamadı, kurtulduğunda da kendi imzasına atacak hamleler gerçekleştiremedi.
Takımın iskeletini oluşturan parçalara ilişkin genel eleştirilerim böyle, meselenin teknik kadro cephesine bakarsak ben de Montella’nın Okan Buruk’a yönelik yapılan eleştiriler türünden bir zaafiyet barındırdığına inanma çizgisine geldim. Nedir bu eleştiri? Oyuncu değişikliklerini ağırdan alıyor, dün mesela takımın sertlik dozajı itibariyle kırmızı göreceği o denli belliyken 10 kişi kalmadan takıma yeni bir enerji katabilir ve değişikleri daha erken yapabilirdi.
Bir de gereksiz agresifliklere ilişkin bir not düşmek gerekiyor; Barış Alper fizik gücü kadar duygusu ve kalbiyle de oynuyor. Bu da zaman zaman mantığı geri atmasına neden oluyor. Bu konuda teknik direktörü onu uyarmalı ve bu ucuz kartları görmesine engellemeli. Çünkü milli takımda 85 milyonu temsil ediyor ve en önemlisi, takımı eksik bırakmak arkadaşlarının emeğine saygısızlık anlamına geliyor. Hoş, Euro 2024 macerasında en çok emeği, alın teri, katkısı olan isimlerden biriydi ve sevilen bir simgeye dönüştü. Bu kazanımlarını böylesi işlevi olmayan agresifliklerle heba etmemeli diyorum.
Sonuç olarak dün Cardiff’te eksildikten sonra çoğalan bir takım izlenimi vermedik ama 10 kişiyle, 28 artı uzatmalardaki sekiz dakikayı da katarsak 36 dakika boyunca gol yememeyi başararak deplasmandan bir puanla dönmek fena bir sonuç sayılmayabilir. Lakin bunda bizim takım savunmamızdan ziyade yazının girişinde altını çizdiğim, yeni teknik direktörleri Craig Bellamy’nin de sanki çare bulamayacağı Galler Milli Takımı’nın mücadele gücü yüksek ama teknik kapasitesi düşük profilinin neden olduğu kanısındayım…
Şimdiki hedef fizik gücü yüksek bir takımı, yani İzlanda’yı evimizde yenmek… İskandinav temsilcisi dün evinde Karadağ’ı 2-0’la geçti; alınacak bir galibiyet Türkiye’nin dört puanla muhtemelen liderliğe yükselmesini sağlayacak.
Şöyle bitireyim; Galler maçın başında, 5. dakikada net bir gol pozisyonu buldu ama bu fırsatı Aaron Ramsey değerlendiremedi, eğer bu pozisyon gol olsaydı söz konusu oyuncunun o bilinen ‘lanetli’ kimliğinden dolayı bugün-yarın acı bir felaket haberi alacaktık!
Öte yandan dün Türk futbolu, oyuncunun icatçısı konumundaki ‘Britanya temsilcileri’yle üç ayrı sınav verdi; günün ilk eşleşmesinde ‘U20 Milli Takımı evinde İngiltere’yle 1-1 berabere kaldı, ikinci randevuda ‘U21 Milli Takımı sahasında İrlanda’ya 1-0 mağlup oldu, son maçta da A Milli Takım Galler’le golsüz beraberliği paylaştı.