23 Mart
Gündemden oldukça kopuk bir cümleyle başlayacak bugünkü jurnal notlarım. Ama hayat her şeye rağmen devam ediyor ve hiçbirimiz yalnızca olan bitenle belirlemiyoruz günlük hayatımızı. Yayınlandığı sıradaki gündemim çok başka olduğu için okumaya fırsatım olmamıştı Orhan Pamuk’un ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ romanını. Yavaş yavaş okuyorum ve içine girdikçe yazdığı dönemi ve alt sosyal sınıfların ruh durumunu ne kadar güzel ifade ettiğini gördükçe hayranlığım artıyor büyük yazara.
26 Mart
Kendimi artık yaşlı hissetmeye başladım. Yaşlanıyorum da zaten, bu gerçek. Önümdeki sağlıklı geçireceğim yılların arkamda bıraktığım yıllardan çok daha az olduğunu düşününce içimi garip bir hüzün kaplamıyor değil. Bu dünyadan çekip gitmek ve bir daha buralarda olmamak. Epiktetus’un dediği çok doğru elbette. Ben buradaysam ölüm burada değil, ölüm buradaysa ben burada değilim. Korkacak bir şey yok yani. Mesele yılların hızla geçerek yapabileceklerimizin, olasılıkların hızla azalması. Okuyabileceğim romanların sayısı çok kısıtlı örneğin. Tutkulu, umut dolu ilişkiler yaşama olasılığı çok az. Yazmak istediklerimin ancak çok az bir kısmını yazabileceğim. Üstelik oyalanıp duruyorum hayatın kıyısında. Hayatın tam da bu olduğunu bildiğim halde, ‘başka şeyler’i özlüyorum ve bu ‘başka şeyler’in ne olduğunu da bilmiyorum. Ayrıca memnunum da hayatımdan. Bugün mızıldanma günüm.
28 Mart
Olan bitenlerden dolayı elim burada bir şeyler yazmaya gitmiyor bir türlü. İlker’i aldılar, Silivri’ye kapadılar. Ne zaman çıkacağı belli değil, çıkabilecek mi o da belli değil. Kendimi giderek daha da daralan bir kafesin içinde hissetmeye başladım. Oysa ne kadar güzel bir hayat yaşanabilir bu ülkede. Herkese yetecek, herkesi mutlu edecek kadar çok olanağı olan bu topraklarda birbirine tahammül edemeyen insanlar olarak biricik ve bir daha geri gelmeyecek hayatımızı ziyan ediyoruz.
Bugün Arnavutköy yağmurlu. Bir kafedeyim oğlumla beraber. O kulağında kulaklı müzik dinliyor. Pazar günü Berlin’e dönecek. Kafenin bahçesinde, üstümüzde bizi yağmurdan korumak için bir şemsiye. Yağmurun şemsiyede çıkardığı sesler, doğanın sesleri. Başımı kaldırıp baktığımda virane haline gelmiş tipik bir Arnavutköy binası. Bahçesinde molozlar ve kimse ilgilenmediği için kendiliğinde her yeri sarmış yeşil bir örtü. Biz elimizi çektiğimizde doğa gelip yerleşiveriyor hayatın içine. Hayatı renklendiriyor.
Therapia dergisini çıkarmak için düğmeye bastık. Hem bir web sayfamız ve orada dergiyle ilgili her şey olacak hem de üç ayda bir çıkan basılı bir yayın olacak dergimiz. Çok heyecanlıyım bu konuda. Hep istedim bir dergi çıkarmayı. İlk sayımızın dosya konusu melankoli. Çok iyi bir şey yapabileceğimize inanıyorum.
29 Mart
Yazmaya başladığım ve neredeyse 150 sayfa kadar ilerlediğim polisiye romanıma odaklanabilsem ne kadar iyi olur. Ama enerjim çok az bugünlerde. Sadece okuyabiliyorum, yazmak çok zor geliyor. İstanbul sokaklarında dolaşmak ve hiçbir şey düşünmeden etrafa bakınmak istiyorum. Samatya’yı özledim. Psamathion’u.
31 Mart
Mevsimin ilkbahar olduğu bir gündü bugün. Cemal Süreya’nın bir dizesi gibiydi Doorstep’te geçirdiğim neredeyse yedi ya da sekiz saat kadarlık vakit. Yeni tanıştığım biriyle geçirdiğim ve kendimizi dünyaya kapattığımız o zaman dilimi. Birkaç kadeh kırmızı şarap, uzun uzun konuşulan geçmiş hayatlar, sohbetin sonunda birbirini artık birazcık tanıdığını sanan iki insan. İllüzyon, gerçeğin öteki yüzü mü?
01 Nisan
Gençken mektup yazardım. Yazdığım mektubu bir zarfa koymak, pulu yalayıp sağ üst köşeye yapıştırmak, üzerine mektubun gideceği kişinin adını ve adresini yazmak ve sol üste de gönderen olarak kendi adımı ve adresimi yazmak mektubu gönderdiğim kişiyle onun henüz bilmediği bir bağ kurardı sanki. Bu bağın öteki tarafından da fark edilmesi mektubu aldığı zaman mı yoksa mektubu açıp okumaya başlamasıyla mı olurdu bilmiyorum. Şimdi böyle bir bağı kimle kuruyorum ve nasıl? E-posta, WhatsApp mesajı? Hangisi bir bağ oluşturuyor ötekiyle? Dokunmadan bir bağ mümkün mü? Bu dokunma, bu temas doğrudan da olabilir, el yazımla gönderdiğim mektuba dokunarak da. Ama e-postanın ya da WhatsApp mesajının anonimliğinin bir bağ oluşturma olasılığı var mı?
Günün süsü Cemal Süreya’dan: “Senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz/ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”