Meriç Nehri’nde mahsur kalan 91 mülteci tahliye edildi
Euro 2024 için matematik olarak hâlâ avantaj Türkiye'de. Kalan üç maçta ‘İkincilik’ unvanını netleştirecek güce sahibiz. Öte yandan bence kendimizi hırpalayacak, üzecek bir durum da yok; malum biz zaten ‘Voleybol ülkesiyiz!’
‘Euro 2024’te yer alabilmenin formülü net; yer aldığınız grubu ‘İlk iki’de bitirmeniz yeterli. Bu basit mantık gereği Türkiye de yer aldığı D Grubu’nda basit bir strateji belirledi; “En güçlü rakibimiz dünya futbolunun birinci sınıf takımlarından Hırvatistan, o halde ikinci olmalı ve önümüzdeki yaz Almanya’da düzenlenecek şenliğe katılabilmeliyiz.” Teorideki bu hedef, dünkü Ermenistan karşılaşmasına kadar çıktığımız ilk dört maça bakıldığında gerçekleştirilmiş gözüküyordu. Bizimle birlikte ‘İkinci sıra’ için mücadele edecek tek takım hüviyetindeki Galler’i 2-0 yenmiş, Ada temsilcisinin hesapta olmayan kayıplarıyla da arayı açmıştık. Deplasmanda 2-1 kazandığımız maçın Eskişehir’de oynanacak rövanşında Ermenistan’ı yenersek ‘Almanya vizesi’ cepte gibi olacaktı.
Lakin işler beklenildiği gitmedi. Bize karşı kaybetmesine rağmen cebine koyduğu altı puanla Doğu komşumuz en azından kâğıt üzerinde potaya girmiş ve Galler’den daha fazla tehlike arz eder olmuştu. Lakin yine de kâğıt üzerinde Ermenistan bizim sıkletimizde olmayan bir yapıdaydı ve maçın çok kolay geçeceği varsayımıyla mücadele başladı.
Ve fakat görüldü ki karşımızda genç, diri, mücadeleci, ekip ruhuna sahip, dinamik bir takım vardı. Oyun hâkimiyeti baştan sona Ay-Yıldızlılardaydı ama konuk ekip sık sık kontraya çıkıyor ve hemen her kontrada gol tehlikesi yaratıyordu. İlk yarı boyunca özellikle uzaktan şutlarda Mert Günok’un koruduğu kaleyi yokladılar ama sonuç alamadılar. Ermenistan’ın oyunu kendi sahasında kabul edip seri çıkışlarına rağmen Stefan Kuntz’un öğrencileri yine de maçı lehlerine çevirecek pozisyonları buldu. Ne var ki son vuruş becerisinden yoksun ileri uç oyuncuları ve sürekli top kaybeden ve bir türlü organize olamayan orta saha, bir türlü sonuç alamadı.
İkinci yarıda da oyun benzer denklemlerle başladı; Türkiye atak görünse de Ermenistan kontrayla tehlikeli oluyordu ve bu kez (49’da) Dashyan’la golü bulmayı da başardılar. Bu pozisyonda solda yapılan ortada çaresiz kalan ‘La Liga patentli’ (Çağlar / Atletico Madrid – Cenk / Valencia) defansın hali içler acısıydı. Sonrasında Kırmızı-Beyazlılar bir an önce beraberlik sayısı için uğraşırken sakin bir görüntü sergilemekten uzaktı. Sürekli bir telaş hali, bir an önce golü bulma çabası, organize olamamış bir takım kimyası, yerini bulmayan paslar, rakibin fırsat buldukça hızla sahamıza geçmesi ve ikinci golü araması derken geçmişte lehimize sonuçlar yaratan ‘kaotik futbolumuz’ bu kez benzer avantajları sağlamadı. Ve 88’de, ilk milli maçına çıkan Bertuğ Yıldırım’ın attığı golle en azından durumu kurtardık.
Türkiye geçen sezon başladığı “Dikkat çekici transferlere sahip Süper Lig”iyle futbol âlemi içinde ilgi odağı olmayı başarmış bir görüntüde. Bu yaz söz konusu görüntü daha da perçinlendi; Avrupa’nın üst düzey liglerinde ‘Altın çağlar’ını tamamlamış, para saçan Arap liglerini tercih etmemiş ya da oradan teklif almamış kimi yıldızı sönme yolundaki isimler Türkiye’nin yolunu tuttu. Peki bu transferleri şaaşalı, sosyal medyada gündem yaratan isimlerin tercih ettiği ligin ait olduğu ülkenin Milli Takımı ne durumda? D Grubu’ndaki mücadelemiz biraz da bu sorunun cevabını açıklamak bakımından önemli. Öte yandan Ay-Yıldızlı takım, karnesi oran açısından etkileyici ama geldiğinden beri bir türlü sevilmeyen, benimsenmeyen bir isme emanet. Ve her maç kendisi için veda senfonisi tadında. Dünkü maçtan sonra da faturayı takım tercihi açısından Stefan Kuntz’a kesmek mümkün, zaten kesenlerin sayısı da yüksek…
Lakin acaba sorunu doğru adreste aramak daha mantıklı mı? Alman teknik direktör, eldeki kadronun dışında çok daha iyi oyuncular vardı da onları Milli Takım’a çağırmadı mı, yoksa zaten var olan bütün değerler kadroda da etimiz budumuz bu ama bu gerçeği itiraf etmekte zorlanıyor muyuz? Bana sorarsanız doğru yanıt ikinci cümlede yatıyor. Evet, bence de sahaya çıkan 11’de bir-iki sorunlu tercih vardı; mesela Cenk Özkaçar uygun bir seçenek değildi. Ya da İrfan Can Kahveci’nin oyuna alınması için çok beklendi. Ama öte yandan Türkiye ‘golcüsüz’ bir dönemi yaşıyor; Enes Ünal’ın uzun sakatlığı, Cenk Tosun’un tam olarak form tutmaması, keza Ümit Nayır’ın hafta içinde arka adalesinde yaşadığı sorundan kaynaklı sakatlığı nedeniyle gerçek orijini ‘golcü’ olan bir profile sahip değiliz. Dün gol yükünü üstlenecek öncelikli isim Barış Alper Yılmaz’ın o güzelim fiziğiyle örtüşmeyen son vuruş beceriksizlikleri, Ermenistan’ın düşmeye namzet gardını ayakta tuttu ve belki başlarda atılacak bir golle gelecek farkı da engelledi. Bir diğer gol adresi Kerem Aktürkoğlu da çabaladı ama başarılı olamadı. Feyenoord tarihinin en çok para kazandıran oyuncusu unvanıyla Benfica’ya transfer olan Orkun Kökçü mesela, o da dünün kötülerindendi. Cengiz Ünder keza, özellikle sağdan akıp içeriye pas verirken boştaki dört arkadaşı yerine Ermeni oyuncuya topu nişanladığı pozisyonda gibi kimi uygun fırsatları ezen bir kimliğe sahipti. ‘Takımın beyni’ konumundaki Hakan Çalhanoğlu ise vücut dili ve tepkileriyle “Beni anlamıyorlar, elinden geleni yapıyorum ama olmuyor” görüntüsündeydi. Merih Demiral’ın da gördüğü manasız sarı kartla Hırvatistan maçında cezalı duruma düşmesi bana kalırsa profesyonellikten ne denli uzak olduğunun basit bir göstergesiydi. Ve en büyük eksik de bir-iki kreatif hareketle rakibi oyundan düşürecek, Galler maçında olduğu gibi klas bir hareketle gol kaydedecek bir profilin, yani Arda Güler’in yokluğuydu.
Velhasıl dün son derece dağınık ve kötü bir görüntüdeydi Milli Takım. Ermenistan ise doğru bir oyun planına sahipti. Sahadaki futbolcular bu plana sadık kalarak oynadı ve bir puanı hak ettiler. Bence en iyileri de Bichakhchyan’dı; Ranos’u da çok beğendiğimi belirtmeliyim. Bu gibi durumlarda elbette fatura teknik direktöre kesilir ama bu düzeyde bir takımın da bu denli kolay dağılması ve futbol aklından uzak bir görüntü sergilemesi sadece teknik direktör zaafiyeti ya da kadro tercihleriyle açıklanacak bir durum değil.
Neyse, matematik olarak hâlâ avantaj Ay-Yıldızlılarda. Kalan üç maçta ‘İkincilik’ unvanını netleştirecek güce sahibiz. Ama bu futbol bizi önümüzdeki yaz Almanya’da çok ileriye götürmez. Üç maçlık serüvenin ötesine uzanmak için çok daha fazlası gerekiyor. Öte yandan bence kendimizi hırpalayacak, üzecek bir durum da yok; malum biz zaten ‘Voleybol ülkesiyiz!’